31Aralık 1954 tarihinde Sivas’ın Şarkışla Kazasında doğmuş ve ortaöğretimine burada devam etmiştir. 1968 yılında Şarkışla'da Genç Ülkücüler Hareketi'ne katıldı; Üniversite eğitimi için 1972'de Ankara'ya geldikten sonra da Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde görev yapmaya başladı.
Sırasıyla Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı'nda bulundu. 1978 yılında faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği'nin de kurucu Genel Başkanı oldu. Bu dönemde yaşanan Bahçelievler ve Kahramanmaraş katliamlarıyla suçlandı.Fakat yargı tarafından suçsuz bulundu ve serbest bırakıldı. 1980’e kadar Başbuğun genel başkan müşavirliğini yürüttü.
1980 sonrası yapılan yargılamalarda da beş yılı hücrede olmak üzere yedi buçuk yıl hapishanede yattı. Daha sonra suçsuz bulundu ve beraat etti.
Hücre hapsi ise 2.5 metre kare alanda dört kişi kalıyorlardı. Üç kişisi Marksist ve onların zıt fikrinde olan Yazıcıoğlu. İhtilalciler “KARIŞTIR-BARIŞTIR” felsefesince tutuklu ve mahkumların direnme güçlerini ve kişiliklerini örselemek istiyordu.
Düşünün 2.5 Metre kare yerdesiniz ve bu yeri sizi can düşmanı bile üç kişiyle daha paylaşmak zorundasınız. Bu psikolojik harpten sağlam çıkmanız çok zor. Her gece öldürülme korkunuz olması olağan bir şey. Sayısal oran bile çok çarpık. Çok konuşulan ve ses getiren bir Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı ve Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanlığı yaptınız. Sizi öldürerek kahraman olmak isteyen bir çok Marksist vardır. Olması da normaldir. Sizde dev gibi ve asla alt edilemez insan biliniyordunuz. Ve bunu hem arkadaşlarınıza karşı hem de bu zıt fikirli üç kişiye karşı korumak zorundasınız. Ama nasıl? Her şey 2.5metre kare ve her şeye fiili güce bağlı. Ve içerdekilerin hepsi de idamla yargılanıyorlar. Hücrede herkes idam edilme tehlikesiyle baş başa. İşte bu sosyal hava ve psikolojik durumu teneffüs etmek zorundasınız. Bu dört mahkûmun bu dar mekanda aynı anda ayakla durması mümkün değildi. Veya bir şeyle uğraşması alan olan olarak mümkün değildi.
Muhsin Başkanın yaptığı teklifi şuydu: “Birbirimizi sevmek zorunda değiliz. Ama birbirimize hayatı zorlaştırmak zorunda da değiliz. Birbirimizin asgari müştereki burada yaşamak. Ve burada yaşamayı başaralım. Birbirimizin değerlerini kabul etmek zorunda değiliz ama değerlerimizi yaşamamıza saygı duyabiliriz” diye yaptığı teklif kabul edildi. Muhsin Başkan namaz kılarken onlar ranzalarına onlar bir şey yaparken Muhsin Başkan ranzasına çıkıyor ve birbirini kırsınlar diye 2.5 metre kare alanda yaşamaya mahkum edilen bu dört kişi orayı yaşama alanına çevirmeyi bildiler.
Çok anlatılan bu Muhsin Yazıcıoğlu nasıl bir başkandı?
Bu konuya örnek olacak bir çok olay var ama bizzat benim televizyondan izlediğim bir hadiseyi ve birde bizzat Başkanla Mamak’ta işkence gören kişinin ağzından iki örnekle anlatmak istiyorum.
1978 yıllarında Muhsin Başkan 1980 öncesi Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı döneminde Süleyman Demirel’in “Güneş Motel” Hükümeti adını verdiği Adalet Partisinden istifa ettirilen 12 milletvekilinin 11nin bakanlık makamı karşılığı desteklediği Ecevit başbakandı. Ülkücü ve milliyetçi gençlere çok kızıyor ve onlara her defasında hakaret ediyor ve faşist diyordu.
1977 yılında yapılan seçimde bölücü sol dahil bütün solun oyunu aldığı için tam bir sosyalist gibi hareket etmeye çalışıyordu. % 40 gibi o ana kadar CHP tarafından alınamayan çok ta büyük oy almıştı. Her tarafta “Karaoğlan” diye anlıyor. Sosyalist liderler gibi şapka takıyordu. Aldığı yüksek oyların hızıyla kısmen bir ihtilal lideri gibi davranmaya başlamıştı. Hatta Türkiye’de “ÖZYÖNETİM” adı altında Yugoslavya yönetimin uygulanmasının en iyi yol olduğunu açık açık söylemeye bile başlamıştı. Karşısında sadece MHP ve Ülkücü hareketi engel olarak görüyor ve bunları Türkiye’de etkisiz hale getirmek istiyordu. İşte bu sebeple çok keskin ve ayrıştırıcı kararlar alıyordu.
