Prof.Dr. Nusret Çam’ın “Milli Egemenlik ve Din” başlıklı makalesinden alıntılarla yazıma devam ediyorum.
“Mekkelilerin, gelen vahiyleri kabul etmemeleri karşısında Peygamber’in tavrının ne olması gerektiğini konu alan En’am 57’deki ‘Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir’ ayeti, ‘sen tebliğ görevini yaptın, onları artık kendi haline bırak, zira onlar hakkındaki hükmü artık ben vereceğim’ anlamındadır.
-En’am suresi 62'de geçen ‘Şüphesiz hüküm yalnız O’nundur’ ayeti ölümden sonra ruhların Allah’a ulaşacağını, bu konuda hükmü sadece Allah’ın vereceğini anlatmak içindir.
-Yusuf Peygamber’in, puta tapan zindandaki arkadaşlarına karşı söylediği ‘Hüküm Allah’tan başkasının değildir (Yusuf 40)’ sözü, putların herhangi bir güce sahip olmadığını, evrendeki her şeyin hâkiminin Allah olduğunu bildirmeyi ifade etmektedir.
-Hz.Yakub’un, Mısır’a gönderdiği oğullarına nasihat babından söylediği ‘Hüküm yalnız Allah’ındır (Yusuf 67)’ sözü, tehlikelere karşı tedbirli olmalarını, fakat eğer başlarına istenilmeyen bir durum gelirse bunu da tevekkülle karşılamalarını, zira Allah’ın yaptığı her şeyde bir hikmet olduğunu anlatmak maksadına yöneliktir.
-‘Şüphesiz hüküm O’nundur (Kasas 70)’ şeklindeki ayet de bu dünyada putlara tapan kimselerin taptıkları putların öbür dünyada onlara hiçbir fayda vermeyeceğini, zira hesap günü tek hâkimin Allah olduğuna delalet etmektedir.
-Aynı şekilde ‘Muhakkak hüküm O’nundur (Kasas 88)’ ayeti de putların hiçbir güce sahip bulunmadığını, mutlak gücün ve karar merciinin Allah olduğunu bildirmektedir.
-‘Artık hüküm, Allah’ındır (Mü’min 12)’ ayeti de Allah’a ortak koşanların ahirette cezasını sadece Allah olduğunu ifade etmektedir.
-‘Hüküm vermek Allah’a aittir (Şura 10)’ ayetinin muhatabı da bütün delillere rağmen inanmamakta direnen Mekkelilerdir. Nitekim bundan dört ayet öncesinde Peygambere hitaben söylenen ‘sen onların üstünde vekil değilsin (onların günahlarından sen sorumlu değilsin ve onları cezalandıracak olan da sen değilsin)’ sözü bu gerçeği açıklamaktadır. (s.87-88)
…Elbette yeri, göğü, bütün evreni, insanı, insandaki aklı, iradeyi, nefsi yani her şeyi yaratan Allah’tır; bunların maliki, sahibi de O’dur… insanların yetkisine giren alanlarda hüküm de yine insanlar ve devletlerin çeşitli kurumları ve organları aracılığıyla icra edilecektir. Aksi takdirde Allah’ın, somut bir varlık olarak yeryüzüne gelip her işi bizzat kendisinin yapması gibi ilkel bir düşünceye sahip olmak gerekir. Dolayısıyla bu ayetlerin hiçbirinde bunun dışında bir şey iddia edilemez. (s.88-89)
İslâm’da egemenlik konusunu düşünce ve hareket sistemlerinin merkezine oturtan ve Müslümanların birbirinin kanlarını dökmesine sebep olan Haricîlerin, Selefîlerin ve günümüzde onların takipçileri durumundaki siyasal İslâmcıların en çok başvurduğu diğer bir ayet de şudur:
‘Artık insanlardan çekinmeyin, Ben’den çekinin
Ayetlerimi para pul karşılığı heba etmeyin
Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse şayet
İşte onlar ta kendileridir kâfirlerin (Maide 44)’.
Bilindiği üzere, Hz.Ali ile Muaviye arasında meydana gelen Sıffin Savaşı ve sonrasındaki olaylar dolayısıyla her iki tarafı da öldürülmesi gereken kâfirler olarak ilan eden Hariciler, bu kararlarına dayanak olarak bu ayeti göstermişlerdir. Tevrat’ı para pul karşılığında tahrif eden Yahudileri konu alan bu ayetin bağlamından koparılarak ve Kur’an’ın temel mesajları dikkate alınmayarak, çok ilkel ve kaba bir bedevi mantığıyla bu şekilde yorumlanması, İslam’ın cahil ve art niyetli kimselerin elinde nerelere sürüklenebileceğini göstermesi bakımından anlamlıdır.
Eğer Kur’an’a ve olaylara bu sığ ve kaba bedevi mantığıyla bakarsak Mısır’da Firavun’un mahiyetinde danışman veya vezir olarak çalışan ve onun kanunlarını aynen uygulayan (Yusuf, 76) Hz.Yusuf’u da aynı kategoriye sokmak gerekir. Hz.Ömer, Kur’an’ın açık hükmüne rağmen, Mekke’nin fethi sırasında kalbi ısındırılacak kişilere hazineden verilmesi gereken parayı halifeliği süresince ödememiştir. Kur’an, Müslüman erkeklerin Hristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmesine izin verdiği halde Hz.Ömer Müslüman kadınların kendilerine evlenecek erkek kalmadığı yönünde şikayetleri üzerine Kur’an’ın verdiği bu izni askıya almıştır. Hz.Ömer’in, açık nassın hilafına daha başka uygulamaları da vardır. Zira o Kur’an’daki o ifadelerin lafzına değil, hikmetine, yani geride yatan gerekçelere göre hareket etmiştir. Hz.Osman, Kur’an’ı Mushaf halinde tanzim ederken sureleri ve ayetleri, Peygamberin zamanındaki nüzul sırasına göre olan tertibin yerine -bilmediğimiz bir sebeple- bugünkü şekline göre düzenlemiştir. (s.89-90)
Kur’an’a Göre Çeşitli Milletler, Çeşitli Hukuk ve Çeşitli Yöntem
Teokratik saltanat özlemlerinin ne kadar İslâmî olup olmadığını anlamak için ele almamız gereken diğer bir delil de her nedense bu konuyu araştıranların pek kullanmadığı,
‘(Ey ümmetler!) Size bir şeriat (ulu yol)
ve bir de tali yol (yordam) verdik.
Dileseydik, elbet sizleri bir tek ümmet ederdik.
Fakat sizi, size verdiği şeylerle
İmtihan etmek için yaptık böyle.
Öyleyse güzel işlerde birbirinizle yarışınız
Hepinizin dönüşü Allah’adır şüphesiz (Maide, 48)’ ayetidir.
Bu ayetin Arapça orijinal halinde geçen ve ‘şeriat’ kelimesinin de türetildiği ‘şir’a’ kelimesi geniş yol, cadde demektir. Onun hemen ardından gelen ‘minhac’ da ‘tali yol, yordam, yöntem’ anlamındadır… Zaten 1876 yılında hazırlanan Mecelle’de de bu durum ‘zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişmesi inkâr olunamaz’ diyerek belirtilmiştir. Fakat Allah’ın varlığı, birliği, sıfatları, ahirete, kitaplara, resullere iman gibi akait konuları ve ahlakın genel ilkeleri asla değişmez. Dikkat edilirse dinin asıl alanı bunlardır. (s.91-92)
…Buradan da anlıyoruz ki Kur’an’ın asıl mesajı ve dinin asıl hedefi yeryüzünde insanlar, kavimler ve milletler aracılığıyla medeniyetlerin yaratılmasıdır. Nitekim Hucurat suresi 13.ayeti de aynı şeyi söylemektedir:
‘Ey insanlar, muhakkak ki sizi Biz
İrfan, kültür alışverişi yapmanız için
Bir erkekle bir dişiden yarattık
Ve kabileler, milletler halinde var ettik şüphesiz.
Allah katında sizin en şerefliniz
Sorumluluğunu bilendir, sorumluluğunu bilen
Ve Allah hakkıyla bilen, haberi olandır (her şeyden).’
Bunlara ilave olarak insanların asıl yaratılış misyonunun kulluk değil, fakat onu da içine alan çok daha muhtevalı ve anlamlı bir kavram olan ‘halifelik’ olduğunu (Bakara, 30) söylersek, İslam dininin sadece birey için değil, bütün insanlık için neler getirdiği daha iyi anlaşılacaktır. Kur’an’da geçen ‘halife’ kavramının siyasi hiçbir anlamının bulunmadığı gerçeğinin altını çizmek gerekir. Kur’an’daki manasıyla halifelik, bir taraftan dikey sorumluluk duygusu ile Allah’a inancı, ibadeti ve sorumluluğu temsil ederken, diğer taraftan da yatay sorumluluk duygusu ile insanın kendisine, topluma ve canlı veya cansız bütün varlığa karşı sevgiyi, saygıyı ve sorumluluğu ifade eder. (s.93-94)
Haftaya devam…