“Ülkenin Hali” başlıklı yazımın ertesi günü (6 Şubat 2023 Pazartesi), Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli -on ili kapsayan geniş bir alanda- 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki büyük deprem (zelzele) meydana geldi: Doğup-büyüdüğüm Elbistan yerle yeksan oldu.
Maalesef! Çok geniş bir alanda meydana gelen depremler, binaların yapımından kaynaklı büyük yıkıma-hasara ve beraberinde canlarımızı kaybetmemize sebep oldu. (Ben de ablamı ve bazı tanıdıklarımı kaybettim.) “Şom ağızlı” değilim ama depremlerin yazımın ardından olmasına ve ülkemin enkaza dönmesine ziyadesiyle üzüldüm.
On ay kadar önce Karaelbistan’da yaşatılan bir geleneğin metnini hazırlarken okuduğum yazı ve makalelerde; çeşitli tarihlerde Elbistan’ı da kapsayan, irili-ufaklı ve sürekli olan depremler dikkatimi çekmişti. Yerel ya da fay hattı çevresinde bölgesel olan bu depremlerden, özellikle 1114 yılındakini önemli gördüm. Son depremler, bu depremi çağrıştırdı.
“Selçuklular Zamanında Anadolu’da Meydana Gelen Depremler” başlıklı makalesinde Prof.Dr.Feda Şamil Arık: “…(29 Kasım 1114) geceleyin Kuzey-Suriye ve güney-doğu Anadolu’da şiddetli bir deprem vukubulmuştu. Maraş, Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Keysun, Raban, Harran, Balaş, Kişum vb.gibi yerlerde büyük tahribata yol açan bu depremden...
…EI-Cezire ve Suriye’den başka, Anadolu’nun bilhassa doğu ve güney-doğu’sunda çok etkili olmuş ve çok büyük can ve mal kaybını doğurmuştur. Bu büyük depremi kaydeden birçok tarihçi arasında yer alan İbnü’l-Esir’e göre, bölgede bulunan Urfa, Harran, Sümeysat, Baliş ve diğer bazı şehirlerin önemli bir kısmı harap olmuş, pek çok kişi enkaz altında kalarak yaşamını yitirmişti. Ermeni ve Süryani tarihçileri de söz konusu deprem hakkında tafsilatlı denebilecek bilgiler vermişlerdir. Bunlardan Ebu’l-Ferec’in Süryani Mişel’den naklen verdiği bilgiye göre, son derece şiddetli olan bu deprem… büyük can ve mal kaybına yol açmıştı. Bütün Maraş şehri yeraltına gömülmüş ve bütün şehir halkı için bir mezar olmuştu.
Urfalı Mateos da bu korkunç depremi, görgü şahidi olarak tafsilatlı bir şekilde eserine dercetmiştir. O’nun verdiği bilgiye göre… herkesin (akşam) derin bir uykuya dalmış bulunduğu sırada (gece yarısı) aniden müthiş bir gürültü kopmuş ve bütün dünya sarsılmış, yer yüzü şiddetle titremişti, kayalar yarılmış, tepeler çatlamış, dağlarla tepeler şiddetli çınlamış, onlar canlı hayvanlar gibi ses çıkarmışlardı. Dağların sesi kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürültüyü andırıyordu. Mahluklar, Allah’ın gazabı altında şaşkın bir vaziyette bir deniz gibi titriyorlar ve çalkalanıyorlardı. Bütün ova ve dağlar sanki bakırdan imişçesine çınladılar ve ağaçlar gibi sallandılar. İnsanlar ağır hastalar gibi inliyorlardı. Yer yüzünden dehşete kapılmış ümitsiz bir firari gibi figan ve haykırış sesleri yükseliyordu. Bu sesler, zelzeleden sonra da geceleyin bir saat kadar işitiliyordu. Bu felaket esnasında herkes kendi hayatından ümidini kesmiş ve kıyamet gününün geldiğini zannetmişti. Çünkü tam bir kıyamet gününü andıran bir hal vardı. Bundan dolayı herkes ümitsizlik içine düşmüş ve ölü haline gelmişti.
