Doğduğumda adımı “Yaşar” koymuşlar: 17 Ocak 1953 tarihi “ad günümdür”. Yaşar adını, çocuğun “ölmemesi, yaşaması için” verildiği ve “yaşamak” fiilinden türetildiği söylenilirdi. Aslında bizim neslin kardeşi çoktur; çünkü neredeyse analarımız her yıl doğum yapardı. Anam da on çocuk doğurmuş, altısı ölmüş; ölenlerden biri de benden önceki “yaşar”.
Okuduğum metinlerden, “yaşar” sözcüğünün kökeninin kadim “Türk Kültürü” ile bağlantılı olduğunu gördüm. “Türk Düşünce Sistemi”ndeki derinlik ve anlamlar, her geçen gün beni daha fazla etkilemektedir. Yaşım ilerleyip bilgim, birikimim ve tecrübem arttıkça; en azından okuduklarımı yorumlamaya ve bazı sonuçlar çıkarmaya başladım: Dilim döndüğünce aktarmaya çalışacağım.
Ancak, konuyu anlamak için biraz “Eski Türk Düşünce Sistemini, Türk Kozmolojisini, Türk Mitolojisini” bilmek lâzım: Evrenin yaratılışı-düzeni, Gök Tanrı inancı, kut anlayışı, gök-yer ilişkisi, gök kültü, yer kültü (erlik), atalar kültü, su kültü, ateş kültü gibi “Milli Kültür Değerleri”mize ve hatta halk kültürümüze yönelmemiz gerekiyor.
Çocukluğumun geçtiği Elbistan, “Türk Halk Kültürü”nün yoğun yaşandığı bir yer olmasına, içinde yaşamama, yabancısı olmama rağmen; bilinçsizdim ve farkında olmadan sadece seyirlik olarak görüyordum.
Konuya dönersem: Prof.Dr.Bahaeddin Ögel; “Tek Tanrılı dinin veya monotheism’in çok erken olarak doğuşunu belki de Türklerin yaşayış ve çevrelerine bağlayabiliriz. …Ancak Gök dini denince gökle ilgili çeşitli törenler, seremoniler, tapınmalar akla gelmelidir. …göğü ve yeri yaratan bir güç veya bir tek hâlik vardı (Türklerde Devlet Anlayışı, Ötüken Neşriyat-2016, s.34-35-36)”.
Orhun Abideleri’nde: “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış” (Prof.Dr. Muharrem Ergin, Boğaziçi yayınları, 1973, s.20”. Gök-yer-insan üçlüsünden Bahaeddin Ögel de bahsetmektedir.
Yılmaz Öztuna: “Gök Tanrı dininden Oğuzlar, Arab seyyahı İbnü Fadlan’ın müşahedesine göre, başlarını göğe kaldırarak ‘Bir Tengri’ diye dilekte bulunuyorlardı. VI.asır Bizans tarihçisi Menander, Türklerin ‘kâinatın yaratıcısı Tek Tanrı’ya inandıklarını’ yazmaktadır (Büyük Türkiye Tarihi, c.10/s.170)”.
Fransız tarihçi Rene Grousset: “…yalnız, göğün ve yerin biricik varlık sebebi tanıdıkları bir tanrıya tapar ve onu anarlar. Ona at, öküz ve koyun kurban ederler (Stepler İmparatorluğu, Tercüme: Prof.Dr. Halil İnalcık, TTK Yayını-2011, s.100)”.
Doç.Dr.Serdar Sağlam ise; “…Eski Türkler tabiatta bir takım gizli kuvvetlerin varlığına inanıyorlardı: dağ, tepe, kaya, vadi, ırmak, su kaynağı, mağara, ağaç, orman, volkanik göl, deniz, demir, kılıç vs. ayrıca güneş, ay, yıldız, yıldırım, gök gürültüsü, şimşek gibi… (Sarıkeçililerde Dini Hayat ve İnanışlar, Son Konar-Göçerlerin Sosyo-Kültürel Yapısı, Hacettepe Ün. Yayınları-2005 s.74)
Prof.Dr.Reşat Genç: “…Tabiatın canlanması ile ilgili olarak, eski Türklerde yağmurun bütün tabiatı yeşerten -yani eski Türklere göre, yaşartan- bir tabiat vergisi olarak değerlendirildiği bilinmektedir. Bu yüzden ‘yaş’ sözü hem ıslaklık hem de suyun (tabiî yağmurun da) canlandırdığı yeşilliklerin adı oluyordu. Dolayısıyla, yaşarmak (ıslak olmak, ıslanmak) ile yeşermek, yeşillenmek aynı fiil ile ve ‘yaşarmak’ olarak ifade ediliyordu. Yaşıl da yeşil renk demek oluyordu.
Bugün yeryüzünde yaşayan Türklerin hemen tamamı yaş sözünü insan ömrü için de kullanmaktadırlar. Ayrıca pek çok Türk topluluğunda yaş, genç insan demektir ve genellikle yaş yiğit (caş cigit veya cas cigit) = delikanlı anlamına kullanılmaktadır. Bunun şuradan ileri geldiği anlaşılıyor: Eski Türkler yaşlarını söylerken, ‘ben 20 yaşarma (yeşerme) gördüm’ derlerdi. Böyle bir söz, ‘ben 20 yaşındayım’ demekti. Herhalde bugün de kullandığımız yaş deyimi bu gelenekle ilgili olarak söylenmiş bir deyim olmalıdır”.
Zeynep Dokumacı, yaşıl/yeşil rengi açıklarken; “Bir taraftan kök (gök) buradan göğermek fiilinde olduğu gibi bir anlamı, diğer taraftan mavi=gök anlamı taşımaktadır; ümit, sevinç, niyet, kutsallık ve bereket bildiren bu kelimenin kökünde yaş (=ıslak) olması dolayısıyla bolluk ve rahatı sağlayan bereketin sembolü olması olağandır…
Ak gibi göğün de ululuk, kutsallık anlamı vardır. Türk kültüründe genellikle ‘gök’ rengi olarak ifade edilen mavi kutsal sayılan göğün ve suyun simgesidir. Sonsuzluğu, türeyişi, emniyet ve dinginliği çağrıştırır. Dostluk, sadakat, refah, aydınlık, temizlik ve ruhanilik simgesidir.
Gök rengi aynı zamanda bir yön adı olarak da doğunun, doğumun, varlığın, başlangıcın, ilk olma durumunun ifadesi olarak kabul edilmiştir (Türk Kültürünü Hangi Renkler Anlatır?)”.
Ömür dediğin
Eski Türklerde yıl; ilkbahar mevsiminin ilk ayı olan Mart’la başlardı. Bu ayda hayvanların sayımı yapılır ve yaylalara göçmeye başlanırdı. Dolayısıyla mali yıl da Mart’la başlardı. (Memuriyete başladığım 1974’de Malî Yıl-Bütçe Yılı 1 Mart’ta başlıyordu; 1983’de 1 Ocak başlangıç oldu.)
Tanrı, canlı-cansız her şeye bir ömür biçmiştir: Bitkiler, yıl boyunca (mevsimlere/ aylara göre) şekil ve renk değiştirirler: İlkbaharda; gökten yere inen su (yağmur-kar vb.) ile tohumlar çillenir, yaşarır (yeşerir). Yazın; sararmaya başlar, ekinler başağa döner, ağaçlar meyve verir. Sonbaharda ise sararıp solarlar. Ağaçların büyük çoğunluğu yaprak döker; meyve, sebze ve ekinler hasat edilir. Bu devridaim, her yıl tekrar eder. Bu durum bir ölüme benzese de doğanın öldüğü anlamına gelmez!..
Dört mevsimi yaşayan canlılar olduğu gibi bazıları dört mevsimi de göremezler, kısa ömürlüdürler. Baharda yeşeren bitkilerin bazıları, güzün -kendiliğinden ya da insan eliyle- yok olur. Çam gibi bazı ağaçlar yeşil kalır.
Araştırmalara veya uygulamalara dayanarak diğer canlıların ömrünü az-çok tahmin etsek bile insanların ömür sürelerini bilemiyoruz. İnsan oğlunun bazısı kısa yaşıyor; bazısı doğuyor, büyüyor, gelişiyor, olgunlaşıyor, bilge (aksakallı) oluyor ve vadesi gelince ölüyor.
Tabiatın yaşarması- yeşermesi ile başlayan bu bir yıllık süre, anladığım kadarıyla bir yaşarma (yeşerme) dönemi sayılıyor. Bu yaşarma (yeşerme) ile başlayan her yıl insanoğlu için bir yaş yılı oluyor.
“Yaşar” adı, “yaşamak” fiiliyle bağlantılı olarak “ölmesin, yaşasın” anlamında düşünülmüş. “Yaşarmak” fiili ise “yaş” kökünden hem ıslak olmak, ıslanmak hem de yeşermek, yeşillenmek anlamında kullanılmaktadır: Fiilin gökle bağlantılı olması sebebiyle ululuk, kutsallık, sonsuzluk, sessizlik, huzur, duygusallık, bolluk, bereket; güneşin doğduğu yön itibariyle de doğumu, varlığı, başlangıcı anlatmaktadır.
“Türkler’de Renklerin Anlamı” başlıklı yazılarımı hazırlarken, “yaşar” adının farklı anlamlarını -yukarıdaki ifadelerden hareketle- böyle yorumladım. Başlıktaki ifadeyle eski Türklerin söyleyişi gibi "ben 70 yaşındayım” demek istedim.
Sonuç olarak; “yaşar” sözcüğü; ister “yaşamak” isterse “yaşarmak” fiilinden türetilmiş olsun, sonuçta ölümden kaçış yok. Şarkıdaki gibi “Ömür, çiçek kadar narin/Bir gün kadar kısa…”