Yazılarımda haddimi aşmamaya özen gösteririm. Sürekli okumama rağmen kendimi yeterli görmem. O kadar yetişmiş, bilgili, tecrübeli, yol gösterici büyüklerimiz var ki, onların eserlerinden devamlı yararlanırım.
Kişiler, hangi millete mensubiyet duyuyorsa ve mensubiyet duyduğu milletin milliyetçiliğini yapıyorsa; ben de bir Türk olarak, Türk Milliyetçisiyim, Türkçüyüm, Turancıyım. Ayrıca Müslümanım ve inancımın gereklerini -bilerek- yaşıyorum. Ancak, Türklükle İslâmiyet’i karşıt kavramlar olarak görmem ve karıştırmam. Bu iki kavramla ilgili densiz laflar edenlere de çok kızarım. Herkesin dini, inancı, mezhebi kendine!.. Biz, Türk’üz.
“Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu” adıyla bir kuruluşumuz var. 27 Nisan 2024 tarihinde 6.Olağan Genel Kurulu’nu yaptık. Bu konuda yaptığım paylaşıma, bir arkadaşım yorum yazmış: İyiye yormaya çalıştım ama değil; alaycı bir üslup var!.. Genelde -tartışmalara sebep olmamak için- yorumlara cevap yazmam; değerlendirmeyi okuyucuya bırakırım. Maalesef! Cevap yazınca inatlaşma başlıyor. Bizim camiada, herkes her şeyi çok bilir, aslında bildiğini sanır!.. (Diğer gruplar da farklı değil!..) Ne ise, gelelim konumuza…
Geçmişteki mücadelemiz!
71 yaşındayım ve 1980 öncesini yaşamış bir insanım. Ankara Başkent Lisesi’nde okuduğum 1968-1971 yıllarından beri Türk Milliyetçiliği davasına gönül vermiş birisiyim. Karakterim gereği kavgayı sevmem ama devamlı okur, kendimi geliştirmeye çalışırım.
Türk Milliyetçiliği davasına; dolayısıyla Türkçülüğe, Turancılığa gönül vermiş biri olarak, tartışma ortamlarında zayıf/ pasif kalmamak için mümkün olduğunca davamla ilgili kitapları alıp okudum. Bu kitaplar, hâlâ kitaplığımdadır. Gazetelerden kestiğim ve dergilerden oluşan bir arşivim de vardır. Bazan tekrar okur, yazılarımda bunlardan yararlanırım.
1980 öncesindeki öğrenci kavgalarına, “sağ-sol çatışması” dense de ben, vatanseverler ile emperyalist devletlerin piyonu olmuş kişiler arasında geçtiğini düşünüyorum. Eskiden beri sağ ve sol kelimelerden hoşlanmam. Bu sebepten bir Türk Milliyetçisi olarak, kendimi hep merkezde konumlandırdım.
O dönem mücadelemiz; Ülkemize, özellikle SSCB’nin gelmesi için ortamı hazırlamaya çalışan çeşitli komünist ve bölücü fraksiyona mensup eylemcilerle idi. Bunlar kurtuluşu komünizmde görürlerken, bizi de Amerikan emperyalizminin destekçileri diye anlatıyorlardı. Akılları sıra, bir yandan kendi taraftarlarını çoğaltmak, diğer yandan da SSCB içindeki Türk unsurların uyanmasını engellemek istiyorlardı. O yıllarda bizim ana sloganımız şuydu: “Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türk’e göre ve Türklük için”.
SSCB, geçmişte “Doğu Bloku” içindeki birçok ülkeyi işgal etmişti. Türkiye üzerinde de emelleri vardı. Rusya’nın bu emelleri hiçbir zaman değişmedi ve değişmez. Bugün de Tatar Türklerinin kadim vatanları Kırım’ı işgal ettiler...
Bugün keşke olmasaydı dediğim bir mücadeleydi: Ülkenin geleceğini kuracak gençlerimiz öldü, öldürüldü. Birçokları cezaevlerinde ömür tüketti; birçoklarının geleceği yok oldu.
Bizim Ülkümüz; siyasi ve ekonomik yönden gelişmiş ve kalkınmış, vatandaşları zengin, mutlu ve huzurlu bir ülkeyi, “Milliyetçi Türkiye”yi kurmaktı.
Emperyal devletlerin uzun vadeli planları vardır ve boş durmazlar. Aynı oyunları devam ettireceklerdir. Dünyada -sınıflar arası bir mücadele değil- milletler arası bir mücadele vardır ve hep böyle olmuştur. Düşmanlar kendi oyunlarını kuracaklardır. Düşman düşmanlığını yapacaktır. Önemli olan “Biz ne yapıyoruz?” Eski bir atasözümüz: “Sü (asker) uyur, düşman uyumaz.”
Türk Birliği
Belirttim: 1980 öncesinde “Dış Türkler”, “Esir Türkler” meselemiz vardı. Çünkü o yıllarda Türkiye Türkleri hariç, diğer bütün Türkler esaret altındaydı. O hengâme içinde “Esir Türkler” konusunu gündemde tutuyor, onların esaretten kurtulması ve kendi bağımsız devletlerini kurmaları için mücadele veriyorduk.
