“Eğitimde Son Yılım (2)” başlıklı yazımdaki mesajımı; “Yılların devlet memuru olarak ve tecrübeme dayanarak hazırladığım görüş ve önerilerimin, değerlendirileceği düşüncesiyle bilgilerinize arz ederim” diye tamamladım. Genel müdür bey: “Çok teşekkür ederim Yaşar bey, yazdıklarınızı okudum. İnşallah süreç içinde gerekenleri yapacağız. İlk olarak da mailinizde bahsettiğiniz resmi yazışmalarla ilgili olarak 2 Şubat 2015 tarih ve 29255 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ‘Resmi Yazışmalarda Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’le ilgili personelimize yönelik bir sunum (atölye çalışması) hazırlarsanız en kısa sürede bu konuda bir eğitim verebiliriz. İyi çalışmalar dilerim.” ifadelerinin olduğu bir ileti ile cevap verdi.
“Sayın Genel Müdürüm, Pazartesi günü mesajınızı okur okumaz çalışmaya başladım. En kısa zamanda sonuçtan size bilgi vereceğim. Saygılar…” şeklinde mesaj gönderdim. Yüz yüze gelemiyorduk ama, güzel bir diyalog başlangıcı diye düşündüm. Çalışmaya başladım ve onbeş günün sonunda sunumu hazırladım. 20 Ocak 2017 tarihinde: “Sayın Genel Müdürüm, Resmi Yazışmalarda Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”le ilgili çalışmamı tamamladım. Ne yapacağım konusunda talimatınızı bekliyorum. Kolay gelsin. Saygılar…” diye bir ileti daha gönderdim ve gelecek talimatı beklemeye başladım. Ancak hiç bir haber çıkmadı.
Nisan ayının son günleriydi. Mesai arkadaşlarımızdan biri: “Genel müdürlük personeli için 5-7 Mayıs 2017 tarihleri arasında ‘İletişim Becerileri Semineri’ yapılacağı, katılmak isteyenlerin isimlerini yazdırmaları gerektiği…” bilgisini veriyor, personelle tek tek görüşerek isimleri yazıyordu. Liste dolaştırıldığı için katılma mecburiyetinin olmadığını düşünerek (birinci seminerde yaşadıklarımı da dikkate alarak) Kızılcahamam Patalya Hotel’deki iki günlük seminere katılmayacağımı belirttim. Ayrıca, seminer programına baktım, programda benimle ilgili herhangi bir görev de görülmüyordu.
Bu arada şunu da belirteyim: Eskiden Bakanlık personelinin yetiştirilmesi ile ilgili hizmetiçi eğitimler; Bakanlık içerisinde veya Ankara’da yapılırdı, Ankara dışında pek yapılmazdı. Son zamanlarda bir de bu moda (!) oldu. Cuma gününü de katarak Ankara dışında herhangi bir lüks otelde üç (3) gün toplantılar yapılıyor. İsraf (savurganlık) had safhada… Bu ülkenin imkânları, kaynakları çok mu zengin ki, har vurup harman savuruyorsunuz? İşte geldiğimiz nokta: Ekonomik kriz… Şimdi bütçeyi kısacaklarmış!..
Neyse… Genel Müdürlük personelinin bir çoğu hafta sonunda yapılan seminere katıldı. Pazartesi günü oldu, mesaiye başladık. İlgili daire başkanı odamıza geldi ve hâl-hatır sordu. Odadan çıkarken: “Yaşar bey, genel müdür bey; resmi yazışmalarla ilgili sunum yapacaktı, neden gelmedi diye seni sordu” dedi. Ben de: “Seminere katılacakları yazmak için liste gezdirildi, zorunluluk olmadığını düşündüğüm için katılmadım. Bu konuda bana kimse bir şey söylemedi. Ayrıca, seminer programına da baktım, bana bir görev verilmemişti” dedim. Devamında aramızda şöyle bir konuşma geçti. Daire Başkanı: “Eğer sunum hazırsa, genel müdürlük personeli ile başlayabiliriz. Sonra da diğer dairelerin personelini katarız.” dedi. Ben de (biraz sertçe): “Hazır ama, artık gereği kalmadı” dedim. Genel müdürün çağırıp görüşmemesine ve daire başkanlarının şube müdürlerine karşı olan tutumuna kızgındım, sert cevap vermemin nedeni biraz da bundandı.
Sayın genel müdür; daire başkanları ile toplantı yapar, ama ne konuşulduğu veya ne gibi kararlar alındığı şube müdürlerine bildirilmez. Tabii ki, toplantıda konuşulan her şeyin şube müdürlerine anlatılması gerekir diye bir kural yok, ancak şubeleri ilgilendiren hususlarda bilgi verilmesi gerekir. Toplantıda Kızılcahamam semineri konuşulurken; eğer “bana” görev verilmesi konuşuldu ve daire başkanına söylendiyse, daire başkanı da bunu bana bildirmediyse bir sorun var demektir. Toplantıda böyle bir konu konuşulmadı da sadece Kızılcahamam’da gündeme geldiyse, o da ayrı bir sorundur. Genel Müdürün; bizzat benimle görüşmesini veya ilgili daire başkanı kanalıyla konuyu iletmesini beklerdim, fakat böyle bir şey olmadı.
Devlette düzen, hiyerarşik yapı, kademeler hep bozuldu. Sistem işletilmez veya bilmeyenler iş başına getirilirse; işler aksamaya ve herkes her telden çalmaya başlar. Nitekim durum şu anda böyle... Olayların gelişimini bilmez iseniz; hem sıkıntıyı siz çekiyorsunuz hem de suç üzerinize kalıyor: İster istemez geriliyorsunuz. Benim başkana söylediğim sözler ve tavrım; genel müdüre nasıl aksettirildi, bilemiyorum. Bunun etkisi olmuş mudur? Olmuştur, diye tahmin ediyorum. “Bunları niye yazıyorsun?” derseniz, daha sonra yaşayacaklarımın anlaşılması için…
Bir hafta daha geçti. Pazartesi günü bir haber aldım: İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü’ne, “Şube Müdürü Yaşar YENİÇERİOĞLU’nun Genel Müdürlükte hizmetine ihtiyaç görülmediğinden, başka göreve verilmesi…” diye bir yazı gönderilmiş. Yani, Beşevler’de “havuz” diye adlandırılan yere verilmem isteniyordu. Kendi isteği ile gidenleri hariç tutarsak, bir çeşit “sürgün”dü. Yaş haddinden emekli olmama sadece yedi (7) ay kalmıştı. Tabii ki beklemediğim bir şey: Şaşırmadım, desem yalan olur.
Bir karar vermem gerekiyordu. Başlangıçta kendi kendime dedim ki: “Git, yedi ayı da orada doldur. İşe gitmeden maaşını al, otur.” Sonra, teşkilatçılıktan gelen birisi olarak “tek başıma karar almamam gerektiğini…” düşündüm. Geçmiş de Türk Eğitim-Sen Genel Sekreterliği yapan birisi olarak sendikamın itibarı da söz konusuydu… Bağlı olduğum Ankara 2.Nolu Şube Başkanı ile diyaloğum sonucu: “Senin orada varlığın bizim için bir güçtür, olmaz öyle bir şey, gerekli yerlere ileteceğim. Yazı gelirse sakın tebellüğ etme gerekeni yapacağız.” dediği için beklemeye başladım.
Ayrıca, genel müdür ve daire başkanlarının; genel müdürlükte çalışmasını veya bulunmasını istemedikleri ve rahatsızlık duydukları personel hakkında, “genel müdürlükten alınmaları hususunda” yazı yazmaları ve yazılara anında İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü tarafından olumlu cevap verilmesi, personelde rahatsızlık yaratıyordu. Ben de şahsen bu durumları eleştiriyordum. Keyfi, sebepsiz, gerekçesiz, mevzuata (657 sayılı DMK’nda 125.maddesinde her şey açıkken) uymayan, sadece “amirlerin canları böyle istediği için” yazılar yazılıyor, insanlar itibarsızlaştırılıyordu. Kimsede buna itiraz etmiyor, “başa gelen çekilir” der gibi boyun eğiliyordu. Bir Cuma günü mescitte yaşanan dinî bir tartışmadan dolayı şube müdürü bir arkadaşımızın havuza gönderilmesi gibi… Hayret ki hayret!..
Bu arada kendi çapımda girişimlerde bulundum: Bakanlıktaki bazı yetkili arkadaşlarıma ayrıntılı şekilde durumu anlattım. Herkes olur mu böyle bir şey diye tepki gösterdi. Hatta daha önce görev yaptığı genel müdürlükteki yaşananları bilenler, gıyabında genel müdüre kızdılar. Yanımda bazı üst amirlerle görüştüler: Çözecekleri sözünü verdiler.
Karakterim icabı ve uzun yıllar sendikacılık da yapmam nedeniyle genelde insanlarla ilişkilerim iyidir. Kimseyle problem yaşamamaya çalışırım, kimseye problem de olmam. İyi bir dinleyiciyimdir ve insanların sorunlarını çözme konusunda da etkiliyimdir. En azından “yol göstericilik” iyi yaparım. Sohbetlerimi daha çok tecrübelerimi aktarmaya, bilgilendirmeye yönelik yaparım ve yerine göre de eleştiririm. Yanlış ve hataları söylemekten çekinmem. İstişareyi, fikir alış-verişini severim. Genel müdürlükte de kimseyi ayırt etmeden bütün personelle diyaloğum güzeldi. Bakanlıkta -özellikle eskiler- beni iyi tanırlar. Bazılarını rahatsız ettiğimi sanıyorum.
Beşevler’e sürgün yazım durduruldu. Sanıyorum “Tükürdüklerini yalamamış olmak” için Genel Müdürlük içinde dairem değiştirildi. İşin ilginç yanı; yeni daire başkanım yazılarımda konu edilen -adını vermediğim- kişi oldu. Geçmişte yaşananları düşününce, genel müdür bey tahminimce şunu demek istiyordu: “Siz birbirinizle uğraşın.” Birkaç ay sonra daire başkanım da değişti.
12 Eylül 1980 öncesinde (hatta darbe sonrasında da); ülkede ve Bakanlıkta yaşananları, eski çalışanlar çok iyi bilirler: Sürgünler pek revaçtaydı! Hangi iktidar gelirse, diğer düşüncedekileri sürüyordu. Bu sürgünlerin altında bir sağ-sol kavgası ve inatlaşması vardı. Sürgün gören çok arkadaşımız oldu. Benim de sürgünüm çıkmasına rağmen, o dönemde başkanım olan (Kendisi CHP’li idi, beni de çok severdi) Mümin Çamlıbel (rahmetle anıyorum) durdurmuştu. Sürgünüm durmuştu ama, Bakanlığa girip-çıkarken; solcu arkadaşların küfürlerine, çelmelerine, tekmelerine, omuz vurmalarına maruz kalıyordum. Dönem değişse de değişmeyen hep “ülkücüler”in kaderidir!..
Son yedi ayımı da genel müdürlükte doldurdum ve 17 Ocak 2018 tarihinde yaş haddinden emekli oldum. Ne yalan söyleyeyim: Ben memuriyete başladığım 6 Eylül 1974 tarihinde altı aylık bebek olan genel müdüre veda ziyaretinde bulanmak içimden gelmedi, ona veda etmedim.