6 Mayıs 2019 Pazartesi günü Ramazan ayı başlıdı. Tanrı, herