Siyasete egemen olan fikirler ve değerler çürütülmeden, siyasetin temel kuralları da çürümez. Bazı kişilerin fikri inançlarına ilişkin kanıtlar tamamen çürütüldükten sonra bile, gerçekleri kabul etmekte zorlanırlar. Kendilerini değişime zorlanananların ruh halidir bu durum. Yozlaşmışlık daha kalıcı hale gelir.
Hazırcıdır bu tür guruplar. Yukarıdan gelen emrivakilere uyma ve kalıplaşmış sloganlar, düşünmeyen ve fikir üretmeyen bir kültürün özelliği olarak çıkar karşımıza.
Benimsedikleri fikrin kölesi olan, iletişim kanalları açık olmayan, görüşlerinde sabit olan, kapalı tip cemaat yapılanmalarında olduğu kadar, particilik taassubunu kendisinde içleştirmiş gurupların hemen hemen çoğunda görülür.
Ünlü vatan şairimiz Namık Kemal’in dediği gibi;
‘’ Barika-i Hakikat, Müsademe-i Efkardan doğar.’’ Yani şair, hakikat şimşeği fikirlerin çarpışmasından doğar diyor ve bize göre de çok doğru.
Fikirler, düşünsel bir ideolojinin ürünü halinde sunulduğunda, günü birlikten uzak düşüncenin teorik ve kavramsal ürünü olarak karşımıza çıkar.
Demagojik ve sansasyonel olmaktan uzak ve bir ideale yönelik özelliği ağır basar. Kitlesel ve dağınık rastgele bir araya gelmiş guruplardan daha çok, eleştirel ve düşünsel potansiyeli yüksek kitlelerde muhatap bulur.
Duygulara ve heyecanlara hitap ettiği kadar, akıl, mantık süzgeciyle , sorgulayıcı düşüncelerden oluştukları görülür...
Çarşı-Pazar kültüründen gelen, ondan bundan duyma, sırf görsel araçlardan ve medyadan beslenen sosyal medyada pazarlanan, çoğu zaman yalan, içi boş, gerekçelerden uzak, kahve kültürüyle beslenmiş, şişirilmiş ve soslanmış fikirler, hamasetle, kitlelere tesir eder.
Daha çok araştırmadan ve yargılamadan uzak, cahil kitlelerde alıcısını bulur. Kabul veya ret, o toplumun kültürel seviyesi ve gelişmesiyle doğru orantılı olarak artar veya azalır...
Siyasette ideoloji tartışması çok zaman yanlış anlaşılır. Genellikle günlük dilde ise kötüleyici ve dışlayıcı bir anlamda kullanılır.
Yani bir fikrin ve davranışın ideolojik olduğunu belirtmek, bir radikalliğin, tarafgirliğin ya da dogmatik bir davranışın ürünü olduğu şeklinde algılanarak küçümsenir ve dışlanır.
Gelinen noktada, ideolojik siyasi kavramlar, küreselleşme dediğimiz yüzyılın bilhassa son çeyreğinde olumsuz bir yere oturtulmuştur.
Teori ve pratikte geçerliliği olmayan, bilimden uzak, hamaset ve kutuplaştırma kültüründen beslenen demagogların düşünceleri, tüm gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerde siyasi fikir olarak kabul gördüğünden ideolojilerin yerini almıştır.
Oysa ki, her siyasal ideolojinin tarihsel ve kavramsal kökenleri vardır. Her ideolojinin temel değerleri farklılık gösterse de, hepsinde inanmışlık, topluma hizmet etme, kitlelerin haklarını savunma ve ahlaki değer anlayışları tabanda ortaktır.
Günü birlik palazlanan ve tarihi kökleri olmayan siyasi fikirler, ideolojik fikirlerle beslenmediğinden ve yüzeysel olduğundan, ahlaki ve siyasi çöküş kısa zamanda toplumun her alanında görülmeye başlanır.
İster Milliyetçi fikir sistemleri, ister Marksist Sosyalist veya Faşizm, İslamcılık gibi sistemler olsun; birbirlerinden farklı fikir adamlarının tarihsel süreç içinde zihniyet ve ideolojik düşüncelerinden üretilerek geliştirilmiş akımlardır...
İdeolojilerin hiç biri, doğdukları gibi kalmamıştır. Zamanla kendi içlerinden de farklı, farklı, yeni akımlar da türemiştir. İdeolojilerin ortaya çıkmalarından bugüne kadar çeşitli toplumlar ve siyasi yapılanmalar bu akımları benimsemişlerdir. Toplumda refahta olmuştur, kan da dökülmüştür.
Her bir akımın geliştirdiği türevleri farklı da olsa, sosyal ve siyasal yozlaşma, ideolojik akımların idealist değerleri içinde eritilmiştir.
Tarihsel süreç içindeki milliyetçilik ideolojisinin içinde; Liberal milliyetçilik- Yayılmacı ve gelişmeci milliyetçilik - muhafazakar milliyetçilik- İslami milliyetçilik - sol milliyetçilik gibi tüm türlerde kitleler içinde alıcı bulmuştur.
İdeolojik akımlardan beslenen gençlik guruplarında bugünkü manada siyasal yozlaşma görülmez.
Bu durum, totaliter faşist sistemlerde ve sosyalizmin siyaset ve devrim anlayışını benimsemiş kitlelerde ki anlayış kültündeki, toplum siyaset ilişkilerinde eşitlik prensibini savunmuş sosyal katmanları da aynıdır...
Amacımız burada siyasal ideolojik sistemlerin haklı ya da haksızlıklarını savunmak veya açıklamak değil...
Ülkemiz bilhassa 60’lı yıllardan, 90’lı yılların sonuna kadar ideolojik düşünceleri benimseyen gençlik hareketlerine ve mücadelelerine yakından tanık olmuştur.
Sağ- sol tabirini sevmemekle birlikte bu çatılar altında ideolojik fikirleri benimsemiş olanların çok büyük kısmı, dava arkadaşlarını ve birbirlerini satmamıştır.
68-78 kuşağının idealist gençliğinde, ülkücü olsun, devrimci olsun, haklılıkları veya haksızlıklarını bir yana bırakarak, hiç birinde makam, koltuk sevdasını düşünmemiş bir gençlik hareketidir. Bu idealist, çilekeş gençlerde, adam satma,siyasi bukalemonluk, kendi çıkarlarını ülke çıkarlarından üstün görmek anlayışı olmamıştır. Ya da çok azdır.
***
12 Eylül, Cumhuriyet tarihinin en iyi yetişmiş, en donanımlı, en kültürlü, gençlik kitlesini taş medreselerde çürüterek silindir gibi ezmiştir.
İdealist insanlarım bir çoğu, Filistin askılarında , falakalarda işkenceler altında, insanlık onuruna yakışmayan ahlak dışı her türlü işkencelere maruz bırakılmıştır...
Ülkücü olsun, devrimci gurupları olsun, ezen faşist 12 Eylül diktası, her renge giren, güya ‘’etliye, sütlüye karışmayan’’ yanar, döner, menfaatleri için her şeklin kabını alan, her ortama uyan her şeye tarafsız görünen, o zamanlardan itibaren, siyasal İslamcıların önleri bilinçli olarak alabildiğine açılmıştır.
Gençlik hareketlerinin içinden gelen biri olarak, İslamcı gurupların içinde gerçekten dindar, samimi, vatan ve millet sevdasıyla dolu olan çok arkadaşlarımız da olmuştur. Onlara da selam olsun ve istisna tutarım bu arkadaşları...
Diyeceğim şu:
Bugünkü siyasi yozlaşmanın temelleri o günlerden itibaren bilinçli olarak atılmıştır. Günümüzde ki siyasi yozlaşmanın tarihi on beş, yirmi yılın ürünü değildir. Son çeyrek yüz yıla damgasını vuran siyasi yapılanmanın temeli, 12 Eylül’ün göz yumduğu, satın alamadığı, devşiremediği idealist gençlik guruplarından çıkmamıştır...
Türkiye’yi son 40 yıldır idare eden siyasetin içinde, bu idealist, dürüst, gençlik gurubunun kadrosunu göremezsiniz... Görseniz de çok azdır veya partileri içinde pasivize edilmişlerdir.
