Tabii ki “Egemenlik (hakimiyet) kayıtsız ve şartsız milletindir.” Ancak, gerçekte öyle mi ya da oy verince işimiz bitiyor mu?.. Daha da önemlisi oy verdiğimiz partiyi, milletvekilini veya iktidarı takip ediyor muyuz?
Sandık, yine önümüze geldi. Kısmet olursa, 14 Mayıs 2023 tarihinde seçim var: Seçme hakkımızı kullanıp Cumhurbaşkanını ve milletvekillerini seçeceğiz. Bakalım, seçmenler bu temel hakkını nasıl kullanacak!..
Çok kişinin dile getirdiği gibi bu seçim gerçekten önemli. Türk Milleti en zor ve en önemli kararını verecektir. Bu sebeple her seçmen; aklıselim, sağduyulu ve sadece kendini değil çoluğunun- çocuğunun, torunlarının geleceğini düşünmek zorundadır. Kimse “umurumda değil” diyemez; çünkü geleceğimizi oylayacağız.
Bazı kişiler; gelecekteki tehlikeyi görmüyor olabilir, çıkarı gereği sessiz de kalabilir ama uçurumun kenarında bir ülkede yaşıyoruz. Ülkemiz uzun süredir iyi yönetilmiyor; hatta 2018’de getirilen yeni sistemle hiç yönetilemez haldedir. Her konuda tek kişi karar veriyor: Dolayısıyla yönetim kademesindeki, bakandan şube müdürüne/şefine kadar herkes; görev tanımlarının yazıldığı yasalar yerine, emir ve talimatları yukarıdan bekliyor. Böyle garip bir sistem oluşturuldu.
Yönetim anlayışı
Geçmişte seçmen ve iktidara gelen parti/partiler, mevcut Anayasa ve yasalar (kanunlar) çerçevesinde hareket ederdi; yetki ve sorumluluklarını buna göre kullanırdı. Bazı iktidarlar, bunu zorlamaya çalışsa da ülke genelde böyle yönetildi. Ancak, AKP iktidarı ile birlikte 2002’den itibaren “Devlet, artık biziz ve istediğimizi yaparız!” anlayışı geldi. Osmanlı’da her şey padişahındı ve reaya/halk ise padişahın kullarıydı. Zihniyette Osmanlı’yı geçtiler: Ama “Osmanlı gibi olacağız” derken, Osmanlı’nın son dönemlerini yaşattılar.
Ülkenin birlik ve bütünlüğünün baş sorumlusu olmalarına rağmen, tam tersi uygulama yaptılar. Hiçbir dönemde; millet bu kadar ayrıştırılmadı, bu kadar partizanlık ve adam kayırmacılık yapılmadı. “Adalet mülkün temeliydi” ama hak da hukuk da yandaşlara çalıştı, yandaşlara uygulandı. Sanki ülke AKP’li olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrıldı.
Geleneksel devlet anlayışımızın yerini, sistemi getirenlerin de açıklayamadığı bir yönetim anlayışı geldi. Çok pişman olduklarını düşündüğüm yeni sistemle seçimleri de zorlaştırdılar; basitleştireceklerine daha da karmaşık hale getirdiler.
Güya koalisyon olmayacaktı; kararlar hızlı alınacaktı. Eskisinden daha kötü bir şekil aldı; dışarıdan müdahaleli -hiçbir sorumluluğu olmayan partilerle- koalisyonlar, iş birlikler oluştu. Şimdi hem kendileri hem muhalifler, ittifak içi/dışı ilişkiler kurarak seçime gitmek zorunda kaldılar.
Peşinden Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikle baraj %7’ye düşürüldü ama bu sefer de baraj altında kalan partinin oyu ne kendisine ne de ittifaktaki diğer ortağına/ ortaklarına yaramaz oldu. Seçimleri iyice işin içinden çıkılmaz hale getirdiler. Hani bir atasözümüz var: “İki ucu b.klu değnek” diye… Değneğin neresinden tutsalar, ellerine bulaşıyor. Bir karmaşadır, tartışmadır gidiyor.
Elde ettikleri imkânlar sayesinde bazıları; ülkede yaşananlardan veya ileride yaşanacak olanlardan rahatsızlık duymuyor olabilirler: Bugün sürdürdükleri saltanatın, şatafatın, keyfin süreceğini düşünüyor olabilirler. Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler!..
Milletvekilliği
Her ne kadar getirdikleri sistemle TBMM’nin bir önemi ve ağırlığı kalmasa da 600 milletvekilini seçeceğiz. Bilindiği üzere, milletvekilliği bir meslek değildir: Seçmen tarafından geçici bir süre için mecliste yasama ve denetim görevini yapmak üzere seçilen kişilerdir. Seçimin sonuçlarına göre mecliste her meslekten milletvekili bulunabilmektedir.
Bu durumda, milletvekili seçilenler; milletvekili kaldığı sürece milletvekili maaşı alabilmelidir. Milletvekili seçilemediği veya düştüğü zaman emekliliği mesleği ile bağlantılı olmalıdır. Emeklilik şartlarını taşımak kaydıyla mesleğinin karşılığı emekli maaşı bağlanmalıdır. Bu kadar ayrıcalıklı ve cazip hale getirilmesi yanlıştır; suistimale sebep olmaktadır. Milletvekilliği; amacı, ülküsü, ideali olanların yapması gereken bir görevdir.
Milletvekilliği paralı, zengin olanların yapacağı bir iş haline de getirilmemelidir. Ayrıca, ülkemizde 657 sayılı DMK’na tabi memurlar dışında herkes siyasetle uğraşabiliyor!.. Memur, yasalara göre siyasetle uğraşamaz; uğraşırsa cezası var. Ama seçimlerde aday olup seçilemezse görevine dönebiliyor. Çelişkiyi görüyor musunuz?..
Ben, her işte ve görevde; bilginin yanı sıra tecrübe ve birikimin de önemli olduğuna inanan bir insanım. Milletvekilliği çok önemli bir görevdir. Onun için seçme ve seçilme yaşının 18 olması, beni hep düşündürmüştür. Medeni Kanun’daki “reşit olmak”la bağlantılı olsa da gençlerimizi erken yaşta siyasetin içine sokmayı uygun bulmuyorum.
Tuhaf, garip bir durum daha!.. Babadan oğula-kıza geçen milletvekilliği saltanatı… Babanın siyasetçi olması evladının da iyi bir siyasetçi olacağı anlamına gelmez.
Milletvekilleri; özgür iradesiyle hareket etmeli ve “el kaldır-indir” durumundan kurtarılmalıdır. Milletvekili aday ve sıralaması, genel başkanların veya parti yönetim kurullarının insafına bırakılmamalıdır. Görevini yapamaz hale geliyor ve “istikbalini düşünerek!” parti yönetimine bağlı kalıyor. Teknoloji ve iletişim bu kadar gelişmiştir: İstenirse parti üyelerinin oy kullanabileceği bir sistem kurularak ilçe-il teşkilatlarının delege seçimleri, ön seçim (temayül yoklaması), milletvekili adayı seçimi yapılabilir.
Kısacası milletvekilliği görevi; imkânlarından yararlanma, güç elde etme, itibar kazanma gibi sebeplerle değil, gerçek vatan-millet sevdası ve “Halka hizmet, Hakk’a hizmet” anlayışıyla yapılır hale getirilmelidir.
Devlet Kurmak
Tarihimizi ve özellikle yakın tarihimizi herkes bilmelidir. Kulaktan dolma bilgilerle çene çalınmaz, nutuk atılmaz, ülke yönetilmez: Zaten yönetilemiyor. Yalan veya cahilce sözlerle “kara çalmak” mümkün değildir; çünkü “Güneş başçıkla sıvanmaz.”
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti” gökten zembille inmedi; “Türk Milleti” bu devleti kucağında bulmadı. Sokaktan topladı ama sokakta da bulmadı.
Fedakârlığın ve başarının kimin ya da kimlerin sayesinde olduğunu bilerek, nankörlük yapmadan; üzerinde gezdiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz bu toprakların, nasıl ve ne şartlarda vatan olduğunu, verilen şehitleri, yaşanan acıları bilmek ve vefalı olmak zorundayız.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk; yanmış, yıkılmış, küçülmüş bir ülkeyi büyüterek devlet kurdu. Aç, sefil, bitkin, bezgin, yorgun, kimliksiz ve kişiliksiz bir halktan; “Türk Milleti” çıkardı. “Sanki bir Osmanlı milleti varmış gibi birileri Osmanlı torunuyum dese de” millete geçmişini hatırlattı; kadim, medeni, büyük bir millet olduğunu anlattı. Güç, kuvvet, güven ve moral verdi.
Peki, ülkemiz bugün ne durumda? Mahallelerde, sokaklarda, caddelerde, çarşıda, pazarda gezenleri görüyorsunuzdur: Sanki milyonlarca sığınmacı tarafından işgal edilmiş gibi!..
İşte seçim ve karar zamanı: Bir seçimle de olsa artık egemenlik hakkı biz seçmenlerde!.. Öncelikle takım tutar gibi parti tutmaktan vazgeçmeliyiz. Özgür irademizle hareket etmeliyiz.
Sandığa giderken içinde bulunduğumuz konjonktüre bakarak doğru karar vermeliyiz.
Şahsi çıkarlarımızı ya da onun-bunun çıkarlarını değil, Türkiye’yi düşünmeliyiz.