Yaşadığımız son yirmi yılda tarih ve din konusunda acımasız bir sınav veriyoruz.
Bugüne kadar öğrendiklerimizin doğruluğunu sorguluyor, eksikliklerimizi kapatmaya çalışıyoruz.
Çünkü en zayıf yönümüz din ve tarih bilgisi…
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların zırvalıklarıyla günümüz geçiyor.
Herkes birbirini yalanlıyor, konuştukça batıyor.
Kimliğini ve kişiliğini kaybetmiş bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Oysa hedefimiz bilgiye ulaşarak geleceği inşa etmek olmalıydı.
Gelin görün ki hayatımızdaki her şey siyasallaştı ve siyasetçilerin amacı uğruna kullanılıyor.
Oysa bir toplumun gerçeklere dayanılarak yazılmış, zamana ve siyasi düşüncelere göre evrilip çevrilmeyen bir tarihi olmalı…
Din, devlet işlerine karıştırılmamalı, hurafelerden ve yorumlardan uzak tutulmalı…
İnsanlar, inançlarından dolayı ayrıştırılmamalı ve birbirlerinin inançlarına saygı göstermeli...
Toplumsal değerlerimiz hallaç pamuğu gibi ortalarda atılmamalı, kimse kimsenin milli ve manevi duygularıyla alay etme küstahlığına kapılmamalı…
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte kafalardaki karışıklıkları ortadan kaldırmak amacıyla oluşturulan Türk Tarih Kurumu ve Diyanet İşleri Başkanlığı toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek, alanında uzman, donanımlı kadrolarıyla birlikte sorumluluğunu yerine getirmeli…
Toplumda ortaya çıkan ilk çatlak sese bu kurumlar anında cevap verebilmeli…
Temelleri 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından atılmış yakında yüzüncü yılını kutlayacak bir devletin kuruluş değerleriyle oynamak zayıflığına düşülmemeli…
Toplumsal uzlaşma ile Anayasamıza giren Türkiye Cumhuriyeti Devletinin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk dört maddesi korunmalı, kurumların görev ve yetkileri sağlam temellere oturtulmalıdır.
İlerlemek; yapılanları bozmakla değil, aksaklık ve eksiklikleri gözden geçirip düzelterek, onun üzerine yeni bir şeyler inşa edilerek gerçekleştirilebilir.
Çağı; el ele vererek, uzlaşarak, birleşerek yakalayacağız, ayrışarak, bölünerek ve birbirimizle kavga ederek değil…