Eskiden parti başkanlarının televizyonda bir araya geldikleri programlar olurdu. Bu tartışma programlarını; bazan kızarak, bazan gülerek heyecanla seyrederdik. Açıkçası; bugüne baktığımda, geçmişte çok kaliteli liderlerimiz varmış: Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş (hepsine rahmet diliyorum) fikirlerini; saygılı, seviyeli ve hakaret etmeden anlatırlardı.
Hiciv/taşlama yapmaları ve nükteli konuşmalarıyla Demirel ile Erbakan öne çıkardı; tam bir “laf ebesi” idiler. Tabii ki çok güzel, anlamlı sözleri yanında gırgıra alınan, şamatası yapılan sözleri de olurdu.
Dördü de millî/ulusal çizgideydi. Erbakan, kendi ideolojisini “millî görüş” diye tanımlıyordu. Düşüncelerini paylaşmasam da -bütün liderler gibi- onun konuşmalarını da takip ederdim. Son zamanlarda söylediği “Şehit kanıyla alınan vatan toprağı satılmaz” veya “Ne demek ılımlı İslâm: İslâm’ın ılımlısı ılımsızı olmaz; İslâm İslâm’dır” sözleri önemliydi. Sözlerinin bazılarını iddialı, bazılarını abartılı bulur, yakıştırmazdım.
Erbakan’ın, çok tartışılan siyaseten söylediği sözlerinden biri, 12 Eylül 1980 öncesi Demirel’in başbakan olduğu hükümeti destekleme sebebini açıklarken “kadayıfın altının kızarmasını bekliyoruz” sözüdür (AKP iktidarına da benzerini kullandı). İkincisi, 1994’de “adil düzen kurulacak; geçiş dönemi yumuşak mı sert mi, tatlı mı kanlı mı olacak” şeklindeki sözüdür.
Üçüncüsü, sanıyorum 1991 seçimlerinde; “Müslümansanız, Refah Partisi’ne oy vermek zorundasınız. Refah Partisi’ne oy vermeyenler İslâm dininden değil patates dinindendirler…” sözüdür. Diğer partilere oy verenlerin “Müslümanlığı sorgulanınca” tartışılması kaçınılmaz olmuş; günlerce konuşulmuş, bazan sohbetlerde alay konusu yapılmıştı.
Açıkçası bu sözden alınmıştık. Çünkü mücadelemizi yaparken İslâm’ı hiç ayrı tutmadık: “Türklük bedenimiz, İslâmiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur.”, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız.” sloganları şiarımızdı. Ta 1100’lü yıllarda Hoca Ahmet Yesevi şöyle diyor: “Türklük kaderimiz, İslâmiyet tercihimizdir.”
Gelinen nokta
Dinî konularda yazarken, her defasında tekrarlamak zorunda kalıyorum: Çocukluktan beri sürekli okuyan ve dinimi yaşayan birisiyim. Mesela; okuduğum birçok Kur’an mealinin yanı sıra şu anda Prof.Dr. Niyazi Kahveci’nin “İniş sırası ve sebepleri ile Kur’ân-ı Kerim Tercümesi” adlı eseri okumaktayım.
Osmanlı döneminde -her konuda olduğu gibi- halkın büyük çoğunluğunun dinî bilgisi yoktu. Dönemin hocaları bile yeterli bilgiye sahip değildi. IV.Murad döneminde yaşayan Bekri Mustafa hakkında şu öykü anlatılır: “Köyde bir kişi ölmüştür ama cenaze namazını kıldıracak imam yoktur. Tesadüfen Bekri Mustafa köyden geçmektedir; başındaki kavuğa ve sırtındaki cübbesine bakıp hoca zannederek namazı kıldırmasını isterler: ‘Ben hoca değilim’ dese de ısrar üzerine mecbur kalır. Namazı kıldırdıktan sonra eğilip ölünün kulağına bir şeyler fısıldar gibi yapar; cemaat merak eder. Mezarlıktan dönerlerken ‘ölünün kulağına ne söyledin’ diye sorarlar. O da, ‘Öbür tarafa gidiyorsun, dünyanın ahvalinden sorarlarsa, Bekri Mustafa imam oldu de, onlar anlarlar, dedim.’ demiş.
Esas olan Kur’an’ı anlamaktı ama sadece Arapçası okunduğundan kimse bir şey anlamıyordu. “Din; Allah ile kul arasındaki bağlılıktır” diyen Atatürk; Türk Milleti’nin İslâmiyet’i öğrenmesini ve bilerek yaşamasını istiyordu. Bunun için Kur’an’ın mealini yazdırmış, Buhari’nin hadislerini Türkçeye tercüme ettirmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)’nı kurmuş ve daha nice hizmetler yapmıştı.
Ama bugün DİB dahil bütün dinci çevreler, hakkında iftira ve haksız suçlamada bulunuyorlar: Hiç vefaları da yok. Düşünmüyorlar ki, bugün rahat ve lüks içinde yaşıyorlarsa, onun kurduğu özgür ülke sayesinde… Maalesef! Bu cemaat ve tarikatların eline düşen insanlarımız, durumun farkında değiller. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden ders çıkarılmamış ki, bu kadar rezilliğe rağmen destekler devam ediyor.
Güya menzilleri aynı ama birbirlerini hiç sevmezler. Aralarında “ben daha Müslümanım” kavgası yaparlar. Oysa esas kavgaları, rant ve çıkar kavgasıdır. Ticarette holdingleşmektedirler. Çocukları/ gençleri saflarına çekmek için okul, yurt, kurs ve benzeri kurumları açarak yoğun şekilde çalışmaktalar. Bir yandan da devlette kadrolaşmanın derdindeler. Halkımız hâlâ idrak edemiyor. Tabii ki bunun sosyal sebepleri de var!..
Kendilerinden olmayanları dinsizlikle, kâfirlikle suçlayabiliyorlar. Kendilerini kolayca Allah’ın yerine koyabiliyorlar. Camiler de din görevlileri de politikanın tam ortasındalar ama vatandaşın güvenini kaybettiler. Vaazlar tatmin etmiyor; hatta geriyor. İslâm adına söylenenler çok yavan kalıyor; siyasete ve gündeme göre hutbeler okunuyor, vaazlar veriliyor.
Zaten Kur’an dışı ve hurafelerle dolu bir din meydana çıktı. Kendi içlerinde biat ve itaat kültürü ağırlıklı bir eğitim olduğundan anlama, sorgulama, eleştirme yok. Siyasi şartlandırma/ yönlendirme yapılıyor. Dolayısıyla elemanlar aklını kullanamaz, idrak edemez ve kendi kararını veremez hale geliyor. Sadece şeyhinin, cemaat liderinin veya parti başkanının sözünü dinliyor ve yapıyor. Onların istediği kılık-kıyafete bürünüyor; yalan söylüyor, hırsızlıkları- yolsuzlukları normal görüyor, taciz-tecavüz olaylarına karışabiliyor.
Savaş durumu hariç barış dini olan İslâm, cihat adı altında insan öldürmeye kadar varan radikal bir dine dönüştürülüyor. Kim veya hangi devlet tarafından kullanılırsa kullanılsın, en büyük kötülük İslâm’a yapılıyor. Kısacası, “aklı olmayanın fikri olmaz” misali, Kur’an’da yasaklanan bütün günahları işleyecek hale gelebiliyor.
Bunların, dine hizmet edip etmedikleri hususunda hep şüpheli oldum. Bazan aklıma Peygamberimizin “Münafıklar”la ilgili hadisi gelir: Güzel bir tanımlamadır.
Öte yandan; büyük devletler, dünya çapında algı operasyonları uygulamakta ve Müslümanların içinden devşirdikleri kişilerle provokasyonlar yapmaktadırlar. Bu olayların önünü-ardını araştırmadan veryansın etmeye, güya dinimizi savunmaya çalışıyoruz. Bazılarının da işine geliyor. Oysa yurtiçinde ve yurtdışında bu olaydan kimin yararlandığı veya en çok kimin işine geldiği akla getirilmelidir: Kimler hemen savunmaya geçiyorsa ve kimler karşı çıkıyorsa faili de orada aramalıdır.
İnternette Erbakan’ın, “AKP’ye oy vermek İsrail’e oy vermek, Amerika’ya oy vermek demektir” sözleri de var. “Her ne kadar millî görüş gömleğini çıkardık” deseler de bugünkü iktidar mensupları “millî görüş” cenahından geliyorlar.
İslâm referansı ile iktidara gelen 22 yıllık AKP döneminde, İslâm’ın geldiği konumu hiç düşündünüz mü? Bu iktidardan önceki dönemlerde İslâmî değerler nasıl yaşanıyordu? Millî bayramlarımızın coşkulu kutlanması bitti; ya dinî bayramlarımız?.. İlk defa bayram namazı hutbesinde hoca, kurban bağışlamak için müftülüklerin saat 16.00’ya kadar açık olduğunu söyledi. Demek ki kurban bağışları da azalmış…
Sonuç olarak; bu dönemde gördüğüm kadarıyla her şey sıradanlaştı. İster istemez Erbakan’ın “patates dininden olanlar” sözü aklıma geliyor. Acaba hoca, bu sözüyle anlattığım hususları ima etmiş olamaz mı?..