Meslekte yaşadığımız olayları mümkün olduğunca, hukuki kalıp ve terimlerden arındırarak ve çoğu zaman da olayı değil, isimleri değiştirerek anlatmanın yararlı olduğuna inanırım.
Konusu senede bağlı basit bir alacak davası. Beyaz eşya mağazasından aldığı buzdolabı ve çamaşır makinası senetlerinin ilk altısı gecikmeli de olsa ödenmiş, son altısı ödenmemiş ve itiraz edilmiş.
Beyaza atılan imza, sahibini bağlar fakat bu vatandaş hem yazılan borca hem de imzalara itiraz ettiğinden dava itirazın kaldırılması amaçlı o zamanki İcra Tetkik Merciinde , şimdi İcra Mahkemesi oldu burada görülecek...
Borçlu ekonomik düzeyde orta sınıf altında dar gelirli sayılacak birisi. Müvekkilin ise işi, gücü, hali vakti yerinde bir esnaf ve çok iyiniyetli hatta fakir, fukara babası gibi.
Geciken ve ödenmeyen borçları için üç, beş defa aramış, bugün yarın derken aradan bir iki ay daha geçmiş.
Son aramada ise borçlu müvekkile hem hakaret, hem tehdit edince, alacağından bile vazgeçmiş fakat yapılan iyiliğe ve hakaretlere dayanamadığından bir gün yanıma geldi ve anlattı...
☆☆☆
İlk celseye barodan atanmış bir avukatı geldi. İtiraz edilen imzaların incelenmesi için grafoloji uzmanına dosyanın gönderilmesini talep ettik. İki celse sonra dosya döndü, imzalar incelendi ve imzaları kendi el yazısından sadır olduğu ( kendisinin imzaladığı) tespit edildi ve karar yazıldı borç kesinleşti.
Senetleri ve sair masrafları takibe koydum. Artık kaçacak bir deliği de yok. Baro avukatı genç arkadaş meslekte yeni ve dürüst bir meslektaş. Müvekkilimi aramış, o da ben karışmam artık diye bağlamış sözü.
Bir günde beni aradı anlattı durumu, birbirini kaldıramayan iki çocukları olduğunu, karısının temizlik işleri yaptığını, adamın da bir sitede kapıcılık yaptığını falan derken acındırmaya çalıştı.
Biz zaten biliyoruz durumları dedim. Hatta bu işler olmasaydı belki de bir iki senedin borcunu almayarak hayrına bırakmayı bile
düşündüğünü söyledim. Sıkışık durumlarından dolayı yine de acıyarak idare edeceğimizi ancak İcrada taahhüt sözleşmesi yapmasını istedim...
Malum; borcunu ödemeyen ve hakkında icra takibi başlatılan borçlunun borcunu ödemesi karşılığında verilen bir taahhüttür.
Uzun yıllar geçti aradan tam hatırlayamıyorum herhalde işim olacak ki, bu sözleşmeyi yapmak için müvekkili gönderdim. Hukukçular bilir. İİK 111 ve 340 maddelerince belirtilen hususlara göre sözleşmenin hazırlanması gerekir. Aksi taktirde taahhüdü ihlalden dolayı 3 aylık hapis cezası gerçekleşmez.Neyse geçelim bunları...
Müvekkil iki ayda ekstradan süre vererek icra taahhüt sözleşmesini aldı ve getirdi. Süresi geldi mübarek adam da tık yok. Telefonlara ya cevap vermiyor veya yine kaba saba hareketler devam ediyor. Ben adamı o güne kadar hiç tanımıyorum, merak da etmiyorum. En sonunda son bir defa bir de şu muhteremi ben arayım dedim.
Akşam oldu aradım, eşi çıktı kendisini çağırdı telefona.
-Allooo, kimsiniz, niye aradınız, kiminle görüşüyorum...
Halbuki hanımı ona avukat arıyor dediğini işittim.
Aman Allah’ım o ses de ne? Sesin heybetinden elimdeki telefonu bırak, sanki camlar bile titredi gibi!..
Tam bir mafya tarzı ses. Sanki mezarın altından çıkıyor gibi...Oldukça kalın, karanlık, asabi, hummalı, hırıltılı ve o kadar da sert! Hiç duymadım böylesini!..
Zannedersin ki, Kırkpınar meydanlarının yıllarca başpehlivanlığını yapmış,1.90 boyunda, 170 kg ağırlığında rahmetli KEL ALİÇO KONUŞUYOR!... Zangır, zangır her taraf titredi!...
-Abdülvahhap beyle mi görüşüyorum dedim.
-Evvett...Ta kendisi, niye aradınız bu saatte beni, evimde istirahat ediyorum anladın mı?
Adamın ismi bile sesine benziyor sanki. İçimden uğraşacağız bu adamla dedim.
-Ben falancanın avukatıyım gayet iyi biliyorsunuz, Hala ödemeleri yapmadınız. Hatta borcunuzu süresinde ödemediğiniz için temerrüde düşüp, ödeme taahhüdünü ihlal ettiğinizin farkındasınız herhalde. Bunun 3 ay da hapis cezası var...
- Ulan o şeyini, şey yaptığım dümbük şimdide seni mi aratmaya başladı... Benim gibi bir deliyle uğraşmanın ne olduğunu gösteririm size!...
3 ay değil, 3 sene olsun vız gelir bana anladın mı? Daha bir sürü şey...
- Bana bak. Abdülvahhap mısın ne olursan ol. Ben senden daha da deliyim sen de bunu anladın mı? Çok gördük senin gibilerini...
Kendine gel, terbiyesizlik yapma, aynen sana iade ediyorum o küfürleri. Tamam çok yakında görüşürüz bekle dedim ve kapattım telefonu...
***
Artık ok yaydan çıktı, kişisel meseleye dönüştü durum.
Ertesi günü eşi aradı, onun adına özür diledi bu adam böyle işte, yılardır çekiyorum böyle. Hele de iki kadeh içince, değişik, tanınmaz bir adam oluyor, kendisini dünyanın kralı zannediyor, ne olur kusura bakmayın...
Kendisi gelmedi ama eşini, mahkemede görmüştüm. Mazlum oldukça da güzelce, saf, temiz bir Anadolu kadını...
-Hamfendi artık yapacağımız bir şey yok. Kırdığı yumurta kırkı geçti...Zaten haciz talimatını çıkarttım, eve hacze geleceğiz hem de o kocan olacak herifi bu kış kıyamette 3 ay içerde yatıracağım bilmiş olun bu da benim son sözüm dedim ve kapattım.
Akşamı aynı ses bu defa o beni aradı.
-Benim evime gelecek, malları kaldıracak daha anasının karnından doğmadı, geleceğiniz varsa göreceğiniz de var anladın mı?...Ben şöyle yaparım, böyle yaparım...
Bende artık o kadar sinirlendim ki, gözüm karardı, bir şeyi görmüyorum. Bu hakaretlerin intikamını mutlaka alacağım, affı yok artık bu işin dedim kendime...
-Anladım hem de çok iyi anladım. Birkaç gün içinde görüşeceğiz bekle...
Ertesi gün bütün işlerimi erteledim. Tarih 29.12.2008.
Üsküdar, Kadıköy, Ümraniye gibi, İstanbul’un çeşitli ilçelerinde 40’a yakın adliye binası var. Hemen Üsküdar Adliyesine giderek, masrafları yatırdım, durumu Müdür beye izah ettim, yedi emin zaten ayarlanmış, her ihtimale karşı poliste çağırdık. Akşam saatlerine doğru sıra geldi.
***
Evin içindeki, buzdolabı, televizyon, fırın, çamaşır makinası, halı gibi taşınır ne varsa haczettik. Eşyaların çoğu eski zaten. Şimdi olduğu gibi değil, o zaman sayılarına bakılmadan bu tür menkul mallar haczedilip kaldırılabiliyordu.
Bir taraftan da suçsuz kadının ağlamalarına da dayanamıyorum, Müdür bey eşyaları yediemine götürmeyelim diye yüzüme bakıyor. Fakat tüm bunlara rağmen içimin acısını bastırarak, buzdolabında ne var ne yok boşaltıp depoya kaldırdık.
Dolabın içinde esasen yiyecek namına bir şey de yok. Sadece o kendini bilmez eşkıya sesli herifin üç kutu birası var. Haciz bitti, merdeyse karanlık olacak, adamla yine karşılaşamadık...
Oh bee , rahatladım yahu!..
Şimdi o serseri, nankör adam düşünsün içimden diyorum. Benim müvekkilim ise benden daha çok rahatladı. Adam tam bir nankör, ruhuna işlemiş sanki.
Müvekkil de, ben de borcu unuttuk artık. İyi bir ders almalı ve kesin karar verdik buna. Bunların ardından derhal taahhüdü ihlal suçundan dolayı hapis kararı da aldıracağım sırasını bekliyorum.
Derken üç gün geçti, geçmedi, kapı çaldı iki küçük çocuk ve anneleri ile çocuklardan biraz büyükçe bir kişi daha ezik, mahcup ve utanarak geldiler.
***
Kadını hemen tanıdım. Kış günü çocukların ayaklarında doğru dürüst bir ayakkabı bile yok. İçimden sanki bir şeyler koptu. Yanındaki kim diye sorduğumda eşi olduğunu söyledi.
-Bi dakka, bi dakka. Bu senin kocan mı? Yani Abdülvahhap!...
-Evet, avukat bey..
-Şöyle gözlerimi bir sildim. Şaşkınlık içindeyim. O telefonlarda esip gürleyen, mafya sesli, kalın ve karanlık sesli adam bu mu?
Tekrar evet dedi.
Abdülvahhap da tık yok. Kibar mı, kibar, nazik, efendi, mahcup, önüne bakan, zavallı bir adam. Telefonlarda konuşan, atıp tutan o mu, bu mu?!.. Yok canım bir yanlışlık var bu olamaz diyorum kendi kendime...
Halbuki ben, kapıdan sığmayan, iri yarı, 130 okka aşağı yukarı 170 kilo, belki de yukarı bükülmüş palabıyıklı, en az 1.80 boyunda birisiyle karşılaşacağımı düşünürken karşımda en fazla 40 okka veya 50 kilo olsun, 1.50 boyunda ya var, ya yok, ince, sıska, zayıf mı zayıf, üfürsen uçacak birisiyle karşılaşınca şaşkınlığımı eşi hemen anladı...
Kabadayımız hala yere bakıyor, daha sesini duymadım. Şimdi o heybetli , ürkütücü, kabadayı ses, bu yarım değil, yarımın yarısı çeyrek porsiyonun neresinden çıkıyor diye düşünürken eşi yüzüme bakarken, sahte kabadayının ayağına bir de tekme attığını gördüm.
Atarım, keserim, doğrarım diyeni düşünürken aniden yerinden kalkıp elime yapışıp öpecek.
Eğer düşündüğüm gibi olsaydı o kalkar kalkmaz yerinden bende elimi derhal çekmeceye atmaktan bir saniye bile tereddüt etmezdim. Şimdi umursamadım bile. Elimi de çektim, daha doğrusu tiksindim...
Dayanamadım artık hiç sesi çıkmayan buna, adam mı desem, çocuk mu desem sesini duymadan inanmam.
- Söyle bakalım Abdülvahhap efendi. Neydi o telefonda ki hakaret, afra, tafralar...
Konuşmadı, önüne bakıyor. Yok ben o sesi duymasam bu olduğuna inanmam. Kimlikleriniz var mı dedim yalandan. İkisi de çıkardı, baktım. Evet koskoca anlı, şanlı insan azmanı adam bu karşımda ki çeyrek porsiyondu...
Ne hırsım kaldı, ne sinir. Sadece şaşkınım. Bu adamın sesini duymasam kesinlikle kimlik, mimlik tanımam inanmayacağım.
-"Avukat bey abimiz, çok özür dilerim, kusur işledik sizlere karşı, çok pişman oldum. Hele de bana o ....... abimizin de çok iyilikleri oldu. O sıralar biraz içkiliydim..."falan anlattı.
Anlattıkça hayretim zirvelerde. Gerçi telefonda ki kadar sert, kalın ve haşin bir ses olmasa da, yine de bu ses , o ses... Ve adamın neresinden çıkıyor diye hayret ediyorum...
