Deprem bir gerçektir ve yüz yıllardır olmaktadır; bundan sonra da olacaktır. Ülkemiz deprem kuşağında olduğuna göre tedbirlerimizi almak zorundayız. “Asrın felaketi” diyerek depreme hazır olmayışımızı, gecikmeyi, organizasyon ve koordinasyon eksikliğini görmemezlikten gelemeyiz.
Genel merkezler hariç her il ve ilçede AFAD’ın ve Kızılay’ın şubeleri var. Hiç değilse depremin ilk anında bu şubelerin görevlilerinin alanlarda olmaları gerekmez miydi? Ama yoklardı. Genel Merkez’e gelince; bölgeye kurtarma, çadır ve gıda yardımında geç kaldı. Bırakın enkaz altında kalanlara müdahaleyi, dışardakilere bir tas çorba bile dağıtamadılar. Herhalde onlar da şoktan çıkamamışlardı!..
Evet, deprem çok geniş bir alanı kapsıyor ama hazırlıksız olmaya gerekçe değildir. Ne merkezin ne de yerelin hazır olmadığı görüldü. Halbuki; iyi bir planla, organizasyonla, koordinasyonla, elemanlarla süratle uygulamaya geçilmesi gerekirdi.
Ya karar verme ve uygulama yetkileri olmadığından müdahalede tereddüt yaşadılar ya da yukarıdan talimat beklediler: Yerel yöneticiler de 3-4 gün ortada görülmediler.
Bölgeye gelen bakanların “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla…” diye söze başlamaları, nasıl bir sistemle yönetildiğimizi açıkça ortaya koymaktadır.
Tespitlerime gelince;
1- Eskiden afetlerde ilk önce asker alanda olurdu ve hemen müdahalede bulunurdu. Sahra çadırları kurarak ihtiyaç sahiplerine su, ekmek, çorba gibi yardım yaparlardı. Kurtarma çalışmaları yanında, kurduğu sahra hastanesi ile yaralıları tedavi ederlerdi.
Armağan Kuloğlu: “TSK’nın mevcut yapısı, elindeki imkânları, çeşitli durumlar karşısında süratle teşkilatlanma, organize olma ve her duruma adapte olabilme kabiliyeti, tecrübesi ve disiplinli hareket edebilme özelliği, tabii afetlerde de görev almasına ve bunu etkili bir şekilde yerine getirmesine uygundur. Devletin tüm organlarıyla iş birliği içinde görev yapabilir. Türk Milletinin TSK’yı bu durumlarda yanında görmesi ona moral, cesaret ve güven de verir. (Yeniçağ, 17/02/2023)” demektedir.
Askerin alanda olmayışının sebebi; meğer EMASYA Protokolü’nün yürürlükten kaldırılmasıymış, emir beklenmiş!..
2- AFAD’ın ve Kızılay’ın il ve ilçelerdeki ekiplerinin ve ekipmanların hemen alana çıkarak çadırları kurması, gıda yardımı veya yemek olmasa da su, ekmek gibi zorunlu ihtiyaçlar karşılaması gerekirdi. İnsanlar çok zorda kaldılar. Müdahalede geç kalındı; çadırlar bile sanıyorum 8.günü kurulmaya başlandı.
3- Kurtarma ekiplerinin enkazlara yönlendirilmesi hususunda bir organizasyon olmadığı gibi aynı ekibin elemanları arasında da koordinasyon yoktu.
Ekip elemanları, her kurtarmada bir kargaşa- karmaşa yaşıyorlardı. Herhalde kimin ne iş yapacağı veya görev tanımları onlara öğretilmemişti. Bir gürültü, bir patırtı, her kafadan ayrı ses ve emirler…
Yine, kurtarma esnasında ya da enkaz altındaki insanımızın çıkarılması sırasında nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı; bağırtı-çağırtı, sevinç kahkahaları duyuluyordu. Davranışlarından, sanki -psikoloji eğitimi de dahil- hiç eğitim verilmemiş gibiydi.
Bir de “Tekbir korosu” vardı. Depremzede enkazdan çıkarılırken -istem dışı değil- özellikle birisi “tekbir” diyor; diğerleri -üç defa- “Allahu ekber” diye avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Kurtarma işi şova dönüştürüldü. Bu durum, aynı zamanda AFAD’daki zihniyeti de ortaya koydu. Neyse ki “ikaz üzerine” sonraları sessizlik olmaya başladı.
4- Her felakette olduğu gibi yurtiçinden vatandaşlarımız hemen yardıma koştular. Hatta bazı sivil/gönüllü kuruluşlar kamu kuruluşlarından daha önce bölgeye ulaşarak, sıkıntı yaşasalar da yardımları dağıtabildiler. Belediyelerin yardımlarını da unutmamak gerekir.
Diğer yandan; 4.seviye alarma geçip uluslararası yardım istememiz sebebiyle dost, kardeş ya da düşman (dış güçler!) toplam 67 ülkeden kurtarma ekipleri ve yardımlar geldi. Bazıları güvenliğin olmadığını veya çeşitli sebepler öne sürerek erken ayrıldılar.
5- Depremin en büyük sebeplerinden biri “imar afları”dır. Maalesef! Bunda iktidarın günahı vardır. Hazineye gelir sağlamak amaçlansa da bu kaçak yapılar, insanlarımızın mezarı olmuştur. Bence; kanunlara, hatta Anayasa’mıza kesin hüküm konularak “imar affı” çıkarılması yasaklanmalı ve cezalar artırılmalıdır.
6- İnsanların depremin etkisiyle şoka girdiği, canının telaşına düştüğü, enkaz altında kalan yakınlarını kurtarmaya çalıştığı, sağ olup olmadıklarından endişe ettiği, çığlıkla sağa-sola koşup yardım istediği sırada sela okutmakta neyin nesidir?..
7- Deprem hassas bir bölgemizde olmuştur. Bu sebeple, demografik yapının bozulmamasına çok dikkat etmek gerekmektedir.
8- Nedendir bilemiyorum; enkazın kaldırılması hususunda bir telaş ve acelecilik var!.. Yine, rant mı?.. Bu kadar yaşananlara rağmen hâlâ rant peşinde olunmamalıdır.
9- Diğer bir acelecilik de -her felaket sonrası olduğu gibi- “Türkiye Tek Yürek” sloganıyla televizyonda para yardımı toplanmasına girişilmesi… 115 milyar 146 milyon 528 bin TL toplandığı açıklandı. İki haftadır Cuma sonrası camilerde de yardım toplanıyor.
Hani, devletimiz güçlü diyordunuz; yardım toplama neyin nesi?.. Sanki milletimizin merhamet duygusu sömürülüyor gibi… Burada felaketleri fırsata çevirme aklı var!..
Özel bankalar ve kuruluşlar neyse; bu kamu bankaları kimin parasına kime bağışlıyor. Her kararı talimatla alanlar, nasıl oluyor da 30 milyar, 20 milyar bağışta bulunabiliyorlar!.. Merkez Bankası başkanı savunma yapmış: “Özrü kabahatinden büyük.” Mevzuatımızda bunlar suç ama dinleyen kim? Zaten hemen o gece bir kararname ile bağış sınırı kaldırıldı.
Devletten ballı ihale alanlar, şovlarını çok güzel yaptılar. Ne kadar bağışsever ve bonkerlermiş; gözlerimiz yaşardı!.. Nasıl olsa vergiden de düşebiliyorlar. Bağışların, onlara hiçbir zararı yok. Keyifleri yerinde!.. Tabii, söz verdikleri bağış miktarlarını yatıracaklar mı, o da soru işareti?..
10- Ama gönüllülerin, sivil toplum kuruluşlarının topladığı yardımlara gelince, dağıtma izni vermiyorlar; “biz dağıtacağız” diyorlar. Her türlü zorluğu çıkarıyorlar.
Meşhur bir söz var: “Şuyu vukuundan beterdir” diye; aynen öyle… Televizyonda gördüklerimizin dışında sosyal medya görüntüleri ve anlatılanlar, bu deyimi doğrular mahiyette. Seyrederken bile göze çarpıyor, anlaşılıyor.
Maalesef! Yurtiçinden ve yurtdışından gelen arama-kurtarma ekiplerinin ve gönüllülerin yardımları adil ve yerli-yerince yönlendirilemediği düşüncesi oluştu.
Kısacası; el attıkları her kurum ve kuruluş tel tel dökülüyor. Kızılay’ın bazı görevleri AFAD’a verilerek yasal olarak iki ayrı kurum oluşturulmuş ama henüz kurumsallaşamadıkları ortaya çıktı.
“İşi ehline veriniz” mealindeki ayete uyulmamış (Nisa,58), liyakatsiz kadrolar makamlara atanmıştır. Bu deprem bize, depremle veya kurtarma ile ilgili hiçbir eğitim almayan kişilere görev verildiğini göstermiştir.
Makul, yapıcı, olumlu olmak ve katkıda bulunmak; kırıcı, yıpratıcı, çatışmacı olmamak kaydıyla yapılan eleştiriler her zaman faydalıdır. Eleştiri olmayan yerde yanlışların, hataların, eksiklerin farkına varılmaz ve o işi yapanlar doğru yaptıklarına inanırlar. Ehil olmayan, liyakatsiz, tecrübesiz, yeteneksiz ve öngörüsüz kimseler her yaptıklarının doğru sanırlar. Oysa işler; tartışarak ortak akıl ve düşüncede buluşarak başarılır. Bunu bilmek ve görmek zorundayız.
Zaman birlik ve tek yürek olma zamanıdır: Doğrudur. Ancak, öncelikle bu birliği sağlaması gereken iktidar yetkililerinin doğruları konuşup, doğru yönlendirme yapmaları; depremden önce olduğu gibi seçim kaygısıyla hareket etmemeleri gerekmektedir.