Anne baba olarak bizim görevimiz çocuklarımızı ayaklarının üzerinde durana kadar desteklemektir.
Savunmasız ve korumasız bir şekilde dünyaya gelen çocuklarımızı besleyip büyütmek, koruyup kollamak asli görevimiz…
Çocuk yetiştirirken tek bir yanlışımız var; koruma ve kollama görevimizin nerede sona erdiğini ne yazık ki bilemiyoruz.
Rahmetli babacığımın bu konuda hep bir örneği vardı. Tembellik ettiğimiz her dakika bize atların dünyaya geliş sahnesini anlatırdı ve derdi ki; “Bir tay dünyaya geldiğinde dört ayağının üzerinde zor bir şekilde ayakta durur. Annesi burnu ile onu ileri iter, tay koşmaya başlar. İşte sizler de tıpkı o tay gibi bir yerden sonra kendi ayaklarınızın üzerinde durup hayata karışmalısınız.”
Çocuklarına bildiği her doğruyu anlatan ve aktaran bir anne baba örneğinden “çocukları sal ortalığa ve susturmak adına ne isterlerse ver ellerine “şeklinde bir çocuk yetiştirme yolunu tercih ettiğimizden beri de bir türlü iki yakamız bir araya gelmedi.
Çalışmak, başarmak ve kazanmak gibi bir duygunun hazzını tadamayan gençler, amaçsız bir şekilde toplumda bir yandan diğer bir yana sürüklenip bunalım denizinde yüzmeye çalışıyor. Onu da başaramadığı için birçok batağın içinde kalıyor ve kurtuluş için birilerinin aşağıya bir ip salmasını bekliyor.
Yirmi altı yaşında bir gence, önündeki işin incelikleri anlatılırken elindeki cep telefonuyla ilgilendiği için konuya yoğunlaşamadığını görüp soruyorum; “Elektrikler kesilse cep telefonunu şarj edemediğinde, tüm dünya ile ilişkilerin koptuğunda ne yaparsın?”
Kısa ve net cevap alıyorum; “Bilmiyorum. Hiç düşünmedim.”
Düşünse belki öğrenecekti.
Devam ediyorum sormaya; “Elektrikler kesildi, doğal gaz kesildi. Yokluklar içinde çaresiz kaldın. Nasıl hayatta kalırdın?”
Cevap açık; “Hiç öyle bir durumda kalmadım. O nedenle ne yapardım bilemiyorum”
Çocuğum yaşındaki gence bu kez daha içten ve samimi şekilde soruyorum; “Oğlum, ilk insanlar dünyada nasıl yaşıyordu bir düşün… Ateşi nasıl buldular, nasıl karınlarını doyurdular, nasıl ısındılar, ne yediler, nerelere sığındılar. Bunları hikâye diye mi dinlediniz. Hepsi yaşanmış gerçeklerdi. İnsanoğlu bir gün tekrar her şeyini kaybederek gerilere dönebilir ya da sen bireysel olarak hayatının bir döneminde yokluklarla savaşırken kendini bulabilirsin. Hayatta hiçbir durumun garantisi ve sürekliliği yoktur. Her duruma hazır olmalıyız.”
Gözlerini korkudan kocaman açmış bir şekilde gözlerime bakıyordu. Amacım onu korkutmak ya da kıyamet senaryoları çizmek değildi elbette…
Ona her koşulda hayatta kalmanın yollarını öğrenmesi gerektiğini söylüyordum. Çünkü bu genç bugün kendisinin gelecekte ailesinin ve çocuklarının sorumluluğunu üstlenecekti.
Zorluklarla mücadele etmesini bilmeyen insanların karşılaştıkları en ufak bir olumsuzlukta nasıl yıkıldıklarına ve bunalıma girdiklerine tanıklık etmiş bir gazeteci olarak ayakta kalmamızın tek koşulunun çalışmak, kazanmak, azla yetinmeyi bilmek ve şımarıklıktan uzaklaşmak olduğunu söylemeliyim.
DEVAM EDECEK.