Bugünkü “Ulusalcı solu” kastetmiyorum ama farkındaysanız, Atatürk’le hiçbir ilintileri olmadığı halde radikal sol gruplar; “bağımsızlık karakterimdir” sözünden hareketle onu geçmişte kullandıkları gibi bugün de kullanmaya çalışıyorlar.
Solcu gençler, “tam bağımsızlık” ilkesine sarılırken “Atatürkçü” olduklarını sanıyorlar. Gerçekte ithal edilen fikirler, kendilerine aşılanıyor; farkında değiller. Atatürk döneminde zaman zaman sol düşüncelere, komünizme yol verilse de bu konjonktür gereğiydi. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ve SSCB’deki Türkler’in geleceği için böyle bir strateji izlenmişti.
Atatürk, bir Türk Milliyetçisi’dir. Şu sözü, onu anlatmaya yetecektir: “En büyük iftiharım, Türk olarak yaratılmamdır.” Söylemleri hep böyledir; çağlar öncesinden gelen ses gibidir: Bilge Kağan’ı hatırlatır.
Dünyanın çeşitli bölgelerindeki Türkler’in varlığından haberdardır. “Türk Birliği”nin olacağını tahmin etmektedir ama o günlerde ülkesinin geleceği için bunu pek belli etmez. Benzer birçok sözleri vardır. Maceraperest değildir; yapacaklarını enine boyuna düşünerek kararlaştırmakta ve yeri geldiğinde uygulamaktadır.
Tam bağımsızlık için idari, adli, ekonomik ve kültürel bağımsızlık gerekmektedir. Atatürk bunu gerçekleştirmek için çabalamış ve kendi döneminde başarılı olmuştur. Bunu dışarıdan empoze edilen fikirlerle başarmak mümkün değildir. Solcu gruplar, Atatürk konusunda samimi iseler yabancı düşünceler yerine Atatürk’e ve fikirlerine sahip çıkmalıdırlar.
Aynı hatayı Siyasal İslâmcılar da yapmaktadır. Birçok İslâm’î grup, Kur’an ilkeleri ve Peygamberimizin sahih hadisleri yerine kendilerince oluşturulan bir İslâm anlayışıyla hareket ediyorlar. Bu gruplar, millî değerlerden ve dünya gerçeklerinden uzak oldukları gibi, dışarıdan kontrol edilen kişilerin emrinde İslâm’a hizmet ettiklerini sanıyorlar.
Aslında her iki tarafta emperyal güçlere hizmet ediyorlar. Sağ ve sol gruplar -idealist görünmeye çalışsalar da- dışarıdan yönlendiriliyorlar ve destekleniyorlar. Ama sol “Atatürk”ü, radikal İslâmcılar da “İslâm”ı kullanmaya devam ediyorlar.
Ya Bizler!
Biraz geçmişe gidelim: Seçimlerde o kadar çalışmamıza rağmen sonuçlarını rahat bir şekilde seyredebildik mi? Bırakın iktidara gelmeyi, “acaba barajı geçebilecek miyiz diye” hep diken üstünde olmadık mı? Hep başkalarının başarılarını seyretmedik mi? Bir seçim gecesi yatağa mutlu şekilde girebildik mi? Sebebi neydi?
Seçim beyannamelerimizde seçmene güzel vaatlerimiz ve çok güçlü sloganlarımız vardı. Peki, sonuç neden hep hüsran oluyordu? Hatırlıyor musunuz? “Bir şey değişecek, her şey değişecek”ti. Ama yıllardır ne bir şey değişti ne de her şey değişti; hep yerimizde saydık. Hâ, tarih boyunca Türklerin birbiriyle boğuştukları gibi biz de birbirimizle, bağlı kuruluşlarımızla çok güzel uğraştık!..
Demek ki seçimlerde vatandaşa güven ve güzel bir görüntü veremedik. Bugün ki iktidar sözcülerinin yaptığı gibi dün söylediklerimizle çelişir olduk. Bırakın kamuoyu desteğini, kendi tabanımızın bile desteğini alamadık.
Geçmişte olduğu gibi MHP, aslında merkeze doğru yönelmeli ve tüm vatandaşları kucaklayan politika izlemeliydi. Tek başına iktidara gelmek için tabanı genişletecek çözümler üretmeliydi. Yazılı ve görsel basını, sokağı ve meydanları iyi kullanıp iktidar yolunu açmalıydı. Maalesef! Merkezde olması gereken parti; uçta, radikal bir parti konumuna getirildi.
