Kişiliğimizin gelişmesinde ve davranışlarımızın değişmesinde; eğitimin katkısı kadar “Millî Kültür”ümüzün, “Yerel Kültür”ün, “çevre ve aile ortamı”nın da etkisi olmaktadır: Ayrıca tanışıp görüştüğümüz, samimiyet kurduğumuz kişilerin; bu kişilerle yaşadığımız iyi-kötü ilişkilerin rolü de vardır. Hani, halk arasında “dostlarını en iyi yolculukta, hastanede, hapishanede tanırsın” derler ya! İşte öyle. Gerçi bir hadiste; bu konu ticarette, komşulukta ve yolculukta şeklinde anlatılmaktadır. Her ikisi de makbulümüzdür.
Ankara Atatürk Öğrenci Yurdu’nda kaldığım üç yıl (1974-1977) boyunca farklı illerden gelen birçok kişi tanıdım, arkadaşlık kurdum; onlardan çok şeyler öğrendim. İnsanları tanımamda, gelişmemde ve olgunlaşmamda yurt hayatımın çok faydası olmuştur.
Başbuğ Dönemi
1970’li yıllarda çok çetin günlerden geçmiştik ama partimizin başlattığı “Gönül Seferberliği” çalışmaları ve verdiğimiz mücadele sayesinde milletimizin gönlüne girmiştik.
14 Ekim 1973 tarihinde yapılan genel seçimler sonucu MHP 3 milletvekili çıkarmıştı. Önce kurulan CHP-MSP koalisyon hükümetinin istifası üzerine Sadi Irmak hükümet kurmuş; ancak güven oyu alamamıştı. 31/03/1975 tarihinde Süleyman Demirel başbakanlığında AP-MSP-MGP-MHP’nden oluşan 39.hükümet kurulmuş ve 21 Haziran 1977 tarihine kadar görev yapmıştı. Hükümette; MHP adına başbakan yardımcısı olarak Alparslan Türkeş ve bir devlet bakanı görev almıştı.
5 Haziran 1977 Genel Seçimlerinde ise MHP 16 milletvekili çıkardı. 21/07/1977 tarihinde Süleyman Demirel’in başbakanlığında AP-MSP-MHP’den oluşan 41.Hükümet kuruldu. Bu hükümette MHP’nin; biri başbakan yardımcısı, biri devlet bakanlığı ve 3’ü icraatçı bakanlık olmak üzere 5 bakanlığı vardı. Ancak, bu hükümet fazla sürmedi ve ardından 05/01/1978’de Bülent Ecevit, 42.Hükümeti kurdu.
Başbuğumuzun zamanında iki defa iktidar ortağı olduk ve hükümet içerisinde sözümüz geçiyordu. Ülkücülerin ve ülkücü kuruluşların itibarlarının yanı sıra etkileri görülüyordu. Arkadaşlarımız işe girdiler; devlet kademelerinde görevlere ve makamlara geldiler, bürokraside yer edindiler. Dolayısıyla hem dava arkadaşlarımızın hem de vatandaşlarımızın işlerini görme ve yardımcı olma imkânını elde ettik. Devletin vatandaşa sunduğu hizmetler de vatandaşla birebir muhatap oluyorduk.
Ecevit hükümeti döneminde hiç unutulmayan bir faaliyet gerçekleştirmiştik. 15 Nisan 1978’de “Büyük Ankara Yürüyüşü ve Mitingi”ni yaptık. Ankara, o güne kadar belki de böyle bir eylem görmemişti.
Tabii bu dönemde sol içinde olduğu gibi sağ içinde de hizipleşmeler vardı; sağ-muhafazakâr kesimde ayrışmalar görülüyordu. Bazı şairlerimiz ve edebiyatçılarımız MSP’den uzaklaşmaya başlamışlardı. Mesela; mitinge Necip Fazıl Kısakürek de katılmış ve kürsüden yürüyüş için yazdığı uzun bir şiir okumuştu.
Ancak, 12 Eylül 1980 tarihinde askeri darbe oldu. Davamız, en büyük zararı bu dönemde yaşadı. Darbenin asıl amacının MHP’ye ve ülkücülere karşı olduğu, zamanla ortaya çıkmıştır. Emperyal devletler ve piyonları; hedeflerine engel olarak her zaman millî güçleri görmüşlerdir. Maalesef! Darbe yönetimi; acımasızca gencecik arkadaşlarımızı idam etti; hapishanelerde işkence ve çile çektirdiler; devlet kurumlarında çalışanları işten attılar veya sürgün ettiler.
Partiden kopmalar
Karizmatik bir lidere sahip olmamız dolayısıyla camiamız içindeki bazı sıkıntılar büyümeden çözülüyordu. Hem davamız hem de camiamız, esas darbeyi 12 Eylül askeri müdahalesiyle yemiştir. Az-çok bunları bildiğinizi düşündüğümden ayrıntıya girmeyeceğim.
12 Eylül sonrası açılan “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” davasının uzun sürmesi, liderimizin ve önde gelen başkanlarımızın hapiste olmaları sebebiyle siyasi bir boşluk doğmuştu. Ülkücüler, bu dönemde arayış içine girdiler; bazıları çeşitli cemaat ve tarikatlara yöneldiler.
Muhafazakâr Parti kuruldu; sonra adı Milliyetçi Çalışma Partisi oldu. Ancak, partiye genel başkan olanlar, ülkücü tabanda hep tartışıldı. Türkeş’in hapisten çıkmasından ve ardından yasakların kalkmasıyla siyasi mücadelemiz yeniden başladı. Buna rağmen bazı hoşnutsuzluklar devam ediyordu. Çeşitli çevrelerde “Türkeş artık yaşlandı” gibi laflar ediliyor; fitne, fesat, dedikodular ortada dolaşıyordu.
Ülke ve il genelinde çift barajlı sistemin getirdiği zorluklar sebebiyle 20 Ekim 1991 seçimlerine RF-MÇP-IDP’den oluşan ittifakla girildi. Bu seçimde 62 milletvekili çıkartıldı ve MÇP 19 milletvekili kazandı. Bir süre sonra MÇP tekrar MHP ismini aldı.
1992 yılında Muhsin Yazıcıoğlu başkanlığında Ahmet Özdemir, Esat Bütün, İsmet Gür, Ökkeş Şendiller ve Saffet Topaktaş’tan oluşan altı milletvekili partiden ayrıldılar. Siyasal İslâmcılar’ın etkisinde kalıp kalmadıklarını bilemiyorum. Yalnız, o günlerde bu ayrılışın arkasında Turgut Özal’ın ve bazı tarikatların olduğu söyleniyordu.
Bu arkadaşlarımız, “Millî Mutabakat Çağrısı” başlıklı bir bildiri yayınladılar ve siyasi faaliyetleri yürütmek üzere 29 Ağustos 1992 tarihinde Tuna Caddesi’nde bina açılışı yaptılar. Açılışta yoktum ama bahsettiğim bildiri ve davetiye elimde var. “Yeni Oluşum” çalışmaları Büyük Birlik Partisi (BBP) kurularak tamamlandı.
Türk-İslâm Sentezi
Üzerinde tartışılan bir konumuz da budur. Bu başlıkla çıkan kitap ve makaleleri okumuşsunuzdur. Bence, bu mesele; İslâmî çevrelerin “Türklük mü, İslâmiyet mi?” sorusuna dayanıyor. Yazıyı hazırlarken Aydınlar Ocağı Başkanı Prof.Dr.Mustafa E.Erkal hocanın, 1 Şubat’ta yazdığı makalesine rast geldim; güzel bir makale. Makalenin bazı bölümlerini paylaşmak istedim.
“…Bizim “Türk-İslam ülküsü”, “Türk-İslam kültürü” olarak ifade etmeyi daha uygun bulduğumuz kavramın ortaya çıkış tarihi 12 Eylül 1980 darbesinden çok öncedir. Siyasi bakımdan bu kavramın ortaya çıkışına ortam hazırlayan Adana’da yapılan CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) kongresidir. Bu kongrede kültürümüzün iki temel unsuru esas alınmış, gereksiz tartışmalar önlenmiş, temel kültür özelliğimiz Türk’lüğe ve Türk üslubu içinde İslam’ı yaşamaya bağlanmıştır...
Prof.Dr.İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü kitabının özeti niteliğinde bir kitap hazırlığı yapar. Bu kitaba da… “Türk Medeniyet Tarihi Üzerine” ismini koymaya hazırlanır… Kafesoğlu 1984 yılının Ağustos’unda Allah’ın rahmetine kavuşur... Bu kitaba daha sonra yönetimce yeterince görüşülmeden Türk-İslam Sentezi ismi konur. Özal döneminin siyasi şartları da buna uygundur.
Ancak bir fikri hazırlık yapıyorsanız ve hele yeni bir kavramı bir fikir ve düşünce kuruluşu olarak ortaya koyuyorsanız; bunun altına fikirle doldurmak zorundasınız.
…Türk milliyetçiliği çizgisinde olan yerli ve milli bir kuruluştur. Devletimizin kurucu iradesine ve felsefesine bağlı, Cumhuriyetle ve milli kimlikle kavgalı olmayan kuruluşumuzu artık bazılarından ayırmak gerekir… Milliyet ve mensup olunan din dairesi birbirine rakip de değildir. Bunlar ayrı şeylerdir. Bizler her iki mensubiyetten de şeref duyarız.”
Her şeye rağmen Başbuğumuzun hükümetler üzerindeki etkisi 1990'lı yıllarda da devam etmiştir; özellikle terör ve bölücülük konusunda hükümet yönlendirilmiştir. Ancak, 4 Nisan 1997’de aniden vefat etmesi, hepimize büyük bir travma yaşatmıştır.