“Müslüman’ın yemini nedir?” diye sorsam, ne cevap verirsiniz? Bana göre; biri “Kelime-i Tevhid”, diğeri “Kelime-i Şehadet”tir: (Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed, Allah'ın elçisidir) diyerek “Bir” olduğunu, yine (Şahitlik ederim ki …) diye başlayan benzer sözlerle “Şahitliğimizi” ilân ederiz. Bu sözleri söylemekle ve kalben tasdik etmekle; Allah’a söz veriyor ve “O’nun kulu” olarak emir ve yasaklarına uyacağımızı kabul etmiş oluyoruz.
Yemin; bir kişinin veya bir topluluğun, herhangi bir konuda verdiği sözü yerine getirmek ve sözünün doğru olduğuna başkalarını inandırmak amacıyla kutsal saydığı bir varlığın adını anmasıdır. “Kur’an-ı Kerim”in bir çok ayetlerinde yemin ifadesi geçtiği gibi Allah, kendi ismi ve bazı varlıklar üzerine de yemin etmektedir. Ruhlar aleminde verilen sözlerden ve yeminlerden de bahsedilmektedir (Kal ü Bela). Diğer yandan (Maide 89), “Allah, bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi mesul tutar, hesap sorar” diye de uyarmaktadır.
Biliyorsunuz; Anayasamıza göre Cumhurbaşkanları ve milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri yemin ederler. Askerlerimiz, İç Hizmet Yönetmeliği gereği acemilik eğitimi dönemi sonunda, Devlet memurları da adaylık sureleri bittikten sonra yemin ederler. Yemin metinlerinin sonu genelde “… büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim” diye biter. Mahkemelerde “mahkeme heyeti” kararlarını “Türk Milleti” adına verir. Bu karar davalı ve davacıyı bağladığı gibi, vicdanen hakimleri de bağlar.
Eskiden Türk toplumlarında “ant içme” törenleri önemliydi. Tahta çıkma ve diğer devletlerle yapılan anlaşmalar sırasında “and kadehi” kaldırılırdı. Geyik boynuzu kullanıldığı da olmuştur. Bu törenlerde “ant içme” sözü söylenmezdi. Yani, kadim Türk toplumlarında karşılıklı oturup anlaşma imzalanmıyordu, kadeh kaldırılıp ant içiliyordu. Bizdeki “söz namustur” ifadesi, söz vermenin hem yeterli hem de önemli olduğunu, yazılı bir belgeye gerek duyulmadığını göstermektedir. Kutsal kitaplar üzerine yemin edildiği gibi farklı milletlerde değişik uygulamalar da bulunmaktadır.
Tarihimizde çeşitli yemin metinleri ve şekilleri de vardır. Mesela: Türkler de ant töreni sırasında (bugün askerlerin yaptığı gibi); bayrak, kılıç, ok gibi çeşitli silahların konulması, savaş veya bir mücadele öncesi hep birlikte “gök girsin, kızıl çıksın” diye bağırılması, ant verme ritüelleridir. Osmanlı şehzadelerinin kılıç kuşanma ve Yeniçerilerin ant içme törenleri gibi…
Bu konuya nereden girdiğime gelince; bir partinin belediye başkan adaylarına yaptırdığı “Belediyecilik Andı”ndan esinlendim. Gerçekten Devletle bağlantılı her kişi yemin ederken, belediye başkanlarının yemin etmemesi olmaz. Hatta, seçim sonuçları açıklandıktan sonra ilk Belediye Meclisi toplantısında “Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri” yemin etmelidir.
Malûmunuz; siyasi partiler gibi sivil toplum kuruluşları da genel kurullarında seçilen yönetim kurulu üyeleri tarafından yönetilir. Aslında ülkemizdeki uygulamaya bakarsanız, sadece genel başkanlar yönetiyor. Bu konuda, maalesef olması gereken veya istenilen düzeye gelinememiştir. Bu anlayışı kırmak da zor görülüyor. Öncelikle zihniyet değişikliği ve demokratik bir anlayışın yerleşmesi gerekiyor. Oysa, yönetim kurullarına bir takım olarak bakılması ve “Takım Çalışması”nın öne çıkarılması gerekmektedir.
2006 yılında sendikacılık yaparken, kısa adı “ÇABA” olan “Eğitimde Çalışma Barışı” adıyla bir proje yürütmüştük. Avrasya Eğitimcileri Derneği ile Millî Eğitim Bakanlığı proje ortaklarımızdı. Sendika olarak; 10 pilot ilde yaptığımız toplantılarla “Sendika - Kamu İşbirliği”ni gerçekleştirdik. İl toplantılarında “Takım Çalışması” ile ilgili de değerlendirmeler yapıldı. Bizzat çalışmalarda bulunduğum için biliyorum, çok güzel görüşler ortaya çıktı. Sözleşme metnini, tüm sendika yöneticilerimize ve temsilcilerimize okutmayı ve imzalatmayı düşünmüştük, ancak uygulamaya koymak nasip olmadı. Ortak “Takım Sözleşmesi” şu şekildeydi:
“Biz;
* İletişimde yıkıcı değil yapıcı olmaya,
* Görüş ve düşüncelere saygılı olmaya,
* Takım içinde kırıcı olmamaya,
* Önyargılı davranmamaya,
* Takım kültürü oluşturmaya,
* Uzlaşmacı ve güven verici tutum sergilemeye,
* Karşımızdakini can kulağı ile dinlemeye ve anlamaya,
* Empati kurmaya,
* İletişimi beynimizle ve yüreğimizle yapmaya,
* Eleştirilere açık olmaya,
* Güler yüzlü ve hoşgörülü olmaya,
* Konulara siyasi yaklaşmamaya,
* Serinkanlı, sağduyulu ve sabırlı olmaya,
* Yetkilerimizi toplum menfaatleri için kullanmaya,
* Gelişmeye ve yeniliğe açık olmaya,
* Ortak akıl oluşturmaya ve ortak paydada buluşmaya,
* Adil olmaya ve hakkaniyet çerçevesinde davranmaya,
* Kimlikli ve kişilikli olmaya,
* Tek taraflı düşünmemeye,
* Sevgi ve saygı kavramını alışkanlık haline getirmeye,
* Öğrendiklerimizi işyerindeki tüm çalışanlarla paylaşmaya,
* Çalışmalarımızda takımın yıldızı değil “Takım Yıldızı” olmaya,
* Beyin ve yürek imecesi yapmaya,
* Öncü, önder ve örnek olmaya ve sorumluluk almaya,
* Alışkanlıklarımızı sorgulamaya,
* Hedeflerimiz doğrultusunda planlı ve özverili çalışmaya,
* Farklılıklarımızı zenginlik olarak görmeye,
* Neşe ve hüzünlerimizi paylaşmaya,
* Çevremize ışık tutmaya,
* “Ben”den çok “Biz” olmaya,
* Bireysel menfaatler yerine takım menfaatini öne almaya,
* İş birliğini güç birliği haline getirmeye,
* Olaylara geniş açıdan bakmaya,
* Dünya görüşümüzü takımın görüşlerine yansıtmamaya,
* Motivasyonumuzu bozacak davranışlardan kaçınmaya,
* Pozitif enerji yaymaya ve sinerji oluşturmaya,
* Türkçeyi güzel ve etkili şekilde kullanmaya,
çaba harcayacağız.”
Çalışmalar sonucu en beğenilen slogan da şu olmuştu: “Uzlaşma, en yapıcı çözümdür.”
Bunlara gerek var mı? Veya yeminlerine uymuyorlar ki, diye düşünebilirsiniz. Etik kurallardan, siyasi ahlâktan bahsediyorsak, eğitimin yanında bu tür metinler de olacaktır. Bir insan ahlâksızsa zaten ona yapacak bir şey yok: “Kur’an’a el bastırsanız” da fayda etmez. Peygamberimiz; “münafıklığın alâmetleri”ni “yalan söylemek, sözünde durmamak ve emanete hıyanet etmektir” diye söylemiştir. Ayrıca, “Yalan ile iman bir arada durmaz” denilmiştir. Yemin ettiği halde sözünde durmayanlara; bir gün yemini hatırlatılır ve hesap sorulur. “Büyük Hesap Günü” ayrı!..
“Andımız”ın başına gelenleri biliyorsunuz!.. Bazılarının dediği gibi, “Andımızı okutmak”la tek tip insan yetişmez; ama çocuklarımızın ülkesine bağlı, sadık, samimi, doğru, sözünde duran, yiğit, mert, kimlikli ve kişilikli olmaları için önemlidir: Millî mensubiyet ve aidiyet duygusu kazanırlar.