Son zamanlarda uygulanan politikalar sebebiyle de “tek başına iktidar düşünülmüyor gibi” bir durum çıktı. Acaba 57.hükümet tecrübemiz iyi geçmediği için mi, tek başına iktidar olmaktan vazgeçtik? Yoksa devleti yönetmek bize göre değil mi? İktidara gelmekten ve devleti yönetmekten korktuk mu? Sorumluluk almaktan mı kaçıyoruz? Az bir milletvekili ile mecliste olalım, istediğimiz gibi konuşalım; bazen iktidara bazen muhalefete “muhalefet yapalım”, geçinip gidelim mi diyoruz? Bir cumhurbaşkanı adayı bile çıkaramıyoruz! Tamam, iktidar olmak zordur ama bunlara inanmak istemiyorum: Sanki başka etkenler var!..
Arkadaşlarla sohbetlerde “parti neden iktidarı düşünmüyor?” şeklindeki konuşmalara karşılık bazı arkadaşlar “bize iktidarı vermezler ki” gibi cevap alınca şaşırıp kalıyorum; ne demekse!.. Emperyal güçler “millî güçler”in iktidara gelmesini istemezlermiş. O zaman bu parti niye kuruldu: Emperyal güçlere karşı değil mi?
Prof.Dr. Özcan Yeniçeri; “İdealler azalınca çürüme artar!” diyor (02/04/2021, Yeniçağ)…
Bundan sonrası
Ben, Türkiye’nin gidişatını hiç iyi görmüyorum. İktidar, ne kadar -eline geçirdiği medyayla- “toz pembe” göstermeye çalışsa da durumumuz, yurtiçinde iyi olmadığı gibi dünyada da yalnızlaştık. Eskiden sürtüşmeler olsa bile komşularımızla ve İslâm ülkeleri ile iyiydik. Şimdi herkesle aramız açık. Akıllı bir politika izlenmiyor. Popülist ve eyyamcı politikalarla nereye kadar gidilebilecek?..
Anayasaya, kendi yaptıkları yasalara, diğer mevzuata, protokole uymayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Vatandaşın sorunlarından çok kendi iktidarlarının devamını ve geleceklerini düşünüyorlar. Cumhurbaşkanlığı makamı parti makamı oldu; her şey birbirine karıştı. Bunlar, daha önce görmediğimiz ve alışmadığımız görüntülerdir. “Körle yatan şaşı kalkarmış” misali, galiba biz ülkücüler de onlara uyup milletimizden koptuk; böyle bir anlayışı nasıl destekleriz.
Tabii ki yıllarımızı verdiğimiz partimizi takip ediyoruz. Önce “şehit ülkücü kardeşimizin ağabeyi diye” FETÖ’den yargılanan Türköne’yi, sonra “devlete hizmet etti diye” kamuoyunda mafya lideri olarak bilinen Çakıcı’yı içeriden çıkarttık. Sebebini bilemiyorum ama bu işler bu kadar açıktan yapılmayabilirdi. Kamuoyunda yanlış intibaya neden oldu. Türk Milliyetçiliği’ni, Ülkücülüğü -geçmişleri ülkücü de olsa- suç örgütleri ve liderleri ile bir araya getirmek doğru değildir. Çünkü Ülkücü, her şeyden önce ahlâklı kişi demektir.
Bir hata ya da yanlış, yeni bir hata veya yanlışa sebep oluyor. Bir defa yalana başladın mı yalanlar devam ediyor. İktidarın yaptığı haksızlıklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yanlışlara, … karşılık ortaya konulan “devletimizin beka meselesi var” sözü, bizleri tatmin etmiyor; taban razı olmuyor ve her şeyin farkında... O halde neden destek veriyoruz?..
Yine yazıyorum: Sizleri bilmem ama bugünkü iktidar partisinin yöneticileriyle -aynı ülkede yaşamamızın dışında- hiçbir ortak yanımı göremiyorum. Hatta İslâmiyet’in ahlak kuralları çerçevesinden -icraatlarını ve yaşayışlarını- değerlendirdiğimde, sanki aynı dine de inanmıyoruz gibi… Dinimizde ibadetten ve muamelattan önce iman, itikat ve ahlak kuralları gelir. Eğer “Müslüman’ım” diyorsak, tam iman edeceğiz ve ahlak kurallarına uyacağız.
“Tam bağımsızlık” için öncelikle ülkemiz, her yönden -özellikle ekonomik olarak- güçlü hale getirilmelidir. Vatandaşlarımız kimseye bağımlı olmadan okuyup, araştırıp bilinçlenmeli ve başkasının aklı yerine kendi aklıyla hareket edip kararlarını özgürce verebilmelidir.
Biz, Türk Milliyetçilerine, ülkücülere çok iş düşüyor: Çünkü biz merkezi, yani Türk Milleti’ni temsil ediyoruz. Merkezde Atatürk vardır, Başbuğumuz Türkeş vardır: O halde onları daha iyi anlamalı ve devletimizi tekrar Cumhuriyet değerlerine döndürmeliyiz.