Ne demişler? Tüyü bozuk, kıçı da yere yakınsa kork demişler...
Gerçi herkesin de kıçı yerden uzak sayılmaz ama bu şahsına münhasır ayrı bir cins.
............
............
Eşi zeki bir kadın.
Avukat bey, bakmayın siz onun böyle göründüğüne, bunun babasının sesi de böyleydi. Sülalece kendileri zayıf, küçük , çelimsiz gibi görünseler de sesleri çok gür. Zaten köyde bile buna ‘’ Gür sesin oğlu...’’ derler...
Artık işi hukuki boyuttan çıktı ben merakımı gidermek istiyorum. Bizim ki açıldı kabak çiçeği gibi, başladı konuşmaya. Konuştukça gırtlağında bir borazan mı var diye düşündüm...
Ama dedim;
Sanki benimle konuştuğun zamanlarda ki sesin daha kalın, ürkütücü gibi gelmişti bana!...
Adam dört köşe, kabarmaya başladı. Sordum:
Sen bu sesini film setlerinde, seslendirme sanatçısı olarak neden kullanmadın? Pek ala seslendirme sanatçısı, ne bileyim seslendirme dublaj sanatçısı olabilirdin. İyi de paralar kazanırdın. İlla ki boy, post lazım değil ki o tür işlerde. Allah’ın verdiği bu özelliği, yeteneği kullanabilirdin...
Biz sinemalarda ki, rahmetli Cüneyt Arkın’ın dublajsız gerçek sesini duyduğumuzda, o sesle elde kılıç 40 kişiyle dövüştüğüne inanır mıydık?!...
Eşi; avukat bey Abdülvahhap aynı anda dört farklı sesle de konuşabilir. Ben hariç kimse de anlamaz!..
-Allah, Allah!.. Nasıl yani!...
-İsterse telefondaki gibi sert, mafyavari, isterse çok kibar bir İstanbul Beyefendisi , isterse ağlayan bir çocuk sesi, veya aynı anda bir kadın sesiyle konuşabilir....
-Peki merak ettim konuşsun o zaman görelim.
- İki duble almayınca olmaz avukat abim dedi . Ama ısrar ettim.
- 0 zaman dön sırtını, yoksa gülerim tam çıkaramam o sesleri deyince, ben de sen bize dön konsantre ol görelim bakalım dedim...
Evet, evet hayretler içindeyim. İçimden de maşallah diyorum. Aynı anda dört, beş farklı konuşmanın her çeşidini canlandırdı.
-Vay köftehor vay dedim. Demek ki bizimle sahte kabadayı tonu sesiyle konuşuyordun ha!...
Tabi ki Allah’ın yarattığı hiçbir mahlükata hor gözle bakamayız. Hepsinin de vardır bir sebebi mucibesi.
Eşi kendisinden nerdeyse en az bir karış daha boylu ve 2 kat ağırlığında. Hani derler ya, davul bile dengi dengine... Ben de nasıl evlendiklerini merak ettim ve laf olsun diye sordum.
Hanımı biraz kızardı ama bizim ki kabak çiçeği gibi açıldığından hemen başladı anlatmaya...
Eşi ayağına bir dokundu fakat bizimkine cesaret geldi artık coştu... Coşmadan birkaç dakika önce de hanımı çıkartıp biraz bizim masrafları ve borçlarını verince bende keyiflenip çoştum... Çay söylemesek olmaz artık...
Eeee dedim. Sonra, sonra...
-Sorma Avukat bey, aha ben bunu gece bubası teravih namazına gidince kaçırdım...
......
Vay zampara vayy! Nasıl odu bu iş?
Takip ettim, evde annesinden başka kimse de olmadığını bildiğim için dış kapıyı çaldım.. Daha açar açmaz tuttuğum gibi kaçırdım. Araba zaten köşede bekliyordu anladın mı?...
Vay, vayy, vayy!...
....................0.....................
Şimdi bu başka bir hikayenin konusu. Hepsini bir akşamda anlatırsak olur mu?..
Olmaz tabi. Arkası yarın gibi olacak ama, başka bir zamanda yazmak üzere hoşça kalın