Eşimin yeğeni Sinan Yılmaz’ı, kalp krizi sonucu 43 yaşında kaybetmemiz sebebiyle bir hafta cenaze evinde bulunduk. Herkes tarafından sevilen biri olduğundan hem cenaze günü hem de diğer günler çok kalabalık oldu. Allah rahmet eylesin.
Baş sağlığına gelenlerle sohbetler, daha çok Sinan’ın vefatı ve dinî ağırlıklı oluyordu. Siyasi konulara girmesek de zaman zaman konuşuluyordu. Cumartesi akşamı gelenlerle bir masa etrafında sohbet ederken, masadaki bir arkadaşın sorusu üzerine Milli Eğitim Bakanlığı’ndan emekli olduğumu söyledim. Bunun üzerine arkadaş; “Madem Milli Eğitimden emeklisiniz, bu eğitimin hali ne olacak hocam” demesiyle konu değişti.
Önce biraz durakladım; ne diyeceğimi düşündüm. Karşımdaki kişiyi ilk defa tanıyordum: “Hangi düşünceye sahip veya hangi partili” bilmiyordum. Açıkçası, sözlerimin yanlış anlaşılıp kırılmasını ve taziye ortamında tartışma çıkmasını istemiyordum. Cevap vermesem de olmazdı. Ayrıca, soruyu soruş şeklinden eğitimden memnun olmadığını anladım.
Benim durakladığımı görünce; “Eskiden okullar tatile gireceği son güne kadar ders yapılırdı. Şimdi bir, bir buçuk ay öncesinden dersler bırakılıyor. Böyle eğitim mi olur?” dedi. Ben de; “Eğitimden memnun olmadığın belli” dedim ve “ne iş yaptığını” sordum. Bir mobilya mağazasında çalışıyormuş.
Başlangıçta masada 7-8 kişiydik. Akşam ezanı okununca bazıları camiye gitti. Ben de genelde gidiyordum ama arkadaşın sorusunun cevaplamak için kalkmadım. “Haklısın” dedim: “Her şey gibi eğitim de çok laçkalaştı; disiplin falan kalmadı. Aslına bakarsan eğitim kimsenin umurunda değil.” dedim. Bu arada arkadaş lafa girdi ve “Bizim çocuklar ne olacak hocam” dedi. Ben de “Bir şey olacağı yok. Çünkü Türk çocuklarının okuyup okumaması umurlarında değil.” dedim. “Nasıl, yani?” dedi. “Bizi yönetenlerin hangilerinin çocukları devlet okullarında? Hiçbirinin diyebilirim. Hepsinin çocukları özel okullarda okuyorlar. Para verip vermediklerini bilemem ama hepsi en iyi okullarda… Hatta bazılarının çocukları Türkiye’de de değil, yurt dışında okuyorlar. Amerika’da, İngiltere’de, Avrupa veya başka ülkelerde… Velhasıl çoğunun çocukları dışarda. Yurtdışındaki okullarının/ üniversitelerin kalitesini tartışmıyorum ama buralardan mezun oluyorlar. Diplomaları ellerinde; ülkeye döndüklerinde en etkili ve yetkili makamlara veya büyük şirketlerin başına geçecekler. Gariban Türk çocukları okumuş okumamış, onlar için hiç önemli değil.” dedim. Cevap vermedi.
Sözlerime devam ederek; “Seni, bu konularla ilgili gördüm. Belki çocuklarının okuldaki durumunu düşünerek bu soruyu sordun ama sorumluluk duyman hoşuma gitti. Demek ki takip ediyorsun ve bu durum seni rahatsız ediyor. Mesela; çocuklarımız üniversiteleri başarıyla bitiriyorlar, KPPS’ye girip en yüksek puanları alıyorlar ama mülakatta yolları kesiliyor. Öte yandan az puan alan yandaş çocukları da mülakatta yüksek puan verilerek işe girmeleri sağlanıyor. Hak ve adalet, Hakk getire!.. Veya Belediyeler kanalıyla devlet kurumlarına geçiriliyorlar. Zaten yıllardır bırak ehliyet, liyakat aramayı, eğer kendi taraftarı veya yandaş sendikalı değilse, kurum içindeki başarılı personelin bile yükselme şansı yok. Birkaç üniversite bitiren çocuklarımız ise ya yurtdışına gitmek için çabalıyor ya da ne iş olursa yaparım diyor. Ne acı değil mi?..
“Ben, muhalif bir adamım. Siyasi anlamda değil; eksik, yanlış, hatalı, haksız ne görürsem onu eleştiririm. Bunları söylemek zorundaydım. Sözlerimi değerlendirmek de sana kalmış. Anlayacağın, bizim çocukların bir değeri yok. Devletin bütün kurumları laçkalaşmış. Eğitim kurumları da bundan payını alıyor. Kararı vatandaş verecek ama o da sus pus. Yapacak bir şey yok.” dedim. “Haklısın” dedi.