Kafayı Eğitim Enstitülerine takmıştı.Türkiye’deki eğitim kurumlarına öğretmen yetiştiren Eğitim Enstitülerinin hemen hemen hepsinde eğitim gören Ülkücü öğrencilerin okula devam etmesini engellemek için bir bahane ile hepsini geçici olarak kapatmıştı. Ülkücü öğrenciler devlet yurtlarından atılıyordu. Ülkücü öğrenciler hem yurtlarda hem de eğitim enstitüsü binalarında direniyorlardı. Bu eylemler devam ederken Bülent Ecevit Rize’de bir açık hava mitinginden sonra çok daha güçlü olduğu Artvin’e gidecekti. Ve Rize konuşmasında Ülkücü öğrencilere ve Ülkü Ocaklarına çatmıştı. O gece Rize’de kalıp yarın Artvin’e gidecekti. Açık hava mitinginden sonra otelde dinlenirken Muhsin Yazıcıoğlu’nun Başbakan Ecevit’e ülkücülere aldığı tavır ve onların aleyhine yapmış olduğu icraatlar sebebi ile bıçak kemiğe dayanmıştı. Sabrın sona ermesiyle Muhsin Başkan Başbakanı düzgün davranması için kararlı bir şekilde uyarma gereğini hissetti. Ve uyarısının başbakanca duyulması için basın bildirisi yolunu seçti.
Kalabalık basın mensuplarına yaptığı uyarıyı televizyonlar şöyle veriyordu. “Sayın başbakan, bu vatanın çocuklarının eğitim gördüğü okulları kapatıyorsun. Devlet kinle yönetilmez. Sen başbakansın bu memleketi doğru yönetmekle sorumlusun. Ülkücü gençleri hedef gösteriyorsun. Ülkücü kardeşlerimizin eğitim gördüğü eğitim enstitülerini açacağını; sürülen ülkücü öğrencileri okullara geri alacağını; bu okullar açılmazsa yarın sabahtan itibaren ülkeyi senin kafana geçireceğimi bilmeni isterim. Bize başka yol bırakmıyorsun. Bu durumu buradan ilan ediyorum” mahiyetindeki açıklamasının ardından Bülent Ecevit ve Eşi Rahşan Ecevit Artvin’e gitme işini iptal ederek o akşam çarçabuk Trabzon Hava alanı oradan da Ankara’ya dönüyor. Çünkü karşısında o ana kadar Türkiye’nin her tarafında hemen hemen örgütlenmiş Ülkü Ocaklarının, her dediğini yapan korkusuz bir genel başkanı vardı. Bu sebeple o gece Rize’de kalmayı güvenli bulmamış ve Ankara’ya dönmüştü. Ecevit asla korkak adam değildi. Ama Muhsin Başkan hiç değildi. Kaç yaşında Muhsin başkan derseniz 23 yaşını birkaç ay geçiyor. Ama hem donanımlı hem çok büyük teşkilatçı hem de asla pes etmeyen yapıda duruma göre vakur duruma göre ateş gibi yiğit bir gençti.
İkinci örneğim ise bizzat onunla aynı işkenceye maruz kalmış adını vermeyeceğim bir Ülküdaşımızdan dinlediğim hadiseyle tamamlamak istiyorum.
Geçen yıl Kandillide Alperenler Çay Bahçesinde sahiplerinden Ülküdaşlarımız Arif Köroğlu(şimdi Kovit 19dan yoğun bakımda olan ülküdaşımız Rabbim şifa versin kardeşimize) ve Bahattin Furuncuoğlu’nu Mehmet Öncü Beyle ziyarete gitmiştik. Tabi mevzuumuz 80 öncesiydi. Derken bir grup geldi ve bizim yanımıza oturdu. Gelen grubu benden başka herkes tanıyordu. Arif Köroğlu kardeşime konuşan kişiyi sorunca Muhsin Başkanın işkence ve koğuş arkadaşı dedi. Ve bana gördüğü işkencelerden burada ifade etmek istemediğim kayıplarından bahsetti kulağıma eğilerek.
Bizden yaşça büyük olan ağabey gelen soru üzerine anlatmaya başladı: “Bizi Muhsin Başkanla koğuştan aldılar işkence odasında askıya aldılar. Bizi anadan üryan soydular. Biz bu duruma hiç alışkın değildik. Yalvardık en azından şortlarımızı çıkartmayın dememize rağmen hem dövdüler hem de çıkarttılar. Sadece gözlerimiz bağlı. Bir dayak vuruyorlar, elektrik veriyorlar, hatta uzuvlarımıza elektrik veriyorlar. Başımızdan aşağı buz gibi suları döküyorlar. Edep yerlerimize coplarla vuruyorlar. Biz besmele çektikçe daha çok vuruyorlardı. Bu işkenceler günlerce sürdü. Resmen derimizi yüzüyorlardı. Adamların biri gidiyor diğerleri geliyordu bu böyle devam ediyordu. Ara verdiklerinde ima ile namaz kılmaya çalışıyorduk. Betonda yatırıyorlardı. Sonra yine dövüyorlardı. Yani hayatımda görmediğimiz işkenceyi görüyorduk.
Yine bir gün birlikte işkence gördükten sonra koğuşa bıraktıklarında arkadaşlarımızın yardımıyla ayağa kalkamadık ancak yere oturabilmıştik. Ki kuvvetli bir sesle Anammmm anammmm ah anammmm diye birinin bağırdığını duydum. Başka bir işkence odasında işkence gören ve bizden az önce koğuşa atılan kişiymiş. Muhsin Başkan bağıran o kişiye doğru döndü ve Allah de Halukkk Allah de diye yüksek sesle seslendi. O işkence görenin adı Haluk Kırcı imiş ve ben onu ilk defa orada tanıdım. Muhsin Başkanın en kötü anında bile Allah'a ne kadar yakın olduğuna bizzat şahit oldum.
Sıkı yönetim mahkemesi bana idam cezası vermiş ve bu cezam askeri Yargıtay da onaylamıştı. İdamımın önünde hiçbir engel kalmamıştı. İdamıma gün sayıyoruz. Bir gün Muhsin Başkanla havalandırmada otururken başkanım idam edileceğim. İdam edilmeden önce bir demlik çay içmek istiyorum. Canım çok istiyor benim param yok bana kantinden bir demlik ısmarlar mısın diye ona söyledim. Hemen ayağa kalktı ceplerini boşalttı çok cüzi miktar çıktı. Arkadaşlardan da bulamadı. Çok üzüldü ve özür diledi kendisini affetmemi istedi. Bende önemli değil başkanım üzülme dedim. O günden itibaren çayı çok seven Muhsin Başkan ben idam edilecek Ülküdaşımın bir demlik çay isteğini yerine getiremedim diyerek hapisten çıkana kadar tam 5 yıl hiç çay içmedi. Ben içtim ama o içmedi.
Bir gün beni idam etmek için arkadaşlardan ayırdılar ve ayrı bir hücreye koydular. Sonra idam sehpasına doğru giderken doktoru da çağırdılar. Doktordan asılmasına engel bir durumu yoktur yazısının altına imza ve mühür basmasını istediler. Doktor bu adamın aklı yerinde değil asılamaz diye kağıda yazdı ve imzaladı. Çünkü doktorun akıl sağlığı yerin değil dediği hiçbir hastanın asılması hukuken mümkün değildi. Ancak tedavi edilir ve sağlığına kavuşur öyle asılması dünya hukukunca kabullenmişti. Beni revir ve hastanelerde tedaviye aldılar ve tekrar iyileştiğime karar verdiklerinde asmak için doktora geldiklerinde doktor hep akıl sağlığı yerinde değildir yazısını yazarak tedavi olmamı ve ya zaman kazanmamı sağladı. Bu durum tam dört kere tekrar etti. O doktor her şeyi göze alarak kesinlikle asılmama onay vermedi. Daha sonra olan gelişme sonucunda üzerime atılı suçların bazılarının gerçek failleri bulununca idam edilmemi gerektirecek sucum olmadığı için tahliye edildim.Mesleğini ve geleceğini riske atan o doktorun daha sonra Ülkücü olduğunu öğrendim.
Muhsin Başkanın başka bir başkan olduğunu bana bir demlik çay ısmarlayamadığı için bütün ısrarıma rağmen beş yıl bir bardak bile çay içmediğine bizzat şahit oldum. O özüyle sözüyle tam bir Müslüman Türk insanı, tam teşkilat başkanı, asla boyun eğmeyen bir yapıda inançlı biriydi. Allah ondan razı olsun” diyerek sözlerini bitirdi…
Türk Milleti tıpkı Başbuğa yaptıkları gibi çok değerli bu vatan evladının da sağlığında değerini bilmedi ama cenazesinde mahşeri kalabalık vardı.Başbuğa ve Muhsin Başkan’a rahmet diliyorum.
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah