Yine, “Malazgirt Zaferi’nin 952. yıldönümü”nü küçük bir grupla kutladılar. Kutlamaya 84 milyonu katmadılar. “Cumhur İttifakı” olarak kendi seçim zaferlerinizi kutlayın, itirazımız yok. Ama hiç değilse bu millî kutlamalara herkesin katılımını sağlayın: Siz kazanmasanız bile ülke kazanır…
Millî bayramlara hiç değer vermeyen iktidar, bazı zaferleri özellikle kutluyor. Kutlamalarda, zaferlere atfen “Fetih Ruhu”, “Malazgirt Ruhu”, “Çanakkale Ruhu” gibi deyimler kullanılıyor. Bunlar hamasi sözler midir, yoksa dillendirenler gerçekten bu ruhu taşıyorlar mı, tartışılır?..
Diğer yandan; hep Selçuklu ve Osmanlı’nın zaferlerini öne çıkarıyorlar. Herhalde konuya Müslümanlık açısından bakıyorlar. Tarihte 150 civarında devlet kurmuş bir milletin, sadece iki devletinin başarılarını kutlamak, ya Türk ve Türklük konusunda samimi olmadıkları ya da tarihimizi iyi bilmedikleri anlamına gelir.
Konuya “Türk müsün?” sorusuyla başlayalım. Eğer kendini Türk görüyor ve Türk’ün millî değerlerine önem veriyorsan; “bu ruhu taşıyorsun” demektir. Ama bu değerleri ortadan kaldırıyor ve çocuklarımızın bu değerleri kazanmasını engelliyorsan, “bir problem vardır”.
Birçok insan gibi bu ruha ben de inanıyorum. Çünkü bu ruhun adı “Türklük ruhu”dur. Yalnız bu ruh olgunluğu; durduk yerde olmadığı gibi yazılmış hazır metinleri okumakla da kazanılmaz. Bu ruha ulaşmak için bol bol okumak, araştırmak, geçmiş ve yakın tarihi çok iyi bilmek gerekir. Ve özellikle “Türk Tarihi”ni bir bütün olarak görmek gerekir. İşte o zaman bir “Türk ya da Türklük Ruhu” taşıdığınız anlaşılır.
Sadece Selçuklu ve Osmanlı zaferlerini anmakla yetinilmemeli; “Sakarya Ruhu” veya “Millî Mücadele Ruhu” da kutlanmalıdır. Çünkü buradaki “mücadele ruhu” da Türk milletinin gönlünde her daim vardır; yok edilemez.
Mesela; Alparslan’ı, çok sevmeme rağmen- koruması altındaki halifeye bağlılık belirtmesi ve 1064’de Ani ve Kars’ın fethi sonrası, ondan “Ebu’l Feth/ Fetihlerin babası” unvanını almasını hoş karşılamam. Maalesef! Bu anlayış devam etmiş, diğer sultanlarımız da Halifelerin kendilerine unvan verme geleneklerini sürdürmüşlerdir.
Bir de “Anadolu irfanı” deyimi kullanılıyor. Hem yukarıdaki deyimleri hem de bu deyimi kullanan kişiler acaba ne anlama geldiğini biliyorlar mı? Sanmıyorum. Bu yüzden, atasözlerimiz ve deyimlerimiz cahillerin elinde altı boş ifadeler halinde kalıyor.
Okuma alışkanlığının olmadığı bir ülkenin vatandaşları olarak, dinimizi dahi yeterince bilmeyen, ama dinin temsilcisi gibi ortada dolaşan siyasal İslâmcılar; en az 10.000 yıllık tarihi olan Türk milletinin, bu süreçte oluşan atasözlerini ve deyimlerini nasıl özümseyip yorumlayabilsinler?.. Veya Türk’ün diline, tarihine, kültürüne sahip çıkarlar mı?.. İşte, zaferleri de nutuk atarak ve bir-iki görsel faaliyetle geçiştirirler. “Ver Mehteri!.. Türk Milleti, Türk Milleti! Aşk ile sev milliyeti…”
Bu nasıl bir “Millî ruh”sa!.. Mesela; Malazgirt Savaşı sonrası Alparslan’ın Diyojen’e gösterdiği hoşgörüyü, muhalefete göstermiyorlar; kutlamalara çağırmıyorlar. Kutlamaya muhalefeti ve bütün halkı dahil etmeyi düşünmüyorlar. Bu kadar partizanlığa gerek var mı?.. Bu kadar ayrımcılığa gerek var mı?.. Eğer “Millî bir kutlama” ise, neden konuşmalarda iç siyasete dönük mesajlar veriliyor, politika yapılıyor? Bu kadar ikilik, düşmanlık neden?
Muhalefeti kutlamalara katmamak, ne sizin yerli ve millî olduğunuzu ne de muhalefeti yabancı yapar. Kimin yerli ve millî olduğu, devlet yönetimindeki icraatla anlaşılır.
Beka Meselesi
Batılıların bir “Şark Meselesi” vardır ve halen devam ediyor. Tek amaçları; “Türkleri yok etmek veya Anadolu’dan atmak veya İç Anadolu’ya hapsetmek/ sıkıştırmak.” Bu plan, Malazgirt Savaşı’yla başlamıştır. “Harçlı Seferleri”nin tek amacı budur ve karşılarına hep Türkler çıkmıştır. Bir tarihçimizin dediği gibi “eğer Türkler olmasaydı, Araplar bu dini savunamayacakları gibi İslâm diye bir din kalmayabilirdi.” Türkler, İslâmiyet’i korumuşlardır.
“Cumhur İttifakı”, Mayıs’taki seçimde kullanmadı ama 2018 seçimlerinde çok yoğun kullandılar; seçimin ana konusu “Beka meselesi”ydi. Bu mesele bitti mi? Hayır. Bu coğrafyada “Beka meselemiz hep olacaktır”. Uyanık olmak ve tüm çalışmalarımızı buna göre yapmak zorundayız. Öncelikle bunun için iç cepheyi “güçlü ve bir yapmak” zorundayız. Birlik ve beraberlik için çaba göstermeliyiz.
Ama ne yazık ki, böyle bir ortam göremiyorum. Türk tarihine çok düşkün, sürekli okuyan ve tarihimizle gurur duyan biri olarak, televizyonda seyretsem bile manevî olarak Malazgirt kutlamasından haz almadım; kendimi o kutlamaların içinde bulamadım.
Çünkü, bu tavır ve davranışlar, söylem ve demeçler, beni rahatsız ediyor. Bir Türk Milliyetçisi olarak, ülkemizin içinde bulunduğu göçmen sorununu da düşününce, milletim adına korkuyorum. Bu ayrıştırıcı, bölücü, ötekileştirici dil; ülkeyi karanlığa doğru götürüyor. Bu tavırlardan vazgeçilmelidir. Yazık oluyor Ülkeye!..
Eğer bu devranın böyle sürüp gideceğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Bakın, bugün ne Alparslan var ne Fatih var ne de diğerleri... “Dünya, Sultan Süleyman’a kalmadı…”
Hepimiz Alparslan’ı çok seviyoruz. Onun İslâm’a yaptığı hizmetleri de biliyoruz. Bugün, her konuda yerli-yersiz laf eden hocalarımız (din görevlileri) çıkıp, mesela Araplara “çocuklarınıza Alparslan’ın adını verin” diyebilir mi? Belki birkaç Türk hoca söyleyebilir. Ama Arap sevici büyük çoğunluk -bunlara göre Arap’ın her şeyi kutsal(!) olduğu için- söyleyemez. Ama Türk çocuklarına Arap isimlerini verdiriyorlar!..
Yılmaz Öztuna (Büyük Türkiye Tarihi): “Araplar, İslâm dünyasını savunmadan bile acizlerdi. Batıda Kuzey Afrika ve İspanya’da bu iş nasıl Berberilere düşüyorsa, doğuda da Türklere düşecekti (c.1/s.144).
Sünni İslâm dünyası büyük bir kriz içindeydi. Kahire’deki Şii Fatımî halifesinin taraftarları İslâm dünyasını kaplamıştı. Selçuklular gelinceye kadar Batı, hatta Orta İran ve Irak, Şii bir İranlı hanedan olan Büveyhilerin elindeydi. Abbasi halifesi, Türk kumandanlardan sonra bu Büveyhilerin elinde oyuncak, adeta esirdi (c.1/s.387).
10 Haziran 1076’da üçüncü Selçuklu muhasarasına dayanamayıp teslim olan Şam’da, Cuma hutbesinde Fatımi Halifesi’nin adı kaldırıldı, Abbasi Halifesi ile Büyük Türk Hakanı (Alparslan’ın oğlu) Melik-Şah’ın isimleri zikredildi (c.2/s.84).
Bütün İslâm devletlerini Büyük Türk Hakanlığı’na bağlamak ve Anadolu gibi yeni kıt’alar da açmak isteyen Sultan Melik-Şah, Türk cihan hakimiyet mefkuresini iyice benimsemişti (c.2/s.85).
Türkler, mutaassıp olmamak şartıyle, hatta taassuptan nefret eden dindar, samimi mümin bir millet şöhreti yapmışlardır (c.10/s.177). …Kendi işlerine bakar, kimsenin dini, imanı ile uğraşmazlar (c.10/s.181). Vicdan hürriyeti tamdı (c.10/s.209).”
Tabii ki, milletin oluşmasında “Millî Bayramlar”ın ve zaferlerin kutlanması önemlidir. Hem de hiçbir ayırım yapılmadan milletçe kutlanmalıdır.
Millî bayramlarımızı, milletçe ortak kutlayacağımız günlere ulaşmak dileğiyle…