Uzun zamandır kafama takılan bir soru vardı, ama yanlış anlaşılırım düşüncesiyle bugüne kadar yazmamıştım. Ekonomideki son yaşananlarla birlikte “tam zamanıdır” diye düşündüm. Biliyorsunuz dolar alan kişiler, dövizdeki artış sonucu paralarını ikiye katladılar. Bunların durumu dinen hangi konumdadır? Kendi görüş ve düşüncelerimden ziyade tespit yapacağım.
Öncelikle konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, bir örnekle başlamak istiyorum: Diyelim ki bir vatandaşın 2018 yılı Ocak ayında 150.000,- TL parası olsun.
1) Eğer bu kişi 150.000,- TL’sını bankada aylık vadeli hesaba yatırsaydı: (Ortalama yıllık faiz %15 kabul edelim) basit hesapla (150.000,-TL x 8 ay x 0,15) / 12 ay = 15.000,- TL faiz alacaktı, faizle birlikte Ağustos ayında parası 165.000,- TL’ye (vergi hariç) yükselecekti.
2) Ancak, aynı kişi 150.000,- TL’sına Ocak ayında dolar alsaydı: (150.000,- / 3,60) = 41.666 dolar ederdi. Ağustos ayında dolar yükseldiğinde -diyelim ki 6,80 TL’den bozdurdu- (41.666 x 6,80)= 283.328,80 TL. eder. Anaparası olan 150.000,- TL düşüldüğünde aradaki fark 133.328,80 TL’dır. (Bankaya vadeli yatırmışsa ayrıca faiz de eklenecektir.)
Görüldüğü üzere dolar (faize göre) 118.328,80 TL daha fazla gelir getirmiş oluyor. İşte paradan para kazanma veya haksız kazanç, terlemeden kazanç dedikleri bu olsa gerek?
Bu hesaptan sonra tekrar yazımıza dönelim. Çocukluğumdan beri çok vaaz dinledim. Vaizlerin ve hocaların, en çok üzerinde durdukları faiz (riba) konusudur. Bu konuda o kadar sert vaaz verirler ki; hepimizin “faiz”le ilgili içinde bir korkusu vardır ve faize bulaşmamaya çalışırız. Bu husustaki Kur’an ayetlerini görmemezlikten gelmemiz de mümkün değildir.
Sağlıklı bir değerlendirme yapabilmemiz için, öncelikle İslâm’ın geldiği 6.yüzyılda; özellikle Mekke Araplarının geleneklerini, göreneklerini, yaşayışlarını, ekonomik hayatlarını bilmek gerekmektedir. Banka veya benzeri bir kurum yoktur. Mekke’de; varlıklı, para ve silah gücüne sahip -bugün ki anlamda mafya diyebileceğimiz- kişiler veya aileler her şeye hâkimdirler. Mekke ekonomisi ve ticareti onların elindedir. Tefecilik yapıyorlar: Verdikleri borçları kat kat fazlası ile geri alıyorlar. Borcunu ödemeyenlerin evini basıp kızına, oğluna el koyuyorlar. Halk zulüm altında, şikayetler had safhaya ulaşmış… Sonunda çözüm olarak “Hilfü’l Fudûl” adıyla bir cemiyet oluşturuluyor. Hz. Muhammed de -tahminen 20-35 yaşlarında iken (peygamberlik gelmeden önce)- gönüllü olarak bu örgüte katılıyor. Bu konuyu Şubat/2017’de “Hilfü’l Fudûl Örgütü” başlığı ile yazmıştım.
Araplarla ve İslâmiyet’le ilgili epeyce yazı, makale ve kitap okudum. (Aynı dine mensup olmamızın dışında benzerliğimiz pek yok, çok farklı milletleriz.) Okuduğum yazı ve eserlerde gördüm ki, akademisyenler arasında ve dini çevrelerde faiz (riba) konusunda farklı düşünceler var. Mesela bir makalede: “İslam’daki faiz yasağının temelinde Cahiliye Dönemi’nde bilinen ve uygulanan riba yer almaktadır. Riba, kat kat faizi, tefeciliği ifade etmekteyken faiz ise yılda yüzde yirmiyi geçmeyen para gelirine işaret etmektedir. Bu yönüyle faiz, ribadan farklıdır. Ancak İslam’daki katı riba ve faiz yasağı nedeniyle birçok İslam ülkesinde muamele-i şer’iyye denilen hileli faiz işlemleri ile faiz yasağının esnetildiği görülmüştür (Çağatay, 1971:42).” deniyor.
İki husus da tartışma yoğun: Kur’an’da geçen “riba” ile faiz aynı mıdır? Enflasyon olan bir ülkede faiz alınabilir mi? Bundan 15-20 yıl kadar önce basında okumuştum: Mısır’daki El-Ezher Üniversitesi hocalarının faiz konusunu tartıştıklarını... Hatta şu ifadeyi de hatırlıyorum: Bir ülkede enflasyon varsa enflasyon oranını geçmemek kaydıyla faiz alınabileceği belirtiliyordu. Sonrasını takip edemediğim için ne karar aldıklarını bilemiyorum.
