Seçimler sırasında cumhur ittifakı ortakları; muhalefete her türlü hakareti yaparken, kendilerini “biz, yerli ve millîyiz” diye tanıttılar. Bu sözcükler ne anlama geliyor? Kim, ne kadar yerli ve millîdir? Bildiğim kadarıyla yazmaya çalışacağım.
Yerli
Sözcüğün TDK’ndaki tanımı şöyle; Yerli: 1.(sıfat) Taşınamayan, başka yere götürülemeyen (Yerli dolap, Yerli sedir). 2.(sıfat) Yurt içinde yapılan veya bir yurdun kendine özgü niteliklerini taşıyan (Yerli halıları gördüm, koyu sıcak kırmızılarla diri maviler ağır basıyordu. Bedri Rahmi Eyüpoğlu). 3.(sıfat) Belli bir bölgede yetişen, otokton (Yerli muz, Yerli meyve). 4.(sıfat) Bir yerin ilk sakini olan, otokton. 5.(sıfat) Oturduğu bölgede doğup büyüyen, ataları da orada yaşamış olan (Daha önceki gidişinde kendini yerli halka sevdirmişti. Eflatun Cem Güney). 6.(sıfat) Amerika, Avustralya ve Afrika’nın uygarlıktan uzak, ilkel biçimde yaşayan kimi halklarına verilen ad.
Öncelikle şunu belirtmekte yarar görüyorum: Cumhurbaşkanının, geçmişte “Türklük”le ilgili söyledikleri kayıtlarda duruyor. Ülke vatandaşlarını, bazan 27 bazan 36 etnik gruba ayırıyor, kendisinin de “Gürcü” olduğunu söylüyordu. Bazı milletvekilleri de “AKP sayesinde Türk olmaktan kurtulduk” diyorlardı. Daha neler neler!..
Hiç kimsenin etnik kökeni, bizi rahatsız etmez ama bu devletin asıl unsurunun “Türkler” olduğu bilinmelidir.
Bazı tarihçilerimiz, Türklerin Anadolu’ya milattan önce geldiklerini belgelere dayalı olarak açıklamaktadırlar. Türklerin gelişleri, İslâmiyet'ten önceye dayanır: 26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşı ile birlikte Türkler, kısa sürede Anadolu’ya hâkim olmuşlardır. Anlatmak istediğim; Türkler, bu toprakları Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu)’tan almışlardır.
Eğer etnik grupların geliş tarihlerini veya burada bulunuşlarını dikkate alırsak, birkaç küçük grup hariç hepsi Türklerden çok sonra gelmişlerdir. Geliş sebeplerini hiç tartışmayacağım bile!.. Yine de -sözcüğün tanımından hareketle- kimseyi ayrıştırmadan herkesin yerli olduğu söylenebilir.
Millî-Millet
“Millî”den önce “Millet” sözcüğünü tanımlamak gerekiyor. Kökeni Arapça olsa da Türkçe’de en çok benimsenen bir kelimedir. TDK’na göre, “Millet”: 1.(isim) Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus. 2.(isim) Herkes, bir yerde bulunan kimselerin bütünü (Millet tütün paralarını alınca borcunu öder. Necati Cumalı). 3.(isim, halk ağzında) Benzer özellikleri olan topluluk (Şu kadın milletinin kıskançlığının hiç sonu yok. Ahmet Midhat).
Millî: (sıfat) Milletle ilgili, millete özgü, ulusal (İstiklal Harbi’nde millî duyguları aksettiren ümit ile dolu yazılarını hâlâ unutmadık. Orhan Seyfi Orhon).
Hacı Bektaş-ı Veli’nin; herkesin sıkça kullandığı “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözü, gerçekten çok anlamlı, sevdiğim bir sözüdür. 1209-1271 yılları arasında yaşayan ve Anadolu’nun Moğol istilası sırasında konar-göçer Türkmenlerin birliğini sağlayan, çevredeki farklı inanca sahip halkları Türklüğe ve İslâm’a yakınlaştıran bir kişi olarak anlatılır. Bu zorlu yıllarda Anadolu insanını bir araya getirmiştir.
Peki, bugün ne yapılmaktadır? Böyle, Türk vatandaşlarını bir araya getirecek, ortak hareket etmesini sağlayacak, birlikte ağlayacak-birlikte gülecek bir ortam görebiliyor musunuz? Tam aksine, kendi taraftarları dışındakileri kâfir, hain, düşman gösterip milletin bir bölümü -ki en az yarısıdır- dışlanmakta, ötekileştirilmektedir.
Anayasamızın (Md:66) “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür…” ibaresine rağmen, sürekli ayrıştırıcı sözler söylenmektedir. Bu hususta istikrarlı bir politika yoktur. Mecbur kalmadıkça “Türk Milleti” tabirini kullanmıyorlar; sadece “milletimiz” demekle yetinmektedirler. Ülkemiz, böyle bir anlayışla ve tavırla yönetilmektedir.
Taraflar birbirlerine nefret ve kinle bakmaktadır. Eşler bile ayrışmıştır. Maalesef! Bu anlayış, sağ-muhafazakâr kesimde daha fazladır. Bir yandan devleti yönetenler, diğer yandan cemaatler ve tarikatlar, devamlı insanları germektedirler. Bölücülerin söylediği “Türkiyeli” lafını, bunlar da söyler hale gelmişlerdir.
Cumhurbaşkanı; devletin ve milletin başı, birliğin sembolüdür. Bu sebeple, bu makama saygıda kimse kusur etmez. Ama 2010 Anayasa değişikliği referandumu ile kadim tarihimizde olmayan yeni bir sisteme geçilmiştir: “Partili Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi”. Bu sistemde, oy veren- vermeyen ayrışması/ tartışması hep yaşanacaktır. Bu durum, Türk Milleti’nin birliğinin bozulmasına sebep olacaktır. Seçilecek cumhurbaşkanı iyiniyetli dahi olsa, herkesin cumhurbaşkanı olması mümkün olmayacaktır. Mesela; cumhurbaşkanına oy vermeyen muhalif seçmenlerin, seçim sürecinde kendilerine edilen hakaretleri unutmaları çok zordur.
Millî olmak, milletin tamamının dertleri ile ilgilenmek demektir. Bir kısmına sahiplenmek bir kısmını dışlamak demek değildir. Sanıyorum; hiçbir dönemde iktidar sahipleri tarafından bu kadar aşağılanmış bir muhalefet ve karşı seçmen olmamıştır. Bir sosyal bilimci ya da sosyolog olmadığım, bu konularda kendimi yetkili görmediğim halde 44 yıla yakın devlet memurluğu yapan birisi olarak bilgim, birikimim, gözlemlerim bunları yazdırıyor.
Herkesin özeleştiri yaparak kendisine çekidüzen vermesi gerekmektedir. Her şeyden önce zorlu bir coğrafyada yaşıyoruz. Ülkemiz; dört tarafından değil, uzak yakın her tarafından düşman çemberi içindedir. Bugüne mahsus bir şey değildir: Dün de böyleydi, bugün de böyledir. Yöneticilerin dışında bu olgu değişmez!..
Dış işlerinde/ diplomaside düşmanlara karşı (Devletler arası dostluk yoktur; dostluklar karşılıklı çıkarlar kadardır.) başarılı olmak için öncelikle iç cephemiz bir ve güçlü olmak zorundadır. Devleti kuran esas unsuru, yani “Türk Milleti”ni, ülkede yaşayan diğer etnik halklar gibi değerlendirirseniz; birliği sağlayamaz, dış mücadelede başarılı olamazsınız.
Yeri gelmişken tekrarlamak istiyorum: Bulunduğumuz coğrafyaya “Türkiye” adını biz (Türkler) vermedik. 1100’lü yıllardan itibaren batılı bilim insanları ve yöneticiler “Türkiye” dediler; yani bu adı yabancılar koydu. Çünkü Anadolu; artık Türklerin yaşadığı yerdi ve Türklerin ülkesi anlamında bu adı verdiler.
Anadolu’nun Türkleşmesi mücadelesinde bazı halkların yardımı olmuş olabilir; bu, devlete onların adının da verileceği anlamını getirmez. Türk Milleti, İslâm’dan önce de sonra da fethettikleri hiçbir yerde yerli halka zulüm yapmamış; diline, dinine, kültürüne karışmamıştır. Aksine koruduğu, kolladığı tüm milletlerden (Mesela; “kavm-i necip” dediğimiz Araplardan, “millet-i sadıka” dediğimiz Ermenilerden) darbe yemiş, arkadan vurulmuştur.
Tarih, duygusal düşüncelerle değerlendirilecek bir alan değildir. Tarihe objektif bakılır; ibret ve ders alınır. Tarih sayfalarında yer alan ve Türk Tarihi’nin bir parçası olan Osmanlı Devleti de daha önce kurduğumuz yüzlerce Türk devleti de artık yoktur. Onu diriltme hayali kurmak ya da büyük devletlerin oyunlarına alet olmak çabası boşunadır.
İşimiz; Türkiye Cumhuriyeti’ni kalkındırmak, güçlü ve müreffeh kılmak, halkını mutlu etmek, ilelebet yaşatmak/ payidar etmek için çalışmak olmalıdır.
Herkes, bu çerçeveden bakmalıdır.