Bu dönemde “Türklüğü” ağıza almama, gayriihtiyari alınsa da hemen peşinden “ırkçılık anlamında söylemiyorum” diye bir geveleme modası çıktı. Türkler, sanki ırkçılık yapan bir millet!.. Eğer Türkler ırkçı olsalardı, bugün dünyada birçok millet yaşıyor olmazdı; aksine kendilerini feda ederek, kanlarını akıtarak başkalarını yaşatmışlardır.
Bazı densizler de fütursuzca “Türk’e ve Türklüğe” hakaret ediyorlar. “Meydanı boş buldular.” “Gemi azıya aldılar.” Yeri geldikçe, övünmek için “Osmanlı; kimsenin dinine, diline, kültürüne karışmadı” diye Osmanlıcı geçiniyorlar. Osmanlı kimdi? Şeceresini Oğuz Han’a kadar götüren 24 Oğuz boyundan biri.
Türk, millî kimliğimiz
İnsanın kimliğini belirleyen biyolojik, antropolojik, psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik, felsefi birçok etken vardır. Mesela; “insan” olmamız ve kendimizi tanıtırken söylediğimiz adımız, soyadımız, cinsiyetimiz, mezuniyetimiz, mesleğimiz, aidiyetimiz / mensubiyetimiz, inancımız ve benzeri ifadeler birer kimliğimizdir. “Ağaç kovuğundan çıkmadıysak (!)”, hepimizin bir kimliği vardır.
Hoca Ahmet Yesevi: “Türklük kaderim, İslâmiyet tercihimdir” diyor. Türk anne ve/veya babadan doğan “Türk” olarak tanımlanır; bu kaderidir. İnancımıza göre, her çocuk “İslâm fıtratı” üzerine doğar ama reşit olunca ister annesinin / babasının dini ile devam eder isterse değiştirir; tercihine kalmıştır. Milliyetiniz farklı, vatandaşlığınız farklı olabilir: “Türk kökenli Alman vatandaşı” veya ülkemizde “Ermeni kökenli Türk vatandaşı” dendiği gibi…
Kur’an’da (Maide, 5/54): “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lutfudur. Allah’ın lutfu geniştir; O, her şeyi bilir.” Bu ayetin Türkleri işaret ettiği hususunda birçok din alimi mutabıktır.
“Kişi kavmini sevmekle kınanamaz” hadisine rağmen “Türk’üm” demeyi bizlere çok görenler, kendi kimliklerini açıklayabiliyorlar. T.C’ne bağlı olunduğu müddetçe bir sakıncası yok ama ayrışma, bölünme, ötekileştirme diline dönünce sorun başlıyor.
Anayasamızın 66.maddesine göre “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.” Millî kimliğimiz Türk’tür.
Dinî kimliğimiz
Üç-beş yıl öncesine kadar Ramazanlarda televizyonlara gerçek din alimleri çıkıyordu; severek dinliyor ve bilgileniyorduk. Geleneksel ve alışagelmiş dinî bilgilerin dışında farklı açıklamalar yapıyorlar, ilgimizi çekiyorlardı. Artık fazla çıkmaz oldular, yasaklandılar. Hatta bazılarına hakaretler edildi, tehditler yapıldı.
Şimdi ekranlara çıkan sözde “alimler (!)” veryansın ediyorlar. İslâm’ı hem yozlaştırıyorlar hem zorlaştırıyorlar. Tartışma yaratacak konulara giriyorlar, bilinçaltı sapkın fikirlerini aktarıyorlar, millî değerlerimize hakaret ediyorlar; içlerindeki kini, öfkeyi, ihaneti kusuyorlar. İşte bu dönemin bir faydası da bu oldu: Bazı kişi ve grupların, asıl amaçlarını öğrendik ve dini nasıl kendi çıkarları için kullandıklarını gördük. Maalesef! Bu dönemde ateizm, deizm gibi farklı inançlara yönelenler oldu.