‘’...Karıştır, barıştır...’’ anlayışıyla işkence odalarından geçirilen, idealist gençleri o zamanlarda , devşiremeyenlerin, yozlaştıramayanların, satın alamayanların, partilerini veya gurup liderlerini devşirdiklerini ve etkisiz hale getirdiklerini görüyoruz.
Bütün kitleyi ve partili gurupları etkisizleştirmek zor olacağından düzene ayak uyduran tepedeki kişi ve lider guruplarını, şantajla, baskıyla çeşitli vaadlerle dönüştürüp ele geçirilerek, sistem istediğini elde etmiştir.
Partiler bu şekilde bölünmüş , un ufak edilmiştir. Siyasi partinin içinden çıkan her gurup kendisini daha haklı görmüş, diğerlerini davayı satmakla suçlamışlardır...
Siyasi bölünmüşlük ve fikri bölünmüşlük bu şekilde gerçekleşmeye başlamıştır. Önce savunulan idealler yozlaşmış, ardından siyasi yozlaşmayla geldiğimiz sürecin yapı taşları da döşenmiştir...
Bugün iktidara getirilinlerin hiç biri tek bir gün bile işkence görmemiş, soruşturma ve yargılamadan geçmemiştir. Halkın gözünde mağduriyet yaratmak için bir kaç aylığına özel koğuşlarda paşalar gibi beslenerek, mağduriyet edebiyatıyla psikolojik alt yapı olarak hazırlanmıştır...
Hiçbir çile çekmeden, adeta yukarıdan paraşütle iş başına getirilenlerin elinde iktidarın her türlü nimeti ve imkanı olduğundan, kendisine payanda ve ortaklık yapacak gurupları ve partileri elde etmekte güçlük çekilmemiştir.
Al gülüm, ver gülüm ve menfaat temelini esas alan siyaset anlayışında, hesap soran veya sormakta mümkün olmadığından, siyasi ve ahlaki yozlaşma toplum kültürüne egemen olmaya başlamıştır.
Hiçbir yolsuzluğun, haksızlığın, hukuksuzluğun hesabı sorulmaz hale gelmiştir. Gücü elinde bulunduran muktedirler, kendilerini hedefe ulaşmakta her yolu mübah görmeye başlamıştır.
Çürümüşlük ve kokuşmuşluk hayatın çeşitli alanlarına sirayet ettiğinden, her türlü hırsızlık, kamu mallarını talan ,yandaşları koruma, ihalelere fesat karıştırmak lüks, şatafat,israf ve haramda sınır tanımayan, otoriter rejimin, liyakatsız atamaları, adaletsizlik ve hukuksuzluğun, giderek toplumda kanıksanması yozlaşmayı beraberinde getirmiştir.
Liyakat ve adaletin gözetilmemesi, yok olması, toplumda bir zaman sonra; ‘’..Gemisini yürüten kaptan, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, atı alan Üsküdar’ı geçer...’’ anlayışını egemen kılmaya başlamıştır.
Hz Ömer’in, ‘’ Camiyi yık, ama adaleti yıkma...’’ prensibini iş başına gelmeden her daim savunanlar, bugün unutmuşlardır...Ahlaki değerleri savunmak, yolsuzlukları eleştirmek, haksızlıklara kaşı çıkmak bile yadırganmaya başlanması, toplumdaki ahlaki erozyonun geldiği noktayı ortaya koyar.
Hala partim bilir, liderim ne demişse doğru olan odur anlayışı ve eleştirilerden muaf tutulması zihni köleliktir. Kişinin kendi aklını ve iradesini başkasına kiraya vermesidir. Tipik bir Ortaca kafa İlk anlayışıdır.
Allah, alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberini bile küçük bir hatası yüzünden SEBE SURESİNDE ikaz edip, eleştirirken, siyaseten yozlaşan yobazlar, liderlerini Peygamber gibi görmesi, haşa Allah’ın sıfatlarını üzerinde görmesi, yozlaşmaktan da öte, tam bir kokuşmuşluk ve çürümüşlüktür.
Parti guruplarının bu fanatizme tepki vermemesi veya eleştirenleri işgal kuvvetleri olarak değerlendirmeleri, Türkiye’de siyasetin içine düştüğü vahim durumu anlatmaya yeter...