Sayın R.T.Erdoğan’ın “laiklik”le ilgili sözlerine geçmeden önce, Yılmaz Öztuna’nın “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinden bazı bilgiler aktaracağım:
“Osmanlı Türkiyesi, şeriatle idare edilen bir devlet değildir. Öyle olduğuna inanılmış, öyle olduğu iddia edilmişse de değildir. Hukukun iki kaynağı vardı: şeri’at ve kanun. Birincisinin ne demek olduğu malumdur. İkinci ise, bugün kullandığımız manaya esas olmuştur, kanun demektir; ama şeriat tarafından değil, hakan tarafından konulmuş kanun.
…Osmanlılar, pek çok kullandıkları ‘Padişah’ kelimesini değil, kanun koyucu (vâzı-ı kaanûn) olarak ‘Hakan’ kelimesini kullanmışlardır; çok manalıdır (c.9/s.84). Bilindiği gibi Hakan, ‘Türklerin imparatoru, en büyük Türk imparatoru’ demektir. Osmanlı hükümdarının taşıdığı dört imparatorluk tacından biridir. Hakan’ın menşei tabiatiyle İslâm öncesidir. İşte bu Hakan’ın salahiyetleri arasında milletin örf ve adetlerine ve bilhassa devletin yüksek menfaatlerine uygun gördüğü şekilde yasa koymak hakkı da vardır. Buna ‘örfî - sultanî hukuk’ da denilmiştir ve bu tabir, bu hukukun şer’i olmadığını açıkça ortaya koyar.
…Bilhassa şevket asırları, daha açık sınırlamayla devletin cihan imparatorluğu olduğu; Padişah’ın Halife’den çok fazla Hakan’ın Halife’ye üstün olduğu, Padişah’ın Halife’den çok fazla Hakan olduğu, bunun neticesinde Hakan’ın, devletin selâmeti ve yüksek menfaatleri için şeriat dışına istediği gibi çıkıp kanun vâz’edebileceği ve ettiği açıkça görülür. …Zira Osmanlı Türk toplumunda ‘devlet’ mefhumunun üzerinde hiçbir şey yoktur. Din ve padişah mefhumları, ‘Devlet’ten sonra gelir. Zira devlet olmayınca, din de padişah da ortadan kalkar. Bu telakkinin İslâm’dan önceki Türk devlet telakkisi olduğu bugün kesin şekilde bilinmektedir (c.9/s.85).
…vatandaşın ibadetini sağlamakla asla mükellef değildi. Osmanlı devleti, devlet bütçesinden tek cami yaptırmış değildir (c.9/s.93).
Türk’ün din anlayışı ile diğer milletlerin, Araplar’ın, İranlılar’ın anlayışı arasında her zaman azîm bir fark olmuştur. Bu fark, Türk kültürünün hususiyet ve canlılığından mütevellittir. Türkler; Yesevî, Bektaşî, Mevlevî gibi tarikatlar kurup, dini hayata yeni bir ruh getirmişlerdir (c.1/s.146).
Yeni intisab ettikleri İslâm dinine çok samimi bir bağlılıkla bağlanan Türk köylüsü ve göçebeleri, eski dinlerinin yani Tanrı dininin kalıntılarını da kolayca terk edemiyorlardı. Bu kalıntıları, İslâm dininin potasında eritmek lâzımdı. Yesevî, basit halk tabakasına din ve tasavvuf görüşlerini telkin edebilmek için açık Türkçe ile yazdı. Aruz’u çok az kullandı, hece veznini tercih etti (c.1/s.151).
‘Tanrı’ kelimesini, bu defa tamamen Allah’a eş manalı şekilde kullanan Türkler, …hiçbir asırda tamamen unutmamışlardır.
Burada sosyoloji ve hukuk açısında belirtmem icap eder; Tanrı’dan Allah’a geçiş, Hakan’ın otoritesini geniş ölçüde kısmıştır. Zira milli ve Türklere mahsus olan Tanrı, Hakan’dan başka hiçbir dünyevi otoritenin hamisi değildi. Allah’ın ise bu durumda olmadığı aşikârdır, zira yalnız Türkler’in değil bütün âlemlerin ilâhıdır (c.10/s.171).
Fakat din, yalnız bir imân ve akıyde meselesi değildir. Aynı zamanda sosyal bir düzen ve bir kültür meselesidir. (c.10/s.172)
Bir de din sapıtkanlığı vardır. Tanrı ile kul arasına girmek isteyen zümredir. …şu veya bu ibadetini yerine getirmeyene dinsiz damgası yapıştırır, Allah namına hüküm vermeye kalkarlar. İslâm dininde -halife ve şeyhulislâm dahil- böyle bir hüküm vermeye hiçbir şahıs yetkili kılınmamıştır.