“Her hayırda bir şer, her şerde de bir hayır vardır” denir. Konuşmaları iyi oluyor; hiç değilse iyiniyetli, samimi ve dürüst Müslümanlar uyanıyorlar. Bu gerçekleri görerek, artık İslâmiyet’i araştırıyor, aydınlanıyor ve bilinçli yaşıyorlar. İslâmiyet’in, onların anlattığı gibi olmadığını öğreniyorlar. Herhalde bundan böyle Müslümanlar daha uyanık olacaklar ve din bezirgânlarına kanmayacaklardır.
Allah’ın ayetleri ne diyor?
Önce Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Meali’nden yararlanarak konuyla ilgili iki ayeti aktaracağım:
(Hucurat, 49/13): “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır…”
(Rum, 30/22): “O’nun kanıtlarından biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.”
Kur’an’ın nâzil olduğu dönemde Araplarda kavimleri ve kabileleriyle övünme ve başkalarından üstün görme âdeti (kültürü) çok güçlü bir şekilde mevcuttu. İslâm, insanların eşitliği gerçeğini ilân edince sindirmekte zorlananlar oldu.
Kişiler, gruplar, ümmetler, milletler siyasî, kültürel, biyolojik, coğrafî ve benzeri farklarla birbirinden ayrılırlar; dolayısıyla farklı kimlik sahibi olurlar, bu kimlikle tanınırlar ve tanışırlar. Her biri kendi farkını, özelliğini bir gurur, değer ve övünç vesilesi yapar. Ayet, farklı yaratılmanın “kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma, tanışma” fonksiyon ve hikmetini onaylamaktadır.
Ümmet konusu
TDV İslâm Ansiklopedisi (c.42, s.308-309)’nde; Ümmet, “Bir peygamberin tebliğ ettiği dine inanan veya o dine muhatap olanların meydana getirdiği topluluk anlamında terim” diye tanımlanmıştır. Her peygamberin ayrı ümmeti olduğu anlaşılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de; “Onlar bir ümmetti gelip geçti… (Bakara, 2/134 ve 141)” ayetlerinin yanı sıra, “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi; onlar aracılığı ile anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermek için gerçeği içeren kitabı indirdi. Ancak kendilerine apaçık gerçekler geldikten sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden, o kitap hakkında, sadece onun verildiği kimseler anlaşmazlığa düştüler… (Bakara, 2/213)” denilmektedir.
Ayrıca, “…Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi. Öyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarışın… (Maide, 5/48; Hud, 11/118-119)”, “İnsanlar (inanç birliği içinde bütünleşmiş) tek bir topluluktan ibaretti, sonra aralarında inanç farklılığı oluştu… (Yunus, 10/19)” ve “Eğer Allah isteseydi hepinizi elbette ki bir tek inanç topluluğu yapardı… (Nahl, 16/93; Şura, 42/8)” ayetlerinden, kendi hür irademizle hareket ettiğimizi ve bir sınavdan geçtiğimizi anlamaktayız.
Allah, insanı değişme ve gelişme kabiliyetiyle yaratmıştır. Ayrıca insanoğlunu -diğer canlılardan farklı olarak- tercih etme ve seçme yetenekleriyle donatmıştır. Allah’ın verdiği aklı iyi kullanıp O’nun gösterdiği doğru yolu tercih edenler cennete, nefsine ve şeytana uyanlarsa cehenneme girecektir. Kısacası; insanın farklı kavimlere mensup olması da farklı dinler / inançlar karşısında bulunup içinden “hak olanı” seçmesi de bir sınav aracıdır.
Maalesef! Bazı kişiler, milliyetimizden (Türklüğümüzden) rahatsızlık duyuyorlar ve dini kötü emelleri için kullanıyorlar. Din ve milliyet kavramları ayrıdır ama birbirinin karşıtı değildir. En saçma soru, “Türk müsün, Müslüman mısın?” sorusudur. Samimi, dürüst ve iyiniyetli olmak kaydıyla her iki kimliğimizi de birbirine zarar vermeden birlikte yürütebiliriz. Müslümanız diye Türklüğümüzü ret edemeyiz. Görüyorsunuz; Batı’da “Müslüman” denilince akla hâlâ Türk geliyor.
Bırakın! “Türk’üm” demezlerse demesinler: Biz, göğsümüzü gere gere “Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur” deriz.
(Ramazan bayramınızı kutlarım.)