2.Dünya Savaşı’ndan galibiyetle çıkan ülkeler arasında SSCB’de vardı. 1944’li yıllarda aynı mücadeleyi, bizden önceki ağabeylerimiz de sürdürmüşlerdi. Bugün “3 Mayıs Türkçüler Günü” olarak kutladığımız o yıllardaki sözlerin benzeriyle “Irkçı-Turancı” diye bizler de suçlanıyorduk.
“Geçmişteki bu mücadelenin etkisi oldu mu?” bilemem ama 1990’lı yıllarda SSCB çöktü ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan bağımsızlıklarını ilân ettiler. Halen T.C. ve K.K.T.C. ile birlikte 7 Bağımsız Türk Devleti dünya arenasında...
Bu, 7 Türk devletinin ortaya çıkışıyla -Türkiye dışında da Türklerin olduğu gerçeğini gören- vatandaşlarımız sevinç ve heyecanın yanında şaşkınlık da yaşadılar. Sadece -bu sonucu bekleyen- Türk Milliyetçileri, Türkçüler, Turancılar, yani bizler şaşırmadık!..
Yine, Miladi 4-5.yüzyılda Avrupa’ya akın eden ve tarihi süreçte birçok devlet kuran Hunlar, son devletleri olan Macaristan Cumhuriyeti ile köklerine döndüler. Türk Dünyası’ndaki bu hareketlilik, farklı devletlerin bünyesindeki özerk cumhuriyetlerde ve bölgelerde yaşayan Türklerde de büyük bir heyecan yarattı ve Türklük duygusu uyanmaya başladı. Ergenekon’dan bir daha çıktık.
1992 yılında başlayan Türk Devlet Başkanlarının yıllık toplantılarında oluşan “kut”lu ortam, ortak birliğe doğru yürüdü ve bugün “Türk Devletleri Teşkilatı (TDT)” kuruldu. Yürüyüş devam ediyor!..
Kuruluşlarımızın oluşması
18 Haziran 1992’de 31 arkadaşla birlikte “Türk Eğitim-Sen Genel Merkezi”ni kurmuş, sendikal faaliyetlerimize başlamıştık. Türk Dünyasındaki gelişmeleri gözlemleyerek, “Türk Birliği” için Türk Dünyası eğitimcilerini bir araya getirmemiz gerektiğine karar verdik. Çalışmaların içinde bizzat bulunduğumdan biliyorum.
Önce, 2002’de “Avrasya Eğitimcileri Derneği (AED)”ni kurduk. 2006’da da sendikal birliktelik için “Uluslararası Avrasya Eğitim Sendikaları Birliği (UAESEB)” oluşturduk.
Avrasya Eğitim Derneği ile uluslararası faaliyet yapamayacağımız kanaatine vararak, yurt dışından 5 dernekle birlikte 2008’da “Uluslararası Avrasya Eğitimcileri Federasyonu (UAEF)”nu kurduk. Halen ülkemizden 1 ve yurt dışından 9 olmak üzere 10 dernek üyedir.
İşte! 27 Nisan 2024’de yurt dışından gelen delegelerle birlikte bu Federasyonumuzun 6.Olağan Genel Kurulu’nu gerçekleştirdik.
Burada şunu açıklamak zorundayım: Faaliyetlerimizi yapabilmek için hiçbir yerden maddi yardım almıyoruz/ alamıyoruz; hiçbir yerden destek ve katkı görmüyoruz. Harcamalarımızı, yönetim kurulu üyeleri ve özellikle emekli maaşımdan kendim karşılamaya çalışıyorum. (Ülkemizdeki STK’ların durumlarını yazmayacağım. Bazıları perişan, bazılarının da “bir eli yağda bir eli balda!..”) Aklınızdan “o zaman niye yapıyorsun ki?” düşüncesi geçiyordur herhalde!.. Cevabım: “Dava aşkındandır” olacak!..
Kimseden “Bravo size, davanız için çabalıyor, çalışıyorsunuz, Türkleri bir araya getirmek için uğraş veriyorsunuz. Teşekkür ederiz.” demesini beklemiyoruz. “Biz, her şeyi bıraktık” diyorsanız, bari köstek olmayın; “oyalanacak bir iş bulmuşsun” gibi moral ve motivasyonu bozacak yorumlar da yapmayın!.. Bırakın, ülkümüzün gereğini yapmaya çalışalım.
Bugün, Türk Milliyetçilerinin her biri bir tarafa savruldu. Ne yaptığını ve ne yapacağını bilemiyor. Geçmişte mücadelesini yaptığımız, müdahale ettiğimiz o kadar konumuz vardı ki; bugün hiçbiri kalmadığı gibi, ortak düşüncemiz de yok!.. Fakat her birimiz, patlamaya hazır bomba gibiyiz. Sosyal medyadan birbirimize veryansın ediyoruz. Ne yazık ki, bu noktaya geldik!..
Önümüzde sevinmemiz gereken bir “Türk Dünyası” var. Herkes silkinmeli ve bir şeyler düşünüp öneriler sunmalı: Akıl akıldan üstündür.
Yazımı, Macaristan’da 2022’de yapılan “7.Hun-Türk Kurultayı”nın ana temasıyla bitireyim: “Köklere inemezseniz, göklere yükselemezsiniz.”