Türkler, mutaassıp olmamak şartıyla, hatta taassuptan nefret eden dindar, samimi mümin bir millet şöhreti yapmışlardır.
Türkler, …Kendi işlerine bakar, kimsenin dini, imanı ile uğraşmazlar (c.10/s.181).
Osmanlı Türkiye’sinin bir şeriat devleti olmadığı, birçok bahsimizde açıkça izah edilmiştir. (Dipnot: Osmanlı terminolojisinde ve halk anlayışında ‘kâfir, küffâr, kefere’, ancak ‘barbar, yabancı’ manasındadır. Yunanlıların ve Romalıların başka medeniyetten olanlara ‘barbar’ demeleri gibi, Osmanlılar da başka medeniyetten olanlara -aynı manada- ‘kâfir’ demişlerdir) …Medeni hukukta geniş ölçüde şeriat ve Hanefî mezhebinin hukuk sistemi tatbik ediliyordu. Fakat ceza hukuku ve diğer sahalarda, kesin şekilde sultani hukuk hakimdi. Devletin başından sonuna kadar durum budur (c10/s.189).
Prof.Dr. Halil İnalcık (Belleten, XXVIII, 616-7): ‘Osmanlı Devleti’nde padişah, mutlâk icra otoritesine dayanarak, devlet ihtiyaçları için şeriattan müstakil bir nizam koyma yetkisine sahipti. Bu kanun ve nizamlar, şer’i kaide ve usullere tabi değildi, sırf padişah iradesine dayanan fermanlar şeklinde çıkarılıyordu. Bununla beraber bu örfi kanunların, Tanrı’nın emirlerine dayanan şeriate aykırı olmaması, İslâm cemaatinin hayrı ve menfaati icabı bulunması şarttı (c.10/s.190).
Din hürriyeti, imparatorluğun -bütün Türk imparatorluklarında olduğu gibi- esas prensiplerinden biridir. Hiçbir şahıs, cemaat ve kavme dinini ve mezhebini değiştirmesi için baskı yapılamaz ve yapılmamıştır. Yalnız Müslüman’ın başka bir dini kabul etmesi yasaktır ve bu yasak, idam cezasıyla en sıkı teminata alınmıştır (c.10/s.207).
Türk toplumunda hiç linç hadisesi görülmez.
Vicdan hürriyeti tamdı (c.10/s.209).
Gayri Müslim azınlıklara verilen büyük bir hak, aralarındaki hemen her türlü davayı kendi dini mahkemelerinde görebilmeleriydi. …Ancak bir Türk’le bir Hıristiyan arasındaki davanın mutlaka kadı önünde görülmesi şarttı” (c.10/s.215).
Erdoğan’ın laiklikle ilgili sözleri
Eylül 2011’de, Mısır, Tunus ve Libya’yı ziyaret eden Erdoğan; Mısır’da, “Umarım ki Mısır'da yeni rejim laik olacaktır. Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.” sözlerini iktidardaki ‘Müslüman Kardeşler’in yüzüne söylemiştir!
Tunus’ta açıkça, “Türkiye'yi tanımlarsam herhâlde sizin için yeterli olacaktır. Biz demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Anglosakson bir laiklik anlayışı veya Batılı anlamda bir laiklik anlayışı değil. Kişi laik olmaz, Devlet laik olur. Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir. Şunu bilmemiz lâzım: Laik devlet, her inanç grubuna eşit mesafededir; ister Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun, ister Musevi olsun, ister ateist olsun …hepsinin güvencesidir. Olayın aslı budur. Bu tartışmalara vesile olabilir. Biz böyle inanıyor, böyle düşünüyoruz.” ifadesini;
Son durağı Libya’da da, “Bu bölgeler, laikliği anlamada, tanımada inanıyorum ki şu anda bir müzakerenin veyahut bir tartışmanın içerisinde olacaktır. Ben laikliği dinsizlik olarak kabul etmiyorum, laikliği din karşıtlığı olarak kabul etmiyorum. Partimin programında laikliğin tanımı şudur: Kişi laik olmaz, devlet laik olur. Bir Müslüman olarak, laik bir devleti yönetirken bütün inanç gruplarına devlet eşit mesafede olur, Müslüman’a da Hristiyan’a da Musevî’ye de ateiste de. Bütün inanç gruplarının inancı o devletin güvencesi altındadır. Bizim anlayışımız bu." şeklinde tekrarlamıştır.
Samimi mi? Siz karar verin!..