S.Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma” isimli kitabı biraz karışık olsa da 7. ve 12. yüzyıllardaki Orta Asya Aydınlanma Çağı’nı çeşitli yönleriyle ayrıntılı olarak işlediği görülüyor.
Yazarın iki tespiti dikkatimi çekti: Birincisi, “…seçkin sanat tarihçisi Oleg Grabar ve ekibinin bu dönemdeki kültür akışının Batı’dan Doğu’ya doğru değil de Doğu’dan Batı’ya, daha açık ifade etmek gerekirse Orta Asya’dan İslam âlemine ve Akdeniz’e doğru olduğu tespitini hatırlatmakta fayda var. (s.68)” demektedir. İkincisi ise, maalesef benim çocukluğumda bile duyduğum kızların okutulmak istenmemesindeki büyüklerin söylediği saçma gerekçe: “Kimisi bu durumu kadının Müslüman ve hatta İslam öncesi toplumlardaki yeri ile açıklamaktadır. Erken dönem Müslüman toplumlar hakkında ‘Kadın, Cinsiyet ve Cinsellik’ üzerine yazan Manuela Marin; ‘Yazmak kadınlar için tehlikeli kabul edilirdi, zira bu kabiliyeti erkeklerle gayr-ı meşru münasebetler tesis etmek için kullanacaklarından korkulurdu’ tespitinde bulunmaktadır. Bu sebeple İslam hukukunu yorumlayanlar gibi ilmi faaliyetlerde bulunanlar da genellikle erkekler olmuştur. (s.69)
…Şayet önceki gelenek devam etmiş olsaydı, Orta Asya’da kadınlar sadece eğitim öğretimde değil, muhtelif alanlarda da güçlenebilirlerdi. Kadınlar genelde Orta Asya siyasetinin perde arkasındalardı. Arap orduları yeni dini ilan etmek ve kenti yağmalamak için Semerkant’ın kapılarına geldiklerinde oğlunun adına idarecilik yapan çelikten bir iradeye sahip bir kadınla karşılaşmışlardı. (s.69)
O dönemin gözlemcileri Arap akınlarından önceki Orta Asya’nın kayıp dünyasına ilişkin çok önemli bir noktayı aydınlatmaktalardı: Okuryazarlığın ne denli yaygın olduğu. Araplar tarafından çok sayıda kitabın ve evrakın yok edilmiş olması bizi bu tarz dışarıdan gelenlerin gözlemlerine mecbur kılmaktadır… (s.111)
Toprak Kale’de deşifre edilen belgelerden bilebildiğimiz kadarıyla Harezm’deki emek gücünün büyük kısmını köleler oluşturmaktaydı. Fakat bir bütün olarak iktisadi sistem üst düzey meziyetler gerektirecek derecede karmaşıktı. Su seviyesindeki mevsim değişikliklerine bağlı olan su idaresi ve tarım teknolojileri, karmaşık vergi sistemi için gerekli kayıt tutma sistemi ve ulusal para biriminin istikrarının korunması gibi meselelerin hepsi yüksek matematiksel, bilimsel ve teknik bilgi üzerine kuruluydu. (s.349)
…Arap istilâsından önce Orta Asya medeniyetinin teknik yeterliliğe ve bilgiye büyük önem verdiği hemen anlaşılmaktadır. (s.114)
Arap orduları
…Ana çekirdeği oluşturan Arap kadronun haricindeki askerlerin çok azı Müslümandı, zira Orta Asya’daki İslamlaşma süreci çok yavaş ilerliyordu. İki asır sonra bile Müslümanlar bölge nüfusunun ancak onda birini oluşturuyorlardı. Hâl böyleyken Talas’taki sözüm ona Arap ve Müslüman olan güçlerin çoğunun cihat ruhundan ziyade bölgeyi yabancı ordulardan temizlemek gayesiyle hareket ettiklerini söylemek yanlış olmayacaktır… (s.181)
Arap kuvvetleri arasında çok sayıda Emevi destekçisi vardı ama halifenin muarızlarının sayısı gittikçe artıyordu. Emevilerin mensup olduğu kabilenin nefsine düşkün ve din düşmanı olduğu söyleniyordu. Bu kabile bizzat Muhammed’e karşı savaşmış, sonra da Peygamber’in kuzeni ve damadı olan meşru varisinden hilafeti gasp etmişti. Kabile meseleleriyle ilgisi olmayanlar da Emevileri tamahkâr, rüşvetçi, sarhoş ve kadın düşkünü olmakla itham ediyorlardı. İslam fetihlerini genişleten ve Kur’an’ı cem ettiren Halife Osman’ın bir akrabasının sarhoşken namaz kıldırmaya çalıştığı iddiası işleri daha da çıkmaza sokmuştu. (s.170)
