Mirseyit Sultan Galiyev’le ilgili, Rinat Muhammediyev’in belgesel romanı “Sırat Köprüsü” ile Dr.Halit Kakınç’ın “Kızıl Turan Sultangaliyev” adlı kitaplardan yararlanarak yazımıza devam edelim.
Sayın Kakınç eserinde şöyle demektedir: “Çarlık Rusyası’nda yaşayan Türk dilli grupların ulusal uyanışları, ancak 19.yüzyıl’ın ikinci yarısının ortalarında başlayabilmiştir. Bu gecikmenin temel nedeni Asya ve Doğu Avrupa’da yaşayan halkların ulusal ve ırksal gruplar olmalarından ziyade, İslâm Dini’ne ve kültürüne bağlılık göstermeleri ile tanınmaları yüzündendir. Bu görüş, Orta Asya ovalarında yaşayan Farsça konuşan bir Tacik’i, yine aynı yörede yaşamakta olan ve Türk Dil grubuna mensup bir lehçe konuşmasına rağmen Hıristiyan veya Şaman olan söz gelimi Çuvaş ve Yakut’u farklı kültürlerin temsilcileri olarak belirlemiştir. Türklerin İslâmiyet öncesi geçmişleri, kökenleri ve oradan oraya göç edişleri, kollektif bellekten adeta silinmiş, unutulmuştur. Türk öğesi olarak arda kalan tek özellik “Dil”dir.
Osmanlı toprakları dışında modern anlamda Kırımlı İsmail Gaspıralı ile başlayıp Kazanlı Yusuf Akçura ile sistematize olan … Azerbaycanlı Ali Mercan Topçubaşı ve Ali Bey Hüseyinzade ile ilerici söylemlere bürünen Türkçülük, Türkiye’de tamamen farklı bir şekilde algılanmıştır. 1864 yılında Bakü’de dünyaya gelen Azeri Türkü Ali Bey Hüseyinzade Turan, Üç Tarz-ı Siyaset tartışmalarını etkileyen, Türkçülük fikrine açıklık getiren bir kişidir. Türkçü Turancı kimliğinin yanı sıra, aynen Yusuf Akçura gibi sola yakın bir görüş sahibidir ve tüm yaşamı boyunca gericiliğe karşı mücadele etmiştir.
Mirseyid Sultangaliyev’in fikir yapısını belirleyen sacayağının birincisi Cedidcilik ise, ikincisi de hiç tartışmasız bir biçimde Türkçülük’tür. Buna bağlı olarak o günlerin atmosferinin doğal ve normal bir çıkarsaması olan Turancılık ideolojisidir. Bu gerçeğin, ağırlıklı olarak sonunda Sultangaliyev özelinde somutlaşan açık ifadesi de şudur: İlk Türkçüler solcudur… İlk solcular da Türkçü’dür. Sultangaliyev’i, fikir yapısının oluşumundaki Türkçü Turancı birikim açısından hiç tartışmasız en fazla etkileyen, kendisi gibi Kazan Tatarı olan Yusuf Akçura’dır. Üç Tarz-ı Siyaset adlı eseri ile Türkçülük düşüncesini ilk kez sistematize edendir…
Yusuf Akçura için, Türkçülük bir yandan demokratik olmakla birlikte ırkçılıktan uzak ve fakat ırk kavramı üzerine oturtulmuş bir Türk Milliyetçiliği’dir. Diğer yandan ise içeriği ilerici bir toplumsal ve kültürel programdır. Samet Ağaoğlu’nun tanımı ile Akçura’nın Demokratik Türkçülüğü, “Fikirleri sol’a kaçan ilerici bir ideoloji”dir. Demokratik Türkçülük fikrini ilk kez vaaz eden ve bu yüzden de daha sonra mekân tuttuğu Türkiye’de politik kariyer olarak gözden düşen Yusuf Akçura’nın bizzat ta kendisidir.
İlk kez Türk Gazetesi’nin 23-24 numaralı nüshalarında 1904 yılının Mayıs ve Haziran aylarında yayınlanan bu makaleler, Mirseyid Sultangaliyev’in Türkçülük anlayışında büyük etki yapmıştır. Yusuf Akçura, bu makalelerinde Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük tercihleri arasında, çıkış noktasının Türkçülük olabileceği görüşünde karar kılmıştır. Akçura’ya göre; Osmanlı milleti vücuda getirmeye çalışmak, boşuna yorgunluktur. İslâm siyasetinin uygulanabilmesi, dış engeller yüzünden pek şüphelidir. Türkçülük ise Türk Alemi için mümkün ve faydalıdır.
Yusuf Akçura, Ekim Devrimi’nden yaklaşık 10 yıl kadar önce 1907’de Orenburg’ta Kerimof - Hüseyinof Matbaası’nda basılan “3 Haziran Vaka-yı Müessifesi” adlı risalesinde, korkusuzca şöyle yazmaktadır: “19 Yüzyılda dünya medeniyet tarihine en çok etki eden fikir, milliyet fikridir. Milliyet fikrine, bu büyük kuvvete hiçbir şey galip gelemedi. Yüzbinlerle muntazam ordular, bu fikir karşısında yenildi. Bugün milliyet fikrini yenebilecek kuvvet; şiddet, zulüm, top, tüfek değildir. Belki, milliyet fikrinin ana ve babası olan hürriyet ve eşitlik fikirleri onu yenebilir. (Yıllar sonra Mirseyid Sultangaliyev, şu sloganı kullanacaktır: “Millet bir dem bolsun… Milletler tigiz bolsun. “Millet bir olsun, milletler eşit olsun.)”
Rinat Muhammediyev’in “Sırat Köprüsü” adlı belgesel romanında, Yusuf Akçura ile ilgili bölümlerde: “Stalin’le bir görüşmesinde: “Mirseyit, sen ne düşünüyorsun, Yoldaş Lenin’in Türk meselesinde faalleşmesinin sebebi ne olabilir?..”
Mirseyit: “Bunda şaşıracak bir şey yok bence… Türkiye bizim kapı komşumuz. Büyüklük veya küçüklük izafî şeyler Yoldaş Stalin. Türkiye ile ilgilenmek doğal bir şey olmalı. Niçin? Birincisi Türkiye’de milli istiklal hareketi güçlü. Yani bu bizi batı emperyalizmine karşı bakışta birleştiren bir faktör. İkincisi Rusya’nın hemen hemen üçte birinde Türk halkları yaşıyor. Bu da aynı şekilde dikkate alınmalıdır. Üçüncüsü Türkiye Karadeniz demek, o dış memleketlerle bağımız. Elbette başka sebepler de var.”
Stalin’le görüşmesinden on gün kadar sonra Sultan Galiyev’i Lenin’in yanına çağırırlar. Lenin: “Yarım saat içinde beni Türkiye’den gelen temsilciler ziyaret edecekler. Bu sebeple gelmenizi rica ettim. Başlıca neler yapmak gerektiğini konuşalım. Bir yandan tercüman olarak da yardımınız gerekecek.” (Konuşma sırasında Lenin soruyor, Mirseyit cevap veriyor.)
Mirseyit: “Mustafa Kemal’in adamları içinde komünistler olmaz. Ama genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Bolşevikler Rusyası’yla dost olmağa çalıştığına inanıyorum ben. Görüp konuşmadan bir netice çıkarmak mümkün değil Vladimir İlyiç. (Lenin) Son zamanlarda bir Türk bilgininin yeni bir eserini okudum. Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” hakkındaki eseri… Lenin: “Evet, devam edin, Türklüğün esası neden ibaretmiş acaba?”
Mirseyit: “Bugünkü Rusya’da pek çok Türk halkı yaşıyor. Bunlar çeşitli zamanlarda ve türlü sebeplerle ortak bir kökten çıkıp ayrılmış, dağılmış. Aslında, biz de bu ortaklık, ruh ve tarih müşterekleri hakkında konuşma adeti yok. Ayrılıklar hakkında konuşma, farklar, başkalıklar arama daha büyük bir iş bizde. Ama Türkler başka… Rusya’da yaşayan bütün Türk halklarını kardeş sayıyorlar orada… Mesela, Tataristan, Başkurdistan peşinden diğer Türk halkları da, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Azerbaycan, Yakut ve Çuvaş cumhuriyetleri de ilan edilip bunların hepsi Sovyetler Rusyası içinde bir Türk Konfederasyonu olarak birleştirilse, Türkiye bizim ebediyen yoldaşımız olur.” Lenin: “Evet, evet. …milli hisler ve milli kökten önce, sınıf ve bütün milletlerin emekçilerinin proleter birliği hakkında daha sık düşünmenizi tavsiye ederim Yoldaş Sultan Galiyev.”
Türkiye’den gelen heyetle görüşmede misafirler tek tek Lenin’e kendilerini tanıttılar: Yusuf Bey, Doktor Fuad, Halil Paşa, Enver Bereketullah. Lenin’in yanından misafirlerle birlikte Mirseyit de çıktı. Doktor Fuad, Mirseyit’e Türkiye’den getirdikleri selamları iletti. Yusuf Akçura’nın kendisi hakkında yüksek fikirler söylediğini aktardı. Mirseyit heyecanlandı: “Akçura Efendi’yi tanıyor musunuz?” Doktor Fuad; Nasıl bilinmez ki, Yusuf Akçura Türkiye’de çok meşhur, bilmeyen kimse yoktur. Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın arkadaşıdır. Biz Rusya’da böyle bir dereceye ve hürmete erişmenizle gurur duyuyoruz. Sizi Türkiye’ye davet ediyoruz. Buna dair Ziya Gökalp Efendi de size haber vermemizi rica etti.”
Mirseyit: “Demek siz Ziya Efendi’yi de biliyorsunuz? Yusuf Bey: “Milletin geleceği için can atan her kişi en büyük şöhret ve dereceye layıktır Türkiye’de. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura efendiler böyle şahıslar. Kendini Türk sayan her adam bilir onları.”
Mirseyit: “Bak şu işe! Bizde ise milli hissi göstermemeyi uygun görüyorlar. Gösterdin mi seni suçluyorlar, damgalıyorlar.” Fuad Bey: “Pekiyi siz komünistsiniz öyle mi Mirseyit Efendi?”
- “Evet, tam komünist. Komünizm insanlığın geleceği kardeşlerim.” diye söylemeden duramadı Sultan Galiyev.”
Birkaç ay içinde Moskova’da Türkiye’nin elçiliği açılır. Bu tören vesilesiyle misafirler arasında Mirseyit Sultan Galiyev de vardır. Umumiyetle 1920’li yıllar başında Türkiye ve Sovyet Rusyası arasında kurulan bütün anlaşma ve münasebet kurma işlerinin içindedir.”
Haftaya devam…