Türk kültüründe bu deyim çok uzun yıllar,uzaklık ve ıssızlığın sembolü olmuştur.Bu söz 19. yüzyıl Osmanlı döneminden gelmektedir.İstenmeyen ya da gitmek isteyen kişiye,dünyanın en uzak yerine kadar gidebileceğini anlatan özlü bir sözdür.
Fizan,uçsuz,bucaksız çöllerle çevrili bir yer olup,Osmanlı devletinin Afrika içlerine ulaşan son şehri idi.Başkent İstanbul'a en uzak toprak parçasıydı.Bugünkü Libya'nın Sahra Çölü kısmında yer alır.Bugün,kuzeyinde Berberiler,güneyinde Hatimiler,ve merkezinde de az miktarda Tuaregler yaşar.
17. yüzyılda Osmanlı devletinin hakimiyetine girdi.2. Abdülhamit döneminde Jön Türkler için sürgün yeri olarak kullanıldı.Devlet aleyhine suç işleyen kişilerin idam cezası yerine tercih edilen bir sürgün yeri idi.
Sürgün cezası alanlar,İstanbul'dan gemilerle Trablusgarp limanına getirilir,oradan da develer sırtında,kum fırtınaları eşliğinde 45 günlük bir yolculuk başlardı.Çölü geçmeyi başarıp,hayatta kalanlar için Fizan'da zorlu bir hayat başlardı.Kum fırtınaları araziyi bazen değiştirdiğinden yol bulma zorlukları yaşanırdı.Tarıma elverişsiz idi ve hayvancılık çok az yapılırdı.
Uçsuz,bucaksız çöllerle kaplı olan bu yer doğal bir hapishane gibiydi.Buradan kaçmak adeta imkansızdı.
Osmanlılar Fizan'ın tam merkezinde(MEZRUK) bir Osmanlı kalesinde bulunan 300 kadar Osmanlı askeriyle bölgeyi kontrol altında tutuyordu.
BU BÖLGEDE OSMANLI DÖNEMİNDE SÜRGÜN EDİLİP BÖLGEYE YERLEŞEN,TÜRKÇEYİ UNUTAN HATIRI SAYILIR MİKTARDA TÜRK'ÜN OLDUĞU SÖYLENMEKTEDİR.