Bu yazıda da Osmanlı’nın son dönemindeki “bütçe ve mali durumu”nu açıklamaya çalışacağım. Bundan önce yazdığım üç yazıda (Para Pul-28/11/2021, Osmanlı Maliyesi-05/12/2021, Osmanlı Maliyesi Çöküş-12/12/2021) bu konuyu işlemiş olsam da yıkılışın sebeplerini daha iyi öğrenmek açısından farklı kaynaklara bakmakta yarar gördüm.
Konuya, yine Prof.Dr. Bayram Kodaman’ın makalesindeki şu önemli cümlelerle gireceğim: “Bilindiği üzere, 18.yüzyılın ikinci yarısında başlayan sanayi devrimine kadar devletler ve fertler için sermayenin, hakimiyetin, gücün, kudretin, zenginliğin vazgeçilmez kaynağı topraktır. Sanayi devriminden önce kimin toprağı geniş, verimli ise, kim topraktan daha çok istifade edebiliyor ve toprağı daha iyi işletebiliyor ise, o devlet veya kişi daha güçlü, daha zengin, daha hâkim duruma gelebiliyordu. Bu bakımdan devletler daima daha geniş ve verimli topraklar elde edebilmek için fütuhat yapmayı hayat tarzı haline getirmişlerdir.
Fütuhat devletlere sadece toprak kazandırmıyor, aynı zamanda krallarına- padişahlarına, toplumlarına şan, şöhret, prestij ve el emeği kazandırdığı gibi dinine, ideolojisine, kültürüne, diline, töresine üstünlük de sağlıyordu. Dolayısıyla, her devlet gibi Osmanlı Devleti de bu anlayış çerçevesinde hareket ederek, toprak fütuhatına girişmiş ve büyük bir imparatorluk kurmuştur…
Kanuni’den sonra Osmanlı Devleti’nin gelir kaynakları azalmaya ve malî durumu bozulmaya başlamıştır. Bunun başlıca sebebi fütuhat döneminin kapanmasıyla Osmanlı hazinesi önemli bir gelir kaynağını kaybetmiştir. Buna paralel olarak coğrafi keşifler sonucu Osmanlı toprakları üzerinden geçen ticaret yollarının (İpek yolu) Okyanuslara kaymasıyla Osmanlı hazinesini ikinci önemli gelir kaynağından mahrum etmiştir. Üçüncüsü, Amerika’dan kıymetli madenlerin (altın-gümüş) Avrupa’ya oradan da Osmanlı İmparatorluğu’na akışı devletin fiyat ve mali politikasını altüst etmiştir. …Özellikle Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dan gelişmiş silah teknolojisini büyük miktarlarda para ödeyerek satın alması hazineye önemli ölçüde yük getirmiştir...
Bu olumsuzluklar karşısında Osmanlı hazinesi bir taraftan günden güne erirken, diğer taraftan tabiî sınırlarına dayanmış ve toprakları genişlemiş olan Osmanlı devleti miktarı günden güne artan bürokrasisine maaş ödemek ve yenilgilerin başlamasıyla da fazlalaşan harp masraflarını karşılamak mecburiyetinde kalması, üstelik daimi düzenli ordu bulundurma zaruretinin ortaya çıkması devlet hazinesine altından kalkamayacağı bir yük getirmiştir…
Osmanlıyı zaafa uğratan ikinci bir hareket de Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu kapitülasyonlarla yarı sömürge haline getirmesi ve ekonomik yönden çökertmesidir. Bu sömürgeleştirme faaliyeti 19.yüzyılda hızlanmış ve 1918’e kadar devam etmiştir…
…1838 Ticaret Antlaşması (Balta Limanı Antlaşması) yıkılış sürecini başlattı, dolayısıyla Osmanlıya çok ağıra mal oldu (Osmanlı Devleti’nin Yükseliş ve Çöküş Sebeplerine Genel Bakış, SDÜ Fen-Edebiyat Fak. Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık/2007, Sayı:16, ss.1-24).”
Aynı konuyu, Ekonomist Prof.Dr. Esfender Korkmaz da köşesinde işlemişti: “Kurtuluş Savaşı öncesinde ekonomiyi biz değil kapitülasyon hakları olanlar yönetiyordu. Çünkü Osmanlılarda II.Mehmet döneminde Venedikliler’e, Kanuni döneminde Fransızlar’a kapitülasyonlar verilmişti. Osmanlı Devleti dağılma döneminde Balta Limanı Ticaret Antlaşması ile İngilizler’e, Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Ruslar’a çeşitli kapitülasyonlar verildi.
Kapitülasyonlar tek taraflı olarak verilen ekonomik, hukuki ve siyasi imtiyazlardır. Bu imtiyazın verildiği devletler gümrüksüz mal sokabiliyordu. Yurt içi ticarette yerli halktan daha fazla teşvik görüyordu.
Kabotaj hakları vardı. Fakat kapitülasyonlar aynı zamanda yabancılara dokunulmazlık hakkı da veriyordu. Söz gelimi Fransızlara Osmanlı mahkemeleri ve polisi karışamıyordu.
Devletin iki önemli hükümranlık hakkı vardır. Birisi para basmak diğeri de vergi toplamak. İkisini de yapamıyordu. Çünkü Osmanlılarda Merkez Bankası işlevini Fransız Bankası olan Osmanlı Bankası yapıyordu. Vergilerin bir kısmını da yabancılar adına Düyunu Umumiye İdaresi topluyordu. …Yabancı hükümetlerin alacaklarını tahsil etmeleri için onlara verilen vergi toplama imtiyazı olarak ortaya çıkmıştır.
Düyun-u Umumiye İdaresi, II.Abdülhamit döneminde kuruldu… Duyunu Umumiye’ye giden yol, Osmanlı Devleti’nin dış borçlanmasıyla ortaya çıktı. İmparatorluk ilk dış borçlanmayı Kırım Savaşı sırasında savaşı finanse etmek için yaptı. …Savaş sonrası da maalesef dış borçlanma devam etti. Osmanlı İmparatorluğu, Dış borçları açıkları kapamak için aldığından aynı zamanda onları verimsiz kullanmış oldu.
Sonuçta 1874′te mali iflasın eşiğine gelindi… Çıkarılan kararname ile Osmanlı Devleti vadesi gelen borç taksitinin ancak yarısını ödeyeceğini açıkladı. Buna rağmen söz konusu taksiti de ödeyemedi.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Osmanlı Bankası ile Galata Bankerleri’nden iç borç aldı. Almış olduğu iç borçlarını da ödeyemeyeceğini açıkladı.
Osmanlı Devleti, sonunda alacaklılarla anlaşma yoluna gitti… vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı.
Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881’de bu vergilerin gelirleri hem iç hem de dış borçların ödenmesi için ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi'ne verildi.
Lozan Antlaşması ile, Osmanlı Devleti'ni yarı sömürge seviyesine indiren bu kurumun vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi.
Osmanlı borçları, Osmanlı topraklarında kurulan devletler arasında paylaştırıldı. En büyük borç yükü Türkiye'ye düştü. (Osmanlı borçlarının tasfiyesine ilişkin anlaşma 1 Aralık 1928’de TBMM’nde onaylandı) Türkiye, Düyun-u Umumiye’ye olan borcunun son taksitini, ilk dış borcun alınmasından tam bir yüzyıl sonra, 1954′te ödeyerek bitirdi (Siyasi ve ekonomik bağımsızlığımız, Yeniçağ, 23 Nisan 2020).”
Yılmaz Öztuna (Büyük Türkiye Tarihi); “1770’e doğru Türk ekonomisi dünyanın en üstün ekonomisi olma vasfını kaybetti. Cihan devleti de tabiatiyle sona erdi. Zira yalnız askeri güçle cihan devleti olmaz…
1854’e kadar dışarıdan tek kuruş borç almayan Türkiye, bu tarihten başlayarak sık sık dış istikraz yoluna gitmiş, iç istikrazlar da gittikçe artmıştır (c.9/s.112). Sultan Mecid devrinde Türkiye, Büyük Devletler içinde dış borçlarda birinci dereceye yükseldi (c.9/s.115).
“Sultan Mecid ve Sultan Aziz devirlerinden kalan borçlar, faiz ve mürekkep faizleriyle beraber, 1881 yılında 252 milyon altına yükselmişti… II.Abdülhamit’in 20 Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi ile …devletin tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık, sigara tekelleri ve bazı imtiyazlı eyaletlerin maktu vergileri, Düyun-ı Umumiye’ye bırakılıyordu (c.7/s.173-174).
…Osmanlı imparatorluğu, zayıf zamanlarında tek taraflı olarak bu ananeye icbar edilmiştir. Tarihimizde kötü hatıra bırakan kapitülasyonların menşei budur (c.3/s.468-469).
Tabiatıyle Cumhuriyet, tasavvur edilemeyecek derecede cılız bir ekonomi, sanayi ve tarım devraldı. (c.11/s.414)”
İşte Osmanlı Devleti’nin yıkılışındaki mali sebepler: Unutmayalım! Bir devletin mali gücü, o devletin büyük, güçlü ve itibarlı olmasıyla doğru orantılıdır.
Devamı haftaya…