İslâm’da faiz (riba) konusu üzerinde çok durulduğu için, Müslümanlar kendilerince hileli ve kaçamak bazı çözüm yollarına tevessül etmişler. Mesela bizim güney-doğumuzda bile uygulanmaktadır. Bir kişi borç verirken, örnek buğday üzerinden istenen borcun kg olarak karşılığı hesaplanıyor ve vade sonunda tespit edilen kg kadar karşılığı para veya mal olarak geri alınıyor.
Türkiye’nin “milli parası” Türk Lirası, Amerika’nın dolar, AB ülkelerinin avro, Suudi Arabistan’ın riyal… Yani cins olarak hepsi paradır. Dolar daha çok dini çevrelerde, iktidara yakın olanlarda ve ihale alanlardadır: Çünkü bu kesimler faiz konusunda güya (!) hassas olduklarından, paralarını dövize veya altına yatırırlar. Ya bankadadır veya evlerinde yastık altındadır. “Niye TL olarak tutmuyorsun” diye sorduğunuzda; “Paranın değeri düşüyor, onun için döviz veya altın alıyorum” derler. Risk varmış, artabilirmiş de - düşebilirmiş de… “Peki risk varsa niye riyal almıyorsun? O da para.” Veya “artmayacağını, düşeceğini bile bile yine de dolar alır mısın?” diye sorsanız cevap vermezler. Demek ki paranın milliyeti olmuyormuş! “Bir lokma bir hırka” edebiyatı çoktandır bitti.
Vatandaş eskiden, haram korkusundan parasını bankaya yatırmaz, biraz artan parası varsa “altın” alarak tasarruf yapardı. Turgut Özal’la birlikte “Türk Parasını Koruma Kanunu”nda yapılan değişiklikle bu yatırım şekli dövize dönüştü. Prof.Dr. Esfender Korkmaz diyor ki: “Gelişmiş ülkelerde tasarruf edenler, genellikle kendi paraları ile yatırım yaparlar. Yani döviz bir yatırım aracı değildir. Biz de ise öteden beri enflasyon ve ekonomik istikrar sorunu nedeni ile döviz de bir finansal yatırım aracıdır. Hatta TL yerine zaman zaman kullanım aracı olmaktadır.”
İşletme-muhasebe bölümü mezunu olduğum için, üniversitede ekonomi dersleri aldım. Çok sevmesem de sınıfı geçmek için okudum, öğrendim. Türkiye, dünyada tek ülke değildir: Diğer ülkelerle birlikte yaşıyoruz. Üreten, dünya ekonomisine yön veren, güçlü bir ülke olmadığımıza göre; bu ekonomik düzen içerisinde ekonominin gerekleri ne ise yerine getirmek zorundayız. Bu kadar dışa bağımlılıkla ve borçla ekonomimizi bağımsız yürütmemiz mümkün mü? Ekonominin temel kuralları var ve krizden çıkmak için bu kuralları uygulamak zorundayız. Öyle “Onların doları varsa bizim Allah’ımız var”, “Bu da geçer ya hu” veya “Ben faize karşıyım” demekle de düzlüğe çıkılmıyor.
Mesela vaazlarda, “Faiz haramdır denilirken; doların veya avronun artışından doğan farkı almak da haramdır” diye bir konuşma duymadım. Veya “Riyal alın helaldir!” diye… Düne kadar “paranın milliyeti olmaz” diyenler, son günlerde “yastık altındaki altın ve dövizlerinizi bozdurun, Türk lirasına çevirin” diyorlar. Diyanet’ten de benzer vaazlar, hutbeler… Ama “haç organizasyonu bedelini” bile dolarla alıyorlar. Ülkede alım, satım, ihale, kiralama, köprü geçişleri, yani her şey dolarla yapılıyor.
Gelir dağılımı iyice bozuldu. Bazıları servetine servet katarken; son devalüasyonla memurlar, işçiler, az gelirliler % 40-45 oranında daha da fakirleşti… Tasarruf oranı gitgide azalıyor, yastık altı da bitiyor.
Yazımızı şu sorularla bitirelim ve Diyanet’ten veya yetkililerden cevap bekleyelim:
- Faiz mi veya dolar (döviz) artış farkı mı yoksa her ikisi de mi haramdır?
- Döviz bozdurarak havadan para kazanmak günah mıdır? Dolar 7 liraya çıktığında bozduranlar mı, yoksa TL’de tutup banka faizi alanlar mı daha çok günah işledi, harama girdi?
- Parayı bankaya yatırarak; ülke ekonomisine katkı sağlamak ve milli paramız olan TL’sını korumak daha doğru değil mi?
- Neden döviz alanlara yönelik “bunun farkı da faizdir, haramdır” diye açıklama yapılmaz?
- Son 2-3 ay içinde döviz (özellikle dolar) alanlar ve 7 TL olduğunda bozduranlar kimler? Kimler krizi fırsata çevirdi ve zenginleşti? Kim vurgun yaptı?
Faiz korkusu varken ve bu ekonomik şartlar altında iken, vatandaşı “milli paramız” olan TL’sına nasıl yönlendireceğiz, TL kullanılmasını nasıl teşvik edeceğiz, ne gibi tedbirler almalıyız?