Yedinci ve Sekizinci asırdaki Arap cihadının en yıkıcı olduğu bölge Harezm olmuştu. Harezm devletinin düşüş belirtileri gösterdiği bilinmekteydi ama bu istila öldürücü darbeyi vurmuştu. Orta Asyalı idarecilerin Araplara karşı direniş planları için Harezm’de toplanmış olmaları işgalcilerin öfkesini artırmıştı. Kütüphaneler, arşivler ve Harezm dilindeki literatürün tamamı ateşe verilmiş, bilim adamları ve mahalli medeniyetin taşıyıcıları sistemli bir şekilde öldürülmüştü. Birûni’nin yazdığına göre Arap kumandan Kuteybe memleketin tarihini bilen, bilimsel çalışmalarda bulunmuş ve Harezm dilini okuyup yazabilen herkesi mümkün olan her türlü yolu deneyerek sindirmiş ve yok etmişti. Daha sonra Biruni bugünü ulaşmayan, Kitab’ül Müsamere fi Ahbar’il Harizm (Harezm Tarihi) eserini yazarken işgalin elinden kurtulabilmiş birkaç döküntü arasından belge toplamak zorunda kalmıştı. (s.349)
Kuteybe’nin kitapları ve dini literatürü yok etmesinin daha kalıcı sonuçları olmuştu… Medeniyet adına trajik bir kayıptı. (s.168)
Harezm’in Arapların vurduğu darbenin ardından toparlanması için iki yüz sene geçmesi gerekecekti. Fakat derin kökleri olan Harezm medeniyeti 750 ilâ 950 seneleri arasında öylesine bir geri dönüş yapışmıştı ki 1000 senesine varılmadan yeniden bir entelektüel merkez olmuştu. Aslına bakılırsa 980 senesinden 1017’ye kadar sahip olduğu seçkin bilim adamı ve yazar sayısı itibariyle Harezm’in yeni başkenti Ürgenç’i geçen hiçbir kent yoktu. Çağın iki devi, Birûni ve İbn-i Sina da oradaydı ama onların yanı sıra matematikçi Ebu Nasr Mansur bin Irak, gökbilimci Ebu’l Vefa Buzcani ve tıp bilgini Ebu Sehl Mesihi gibi başka öncü kimseler de vardı. Bağdatlı Nasturi bir Hristiyan olan Ebu’l Hayr ibn-i Hammar müthiş meziyetlere sahipti. Mantıkçıydı, Yunan felsefi eserlerini (Teofrasto, Porfirios) Aramiceden Arapçaya tercüme etmişti. Ayrıca bir tıp uzmanı olup gerontoloji, hamile kadınlar, diyabet ve kendisinin de muzdarip olduğu sara hastalığının tedavisi konularına yoğunlaşmıştı. Bu coşkunluk trajik bir şekilde kısa sürecek olsa da meziyetlerin yok olmaması Ürgenç’e medeniyet tarihinde mümtaz bir yer kazandırmıştı. Merv, Nişabur ve Buhara ile birlikte Ürgenç, Orta Asya’nın Aydınlanma Çağı’nın merkez noktası olmuştu. (s.350)
Azamet ile sefaletin bu karmaşası arasında büyük bir matematikçi, Ebu’l Vefa Buzcanî yetişmişti (940-998)… Bir asır önce Harezmi’nin açtığı uygulamalı matematik yolunu takip ederek içinde toprak vergisinin hesaplanması ve yatırımların yönetilmesi hakkında tavsiyelerinin de bulunduğu, tacirlere ve memurlara yönelik kullanışlı bir kitap kaleme almıştı. Ayrıca zanaatkârlar için geometri hakkında da bir kitap yazmıştı. (s.351)
Arapça’ya yönlendirme
Tüm bu sorunlara karşın Arap akınları nihai olarak iki açıdan başarıya ulaşmıştı: resmi iletişim ve entelektüel etkileşim için yeni bir dil, yani Arapça ve yeni bir din, yani İslam. (s.158)
…Mücadelenin ardından gelen bu rahatlamanın daha uzun sürecek bir meyvesi Arapların tüm resmi evrakın Arapça yazılması gerektiğini ilan eden bir hüküm vermeleriydi. 741’de yürürlüğe konulan bu karar anlaşıldığı kadarıyla büyük ölçüde kabul görmüştü. (s.175)
Müslüman hamiler ilmin inançla ilgisi olmadığı hatta düşmanı olduğu gerekçesiyle bu tarz faaliyetlere destek olmaya yanaşmıyorlardı. (s.220)”
Eserlerini Arapça kaleme almayı tercih ettikleri için uzmanlar da kolaycılığa kaçarak bu isimlerin Orta Asyalı değil de Arap oldukları kanaatine varmışlardı. (s.221)
Haftaya devam…