Cemali seyir için, ateş düştüyse, gönlüne yürü yol senin..
Takatsizliğe takatin vefasızlığa vefanın çilesi eyvallahın varsa yürü.
Önüne dağlar misali engeller çıksa da,
Ferhat'ça delip geçmeye azmin,
Şirince bir ömür vuslata sabrın varsa yürü..
Dövene elsiz, sövene dilsiz,
Sevdadan kar gözetmeden..
Bir hayat sığdırabileceğin kalbin mezarın oluşuna razıysan yürü...
Rabbim sevdadan kar gözetmeden sevenleri nasip etsin..
İçeriye irfan girdi, Mehmet gayrı ihtiyari baktı, yine kendi dünyasına dondu..
Girift bilmecelerinin içindeydi.. Yılanlı kuyulardan yol alan baş gösteriyordu. Gözleri fal taşı gibiydi. Her biri sokmak istiyorlardı. Bedeni titredi. Adeta irkildi. Kovmak istedi gözünün önündeki silueti ve gönlündeki kircikli soruları.
Sanki beynine kıymık saplanmıştı, acıtıyor, inliyordu…
Hani şiddetli bir diş sancıları olur ya o biçim, sancıyordu beyni. Kulakları uğulduyordu...
Rabbim biraz uyku ne olur, gözlerimi birazcık kapatsam, diyordu…
Yine irfan seslendi,
Dışarı çok soğuk, döndüm...
Ya bir bardak çayınız yok mu arkadaş?
Bildiri dağıttık. Birkaç kere tehlike atlattık. Adamlar mahallelerde göz artırmıyorlar.
Yine yazmışlar duvarlara,
İsçi iktidarı, proletarya galip gelecek…
Kahrolsun faşizm.
Olan şerefsizler, Çetin kimin çocuğuydu? Babası gariban bir çiftçi, değil mi?
Siz kiminle savaştasınız? Köylü, işçi, öğrenci sizin ifadenizle proletarya değil mi ?
Rus köpekleri, amacınız Türkiye’yi Rusya’nın kucağına atmak, peşkeş çekmek değil mi ?
İrfan ha bire saydırıyordu.
Mehmet bir anda dönenerek, Çetin’in babası ne kadar metanetliydi, sakindi, tevekkül vardı, değil mi dedi.
Herkes bir anda buz kesti. Unutmak istedikleri meseleyi nite hatırlatıyordu, Mehmet..
Evet dediler, Türk İnsaninin tevekkülü, yaratana bağlılığı ne kadar güçlüydü.
Yüksel çayları tazeledi,
İrfan, sağ ol, gardaş, senden başka kimse bizi düşünmüyor…
İrfan inanılırdı, yiğitti, korkusuzdu…
Mehmet yine dünyasına döndü. Yolda niye jandarmalar önlerini kesmişti, kaymakam gelip, başsağlığı dilemişti. Acaba kendiliğinden mi yoksa mirle mi gelmişti?
Yüreği yanmış mıydı? Bizim gibi acaba benim evlâdım olsa diyebilmiş miydi.
Kimin için savaşıyorlardı? Devletin ebet müddet yaşaması için değil mi ?
Milliyetçi Türkiye’yi kurmak, çağ atlayıp süper bir millet olmak içindi, mücadeleleri.
Türk milletinin kaderini değiştirmeye taliptiler…
Yanı 18,19 yasında Dünyaya kafa tutuyorlardı…
Mehmet, acaba hayal dünyasında mı yaşıyoruz diye düşündü. Emperyalist güçler, oyun mu oynuyordu, üzerlerinde…
Atsızı düşündü; Bozkurtlar romanını hatırladı. Kafası her dalgalandığında, karıştığında Atsız Atayı hatırlar ve güç bularak iradesi sağlamlaşır, tereddütleri geçerdi…
Kürşat 40 kişiyle Çin Sarayını nasıl basmıştı, vuruşa, vuruşa ahırlara kadar savaşmışlardı. Allah’ın nasibi yağan yağmurdan dolayı kralı sarayından çıkmamıştı. Planları suya düşmüş, açığa çıkmışlardı. Yamtar, siz kaçın, ben buradayım, demişti. Kürşat kutlu yolun cengaveri savaşımız kolay gele deyip gülümsemişti. Bu gülüşe bin can feda beyim dediler.Ve pazılı kollarıyla kapıyı mengene gibi sıkıştırdı. Koca Yamtar, dünyaya meydan okuyan gülüşüyle hatırlandı. Uçmağa varırken bu Çin felsefesini de hiç sevmemiştim demişti.Nereden hatırladıysa…
Mehmet te sevmiyordu, bu kahve düzeni. Dinin direği olan adalet hani nerede? Vahşi kapitalizm hepimizi sömürüyor. Bir kısım gençler sözde buna karşı görünüyor. Ama sol Rus kapitalizmini kabul etmeyip, kurtarıcı olarak görüyor. Nasıl olurda Türk Genci, orak çekiçli Rus bayrağı çizer! Nasıl olurda istiklal marşında oturur! Nasıl olurda, Türk Askerini arkadan vur, Rus askerine selam dur, diyebiliyor! Kıçına Amerikan kotu, ağzında Marlbora kahrolsun Amerika diyebiliyor!
Atadan burjuva olanlar, Anadolu çocuklarıyla sözde emperyalizme karşı savaşıyorlar.
Ulvi bağırdı, Memo gitme uzaklara seni bulamayız.
Git oğlum başımdan senle uğraşamam.
Niyazi Mehmet bir şey yedin mi?
Mehmet aç olduğunu hatırladı, ama canı birkaç gündür bir şey istemiyordu.
Niyazi, arkadaşlar, Sakin Hoca çağırıyor dedi.
İrfan cenazeyi soracaktır…
Baha, arkadaşlar farkında mısınız 19 Yaşında arkadaşımızı defnettik, kendi kendimize. Bu yük sizce ağır, değil mi? Hepsi de sanki bilgilenmiş, büyümüştüler.
Ozan Arif ne diyordu,
Yeminimde durmazsam,
Gök girsin kızıl çıksın,
Bir gün hesap sormazsam,
Gök girsin kızıl çıksın.
Eğer kinsiz olursam,
Fırsatını bulursam,
Merhametli olursam,
Gök girsin kızıl çıksın
Hepsinin gözleri dolmuştu, hâlbuki aldıkları terbiye sevgi üzerineydi, Yunusça gönüllere sahiptiler. Yaratılmışı Yaratandan ötürü sevmek…
Başbuğ, sevgiye köprü olun, gönül kazanın demişti. Fikre fikirle karşılık, aynı masada oturup, tartışmak olmalı fikriniz diyordu. Bunlar mertler için geçerliydi. Namertler kızıl salyalarını akıtarak saldırıyorlardı. Çünkü devrim kanla yazılmalı, terörle beslenmeliydi.
Mehmet, arkadaşlar kolum kalkmıyor. Her tarafım uyuşuk, şimdi gidemem. Gitsem konuşamam, mecalim yok..
Niyazi, yeter gardaş, bizde insanız, Çetin bizim de canımızdı, ölenle ölünmüyor; kalk kendini topla diye bağırdı.
İrfan ya acıktım diyorum, duyan yok mu? Kalkın çorbacıya gidelim, param var. Benden siniz..
Yok ya çorba canım istemiyor dedi Niyazi .Recep amcaya gidip, menemen yaptıralım, Hanife ablaya.
Ali takıldı, oradan da Semiha’yı gözetle artık, gelecek diye. Çıkmazsın oradan sen gayrı.
Oğlum cinler tepemde başlatma bak..
Ya ,açtırmayın Niyazının Ağzını arkadaşlar, susun.
O halde kalk Mehmet gidelim ya afakanlar bastı, arkadaş.
Ahmet Yâri cemali seyr için, ateş düştüyse, gönlüne yürü yol senin..
Takatsizliğe takatin vefasızlığa vefanın çilesi eyvallahın varsa yürü.
Önüne dağlar misali engeller çıksa da,
Ferhat'ça delip geçmeye azmin,
Şirince bir ömür vuslata sabrın varsa yürü..
Dövene elsiz, sövene dilsiz,
Sevdadan kar gözetmeden..
Bir hayat sığdırabileceğin kalbin mezarın oluşuna razıysan yürü...
Rabb'im sevdadan kar gözetmeden sevenleri nasip etsin..
Tam Ahmetçe laflardı bunlar…
Ne engin gönlü vardı, Ahmet’in.
Güzelde nutuk atardı, hani..
Bize göre daha zengindi. Her zaman takım elbiseyle gezer ve ağzı iyi laf yapardı..
Hani iyi de kitap okurdu..
Mehmet doğruldu, çıkması gerekiyordu. Beynini burgu gibi delen sorulardan kurtulmalıydı.
Çorba içelim arkadaşlar, dedi. Orası daha sıcaktı. Bir anda cenazeyi nasıl soğukta defnettiklerini hatırladı. Sıcak bir yere gidelim dediler. Sakin Hoca yerindeydi. Karşısına geçip, oturdular..
Hepsinin de konuşmaya gücü yoktu. Ama bir yerden başlamalıydılar. Cenazeyi aldıklarından başlayıp, yolda durdurulduklarını, ailenin nasıl metanetli olduklarını hepsini anlattılar.
Sakin Hoca, hepimizin başı sağ olsun çocuklar dedi Mehmet’in gözlerine bakarak.
Derslere giriyorlardı. Yine kantinde Kürşat Marşı söylüyorlardı.
Kürşat’ın narasıyla çıktık Tanrı dağından,
Ruhumuzu kandırdık Orkun’un Kaynağından,
Bu kaynaktan içenin Yürekleri Tunç olur,
Türk’e kefen biçenin, ölümü korkunç olur..
Önder masada oturanlara dostluk, ülküdaşlık nedir sizce diye sordu.
Herkes bön ,bön baktı..
Nereden çıktı oğlum şimdi bu dedi, Ethem.
Ne bileyim aklıma geldi birden,
Celâl, geçen bir yerde okumuştum,
Yol kardeşliği, döl kardeşliğinden daha evladır" bu değil midir?
Geçen çatışmada Mustafa nasıl öne çıktı. Bizleri korumak için, adeta kendini siper etti. İşte ülküdaşlık bu değil mi?
Ülküdaşlık, dava arkadaşını canından aziz bilmek; yoldaşını yarı yolda bırakmamak…
Sohbet ilerliyordu ama kimsenin tadı, tuzu yoktu. Konuşmak istemiyorlardı ama konuşmaya, derlemeye ihtiyaçları vardı.
Aydın Başkan yanlarına geldi. Arkadaşlar, akşam birkaç kişi gitmesin kalsın. Gece bölümünü bekleyelim. Arkadaşlarımız azınlıkta, özellikle matematik bölümü. Komünistler sürekli tehdit ediyorlarmış, Geçen İrfanı sıkıştırmışlar. Zor kurtulmuş, ellerinden. Birkaçını tartaklamış ama tehlike var dedi.
Musa kalalım başkanım dedi...
Niyazi, Başkan odunumuz bitmek üzere, hal çaresine bakmak lazım.
Müdür beye söyleyelim, dedi Başkan. Olmazsa Kadıköy Partiye söyleyeyim, hallederiz…
Kevser yanlarına geldi. Ne o beyler, böyle hararetli ne konuşuyorsunuz?
Aydın, bıyık altından gülümsedi. Genellikle konuşmak istemeyince böyle gülerdi.
Kevser, kimi indirelim diye konuşuyoruz, dedi.
Kevser, başkan hemen espri yaparsın ciddi bir cevap vermezsin. Elindeki kitabı göstererek, Milliyetçi Türkiye bunu okudunuz mu?
İşpara ben şiir okuyorum.
Kevser, sizle iki satır konuşulmaz, dedi gitti..
İspara hemen başladı, şiire
Gamlı Ceylan gözlüler bize yar olmasa,
Yeter ki kılıçlarla süngüler bize yar olmalı,
Rahat yatakta ölmek sanki değil mi ,yasa
Savaş ve er meydanı bize mezar olmalı,
Niyazi, yine başladın. Arkadaş ben gidiyorum ve yatacağım dedi..
Önder de kalktı. Benim de işim var dedi.
Yolda yürürken, bugün nöbetin var mı dedi.
Var dedi Önder. Onun için yatıp, biraz dinleneyim.
Önder, Mehmet’i hiç iyi görmüyorum dedi Niyazi.
Mehmet ,yavaş yürüyordu. Ayakları bedenine yük gibiydi. İçinden bir şeyler eksilmişti sanki.
Kafasını toparlayamıyor, dimağı isyan içindeydi. Neden niçin soruları arkasını bırakmıyordu..
Yurdun önüne oturdu, Çetinin isminin verildiği yurt..
Çetin Koçoğlu yurdu..
arkadaşlar siz çıkın ben biraz oturayım dedi...
Niyazi sorgulayan gözlerle baktı, kalsın yalnız barakalım dedi. Merdivenlerden hızlı hızlı çıktı,
Mehmet’in gözü karşı terasa takıldı. Orada güvercin gökyüzüne doğru havalanıyordu.
Aklına köyü geldi, onunda güvercinleri vardı. Paçalı, taklacı güvercinler. Ne güzel vakit geçirirdi onlarla, zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı. Güvercin hürriyet, temizlik, özgürlük demekti. Gözleri ıraklara daldı. Esir Türkleri, Turanı hayal etti. Bir gün gelip, onlarda hürriyetlerine kavuracak mıydı? İnşallah dedi. Sakin hocasının lisede ezberlettiği sözü hatırladı. “Vatan ne Türki’yedir ne Türkistan; Vatan sonsuz bir ülkedir, Turan”. Yine güvercine baktı, nazlı nazlı dolaşıyordu, kendinde emin bir şekilde. Arada Kendisine de mi bakıyordu ne? Mehmet’in içi kıpır, kıpır etti. Güzel kuş gelsen de avucuma sevsem seni dedi. Artık gözleri buluşmuştu güvercinle… Uçup gitmeliydiler, diyarı gurbetlere doğru birlikte, yan yana, bu şehirden, entrikalardan, bozulmuşluktan gitmeliydiler. Hani güvercin kanadında olabilir miydi seyir, seyran uzaklara? Bir anda dudakları, elleri titredi, yüreği yanar gibi oldu. Hayırdır, dedi kendi kendine.
Yaktı bir sigara bir nefes aldı. Yine güvercine döndü, gözleri havayı taradı, gelmişti benekli güvercini alçaktan pike yapıyordu…
Ulvi koşuyordu karşıdan, çığlık çığlığa bağırıyordu, Mehmet dondu, gözleri güvercini aradı, özgürce ucan güvercini,
İrfanı vurdular, İrfanı vurdular…
Sanki güvercinle göz göze geldi, Mehmet. Güvercin kederle bakarak yüzüne, başın sağ olsun Mehmet gardaş der gibiydi. Yüreği yandı. Gözleri doldu, Külçe gibi sandalyeye çöktü. Güvercin, yaktın yüreğimi diyebildi...