Geceleyin, herkesin derin uykuda olduğu bir sırada vukubulduğu anlaşılan bu büyük depremde,… Samusat (Sürneysat), Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Keysun, Raban ve Maraş şehirleri harap olmuştur. Hele Maraş’ın akıbeti ise çok daha korkunç olmuş, bu şehirde yaklaşık 40.000 insan hayatını kaybetmiştir. Yine aynı yazara göre, o vakitler büyük nüfuslu bir şehir olan Maraş’taki bu felaketten hiç kimse kurtulamamıştır. …Deprem durduktan sonra kar yağmaya başlamış ve her yer karla kaplanmıştı…
Mateos, bu büyük depremin oluş sebebi hakkında da kendi düşüncesini eserinde belirtmiştir. Aşağıdaki ifadeler, o devirde vuku bulan depremlere ilişkin çağdaş teolojik anlayışı yansıtması bakımından dikkate değerdir: Yazara göre, ‘mahluklar’, bu depremle ‘Allahın gazabına’ uğramıştır. ‘Çünkü Allah herşeye muktedir olan kuvvetiyle öfkeli bakışlarını mahluklarına’ çevirmiştir. Zira bütün insanoğulları peygamberin: ‘bu zamanda, adaleti icra eden ne bir prens ne bir peygamber ve ne de bir şef vardır (Ermiya, XXXIII, 32) demiş olduğu üzere, doğru yoldan sapmış bulunuyorlardı. İşte herkes bu suretle günah yollarını tercih edip Allah’ın bütün emir ve tenbihlerinden nefret ettiler. Çünkü gerek prensler kumandanlar, halk adamları, reisler ve gerekse ruhaniler Allah’ın yolunda sabit kalmayıp, cismani şehvete kapıldılar. Allah bu işleri günah saydı ve peygamberin: ‘o yere nazar eder ve sarsıtır. Allah öfkeli nazarlarla mahluklarına baktı ve onlar ilahi kuvvetin korkusundan, yere serildiler’ (Mezamir, C LU, 32) diye söylemiş olduğu sözler, bu zamanda bir hakikat oldu... ‘korkunç bir nişane belirdi. Bunun gibi bir ilahi gazap ne geçmişte ne de bizim zamanımızda görülmüş ve işitilmiş ve ne de kitaplarda okunmuştu... Bu, onların günahları yüzünden olmuştur. Çünkü bunların her biri, Allah’ın çizmiş olduğu yolu terk edip yanlış yollara girmiş, mukaddes kitaplarda yazılı olan tenbihlerden yüz çevirmiş ve çılgınca hareketlerde bulunmuşlardı. Onlar Hz.Nuh zamanında, telef oluncaya kadar sırf yiyip içmekle vakit geçiren insanlar gibi hareket ettiler ve işte nihayet Allah’ın gazabına uğradılar ve işledikleri büyük günahları yüzünden telef oldular’.
Diğer Ermeni kaynakları da bu depremin tarihini günüyle kaydetmişlerdir. Bunlardan Vardan bu olay hakkında ‘...dağlardan ve yıkılan taşlardan korkunç sesler geldi ve yeryüzü sarsıldı. Dünyanın sonu zannolundu, birçok şehir yıkıldı ve 40.000 insan zayiatı sayılabildi’ diyerek, söz konusu bu depremin vuku bulduğu yer ve şehirleri zikretmeksizin, bu afette 40.000 tespit edilebilen kişinin öldüğünü söylemektedir. Halbuki, diğer kaynaklara göre, sadece Maraş’ta bu kadar kişi hayatını kaybetmiştir. Sempad’a göre ise, bu depremde Antakya, Mecis, Harsen-meçour (Hısn-ı Mansur), Keçoun (Keysun), Ablastha (Elbistan), Raban ve Samosate (Samsat) ve Maraş gibi pek çok şehir yerle bir olmuştur… Yine ondan ve diğer Süryani kaynaklarından naklen Maraş’ta 40.000 kişinin yitirildiğini belirtmiştir.”
Elbistan, bu tarihte Türkler’in elindedir. 8-9 şiddetinde olduğundan bahsedilen bu felaketin ardından Elbistan, tahminen eski yerleşim yerinden biraz güneye ve bugünkü Şardağı’nın eteklerine yeniden kurulmuştur.
Deprem gerçeğiyle ilk defa 9-10 yaşlarında Elbistan’da karşılaştım. Çeşitli tarihlerde depremlere yakalandım ama en şiddetlisini, 03/02/2002 Pazar saat 9.11’de 42 kişinin öldüğü “Sultandağı depremi” diye geçen Afyon’da yaşadım.
Deprem, Akıl ve Bilim
Makaleden, 1114 yılındaki Hıristiyanların zihniyetlerini fark etmişsinizdir: Ülkemizde yaşananlarla ve vetsiz konuşmalarla ne kadar benziyor değil mi? 1999 Marmara depreminin suçlularını kendilerince bulmuşlardı ve “ahlâksızlar yüzünden” demişlerdi!.. Peki, son depremlerde etkilenen 10 ilin sağ-muhafazakâr yapısını ve %75-80 oranında bir partiye oy veren halkı için ne diyeceksiniz?.. Yine “Ahlaksızlıktan” mı diyeceksiniz; yoksa “kadere bağlayıp” geçiştirecek misiniz?..
Her afet sonrası millet olarak bir şok/travma yaşıyoruz!.. Bu zaafımızdan bir türlü kurtulamadık. Başka milletlerin birçoğu zihniyetini değiştirdi; artık sıra şimdi biz Türklerde (Müslümanlarda)…
Unutmayalım! Allah, kullarına zulüm yapmaz. Dua etmek de psikolojik olarak sadece bizi rahatlatır ama depremi durdurmaz. Depremler hep olacaktır.
Sendikacılık yaparken bir sloganımız vardı: “Ya çaresizsiniz, ya çare sizsiniz” diye… Gerçekçi olalım ve çarenin kendimizde olduğunu bilelim.
Din ahlâk demektir; akla ve bilime değer vermek demektir.