Ülkemizin yaşadığı büyük felaket ve geleceğimizle ilgili çok önemli bir seçim ortamında, böyle bir yazı hoş olmayabilir ama farklı konulara yönelerek, sizleri biraz bu gerginlikten ve stresten uzaklaştırmak istiyorum.
Her yıl 21 Mart geldiğinde çocukluğum aklıma gelir. Küçükken birçok defalar Nevruz Bayramı’nın heyecanını yaşadım. Cemreler düşmeye başlayınca içimizde bir ferahlık olurdu; çünkü, artık ağır kış şartlarından kurtulacaktık.
Cemreler; aynı zamanda Nevruz Bayramı’nın yaklaştığını ve baharın geldiğini müjdeler. Gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart’ta gündüzler uzamaya başlayacak, artık tabiat yeşerecek ve havalar ısınacaktır.
İşte bu yazımda, UNESCO tarafından kabul edilen “Somut olmayan kültürel mirasımız” Nevruz’dan bahsedeceğim.
“Türkler’de renklerin anlamı” başlıklı seri yazılarımda bahsetmiştim: “Konar-göçer Türkler; ekonomik hayatlarını hayvan sürülerini ve yavrularını çoğaltarak sürdürmektedirler. Hayvanlarını otlağa çıkarmaları için otların yeşermesi gerekmektedir. Bu yüzden yeşil renge büyük önem vermişlerdir. Daha M.Ö. 8.yüzyılda 9 ve 21 Mart tarihleri, yani otların yeşermeye başladığı dönem, Türkler tarafından yılbaşı ve bahar bayramı olarak kutlanırdı. Türkler, Farslarla (İranlılarla) temas etmeden önce, yani Nevruz kelimesini Farslardan alıp kullanmadan önce bu yılbaşı günü için yeni kün, ergen kün (erginlik yani olgunluk günü; ergenekon) vb.adlarla adlandırmışlardır.
Eski Türkler yağmuru, bütün tabiatı yeşerten/ yaşartan bir tabiat vergisi olarak değerlendirmektedir. Bu yüzden ‘yaş’ sözü hem ıslaklık hem de suyun (tabiî yağmurun) canlandırdığı yeşilliklerin adı oluyor. Dolayısıyla, yaşarmak (ıslak olmak, ıslanmak) ile yeşermek, yeşillenmek aynı fiil ile ve ‘yaşarmak’ olarak ifade ediliyor. Diğer taraftan yaşıl kök/ yeşil gök tabirinin Türklerde gökyüzü anlamında kullanıldığını da görüyoruz ki bugün de Türkçede göğermek sözünün yeşermek anlamında kullanıldığı malûmdur.”
Aslında bugün; tabiatın yeniden dirilmesi, yıl esaslı zaman değişiminin başlaması ve bu değişimden dolayı Tanrı’ya şükrün bir ifadesi olarak kutlanıyor. Aynı zamanda bugün Türklerde yılbaşıdır. Ahırlardan, ağıllardan çıkan hayvanlar sayılır ve yaylaya göç hazırlıkları başlar. (Eski devletlerimizde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde de “Mali Yılbaşı” Mart ayı idi; 1983 yılında 1 Ocak’a alındı.)
Diğer yandan; 21 Mart “Türklerin Ergenekon’dan çıkışı”nın günüdür; bir bayramdır. O günü temsilen, bir demir parçasını kızdırıp örsün üstünde önce Hakan, sonra beyler çekiçle döverlerdi. Demir dağın eritilmesi misali… Yakılan ateş üzerinden atlayarak kötülükleri ve uğursuzlukları kovarlardı.
Nevruz hem özgürlük hem de bahar bayramıdır; hayat, ümit, sevinç, niyet, kutsallık, bolluk ve bereketin sembolüdür.
Nevruz heyecanımız
Neredeyse bir ay önceden başlardı. Nevruz’a kadar evde bir kabın içinde buğday yeşertirdik. İsmini tam hatırlayamıyorum ama sanıyorum Azerbaycan’da söylendiği gibi “Semeni”ydi. Azerbaycan’da bu sürece “Semeni göğertmek” diyorlar. Bu gelenek, Türk halk kültüründe “yaşam otu” olarak adlandırılır ve önemli bir semboldür: Toprağın uyanışını ve baharın gelişini temsil eder. Rengarenk kaplarda buğday, mısır ve nohut gibi tahıl ürünleri yeşertilir.
Hatırladığım kadarıyla anlatmaya çalışacağım: O zamanlar evlerde kullanılan tabaklar veya sahanlar genelde bakır olurdu. Bir bakır tabağa (sahan) biraz toprak kor (galiba yün veya pamukla da yapıyorduk) ve yıkanmış buğday tanelerini üstüne dağıtırdık, sonra da sulardık. Kabı güneş alan bir yere koyarak filizlenmesini beklerdik. Gün aşırı sulardık. Her çocuk kendisi için hazırlardı. Özenle takip ettiğimiz bu tohumlar çillenip bayrama kadar yaklaşık 15 cm’ye ulaşırdı. Canlı yeşil haliyle tabak içinde çok güzel dururdu.
İmkânı olanlar bu Semeni’den daha fazla hazırlayarak akrabalarına, arkadaşlarına, komşularına hediye ederlerdi; herkes mutlu olurdu. Birbirlerine ziyarette bulunurlar; kırgınlar, küskünler barışırlardı.
Bazı bölgelerde, buğday taneleri seçilerek 2-3 gün su içerisinde bekletilip, belirli şişkinliğe eriştikten sonra tatlısı yapılıyormuş. Bazı yerlerde de horoz dövüştürürlermiş.
Yumurta tokuşturma
Nevruz’da hatırladıklarımdan biri de yumurta tokuşturmaktır. Anam ya da ablalarım, Nevruz sabahı yumurta kaynatırlardı: Kaynatılan kaba soğan kabuğu atarak yumurtaların kabuklarını renklendirirlerdi; kahverengi bir renk alırdı. Bu yumurtalardan ben ve kardeşlerim birer tane alıp ya kendi aramızda ya da sokakta arkadaşlarla tokuştururduk. Avucumuz içine aldığımız yumurtanın sivri tarafını dışarı getirerek birimiz avucumuzda tutar, diğer birimiz ise sivri tarafı ile hafifçe vururdu. Kimin yumurtası kırılırsa o kaybederdi; diğer kardeşlerimle veya arkadaşlarla devam ederdik. En sona kalan kazanırdı.
Mesire alanı
Elbistan’ın batı tarafındaki Battal Köprüsü’nü geçmeden, sağdan kuzeye doğru Ceyhan Nehri boyunca 500 m. kadar patika yolla gidilen bir mesire (piknik) alanı vardı. Elbistan’ın kuzeyinden geçen Söğütlü Çayı, burada Ceyhan Nehri ile birleşirdi. Bu üçgen şeklindeki alana “Suçatı” denirdi. Ağaçlık bir alandı ve 30 sene öncesine kadar şehir halkının bir bölümü Nevruz ve Hıdırellez’i burada kutlardı.
Eğer 21 Mart’ta hava güzelse Suçatı’na gidilirdi. Evde hazırlanan her şey buraya taşınırdı. Yerlere kilim ve hasırlar serilerek aileler veya sülaleler öbek öbek otururlardı. Oyunlar oynanır, eğlenceler yapılır, ağaçlar altında gezilirdi. Gençler birbirlerini görür, tanışır, sohbet ederlerdi. Tören, ikindi vaktine kadar sürer, daha sonra evlere dönülürdü.
21 Mart’ta bazan kar yağışı ve soğuk devam ederdi. Bu sebeple Nevruz kutlamalarının aksadığı olurdu. 6 Mayıs’ta hava şartları daha iyi olduğundan, halk zamanla Hıdırellez’e önem verdi ve kutlanır oldu: Nevruz geri plana düştü.
Bahar temizliği
21 Mart’ta çoğu zaman kar olurdu. Artık evlerden sobalar kaldırılmaya başlanırdı. Yere serilen kilim, hasır, halı, yatak gibi eşyalar dışarı çıkarılarak karlar üzerine serilir; çalı süpürgesi ile süpürülür ve karlarla temizlenirdi: Mikroplar öldürülürdü. Kar yoksa suyla temizlenirdi. Havalar iyi ve güneşliyse odalar kireçle badana yapılırdı. Köşe bucak temizlenir ve yeniden yerleşilirdi.
Türk Dünyası
Nevruz; bütün Türk Dünyası’nda ve farklı milletlerde bayram olarak kutlandığı halde biz de unutulmaya veya unutturulmaya yüz tutmuş. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Atatürk’ün de katıldığı kutlamalar yapıldığını biliyoruz. Sonra hangi gerekçeyle kutlanmaktan vazgeçildi, bilemiyorum.
1991 yılında SSCB’nin çökmesiyle birlikte ortaya bir “Türk Dünyası” gerçeği çıktı. Türk Devletleri arasında geliş-gidişler arttı. Medyanın, haberleşme ve iletişimin kolaylaşması sebebiyle Nevruz tekrar gündeme girdi: Yeniden devlet törenleriyle kutlanmaya başlandı ama henüz yeterince kutlanmıyor. Mevcut zihniyetten de kaynaklanıyor olabilir.
Manevî veya İslâmî gerekçelerle Hıdırellez’i kutluyor olsak da, Türk Dünyası’nın ve millî kültürün birlikteliği açısından, ayrıca Ergenekon’dan çıkışımızı ve baharı hatırlatması bakımından “Nevruz Bayramı” çok önemlidir.