“Bir şey daha söyleyeyim” dedim: “Artık birçok büyüğümüzün, zenginimizin eşi, kızları doğuracağı zaman yurt dışına gidiyor, orada doğum yapıyor. Doğum yaptığı ülkenin vatandaşı olmaya çalışıyor. Bize de Suriye’den, Afganistan’dan, Pakistan’dan vs. ülkelerden peyderpey geliyorlar; burada çoğalıyorlar. Korkarım, bırak eğitimi yarın Türkiye’yi de bulamayacağız!..”
Samimiyet
“Değerler” sözcüğünü duymuşsunuzdur; “değerler eğitimi”ni de… Bu iktidar döneminde en çok lafı edilen ve Bakanlıkta hem eğitim programlarına hem de hizmetiçi kurs programlarına yerleştirilen bir kavram. Bu konuda genelgeler yayınlanıp ders dışı ve ders içi çalışmalarda işlenilmesi istenmiştir.
Bu arada şunu belirtmek isterim: “Değerler eğitimi”nin en güzel uygulandığı yıllar, cumhuriyetin ilk yıllarıdır. Daha sonraki iktidarlar döneminde yetersiz olsa da uygulamaya devam edilmiştir.
Evrensel, millî, manevî ve toplumsal değerler altında basit sınıflama yapılmakla birlikte değerler eğitiminin çok geniş tanımı ve sınıflandırmaları vardır. Bu konuda uzmanların çalışmalarını internetten öğrenebilirsiniz. Değerler eğitiminin amacına gelince; aileden başlayarak okul, işyeri ve çevre ortamlarında, öncelikle yetişkinler ve sonra da yeni kuşaklara aktarılmasını ve davranış haline getirilmesini sağlamaktır.
Peki, başarılı olundu mu? Bence hayır. Her şeyi çarpıttıkları gibi bunu da çarpıttılar ve bir sonuç alınamadı. Çünkü samimiyetsizlik söz konusu… Uygulama var, davranışa dönüş yok.
Allah için söyleyin: Bugün “Millî bir değerimiz kaldı mı? Millî değerlerimiz, sadece bayrağımız ve İstiklâl Marşımız mı? Diğer millî değerlerimiz…”
Ya manevî değerlerimiz!.. Dini kullanarak seçmenden oy alan iktidarın tüm çabalarına rağmen bu kulvarda ne oldu? Neredeyse bütün okulları İmam-Hatip’e çevirdiler ama yine olmadı. Güya; değerlerine bağlı misyon ve vizyon sahibi nesiller yetiştirilecekti. Galiba ters tepti!.. Çocuklarımız eski bildiklerinden de uzaklaştı: Ateizme, deizme kaydı. Sonra da “niye böyle oldu?” diye şaşıp kaldılar. Dindar nesil yerine birbirine kindar nesil oluştu. Yine de dindar geçinenler boş durmuyorlar; ellerine birer mezro almışlar, bizim inancımızı ölçüyorlar!..
Sonuç alamayınca; yaptıkları protokollerle okullara, kendilerine yakın vakıf ve dernekleri ve din görevlilerini soktular. Görevlendirecekler kişilerin bilgi ve tecrübesi bir tarafa, okullarda çocuklarımıza “hangi dini” öğretecekler acaba? Kur’an ve sahih hadislerdeki dini mi, yoksa cemaat ve tarikatların her birinin ayrı yorumladığı dini mi? Demek ki, 15 Temmuz’dan ders alınmamış!..
Cuma günü, “Din samimiyettir, istismar ihanettir” başlıklı bir hutbe dinledik. Aynı tarihli Diyanet Takviminin arkasında da benzer ifadeler vardı. Kısaca hutbede, “Dinimiz İslam’ın özü samimiyettir. Samimiyet, içimizle dışımızın, özümüzle sözümüzün bir olmasıdır. Bütün söz ve davranışlarımızda Allah’ın rızasını gözetmektir. Samimiyet, imanımızı ve ibadetlerimizi her türlü riya ve gösterişten korumaktır. İmanı kemale erdiren samimiyettir. Yapıp ettiklerimizi ahiret sermayesine dönüştüren samimiyettir. İyiliği anlamlı kılan samimiyettir. Bilgiye değer katan samimiyettir. Din, samimiyettir.” ifadeleri yer alıyordu.
Hutbeyi güzel bulmuştum ama devamını dinleyince anladım ki 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin yıldönümü sebebiyle yazılmış. Oysa İslamiyet, insanın doğumundan ölümüne kadar dosdoğru yaşaması gereken bir dindir; belirli günlere göre hutbe yazılmaz. Samimiyetsizlik her yerde...
Gündeme getirilen her konunun; ülkenin asıl meselelerini unutturmak/ tartıştırmamak ve insanlarımızın kafasını karıştırmak için kullanılmasına yoruyorum.
Her şeye rağmen eğitimde yapılacak çok iş var ama öncelikle iyi niyetli olmak gerekiyor. Yandaş yetiştirmek için uğraşılmamalıdır. Ülke için her bireyi; millî, hangi dine inanıyorsa inancına ve maneviyatına samimiyetle bağlı iyi bir insan, iyi bir Türk vatandaşı olarak yetiştirmek amaç olmalıdır.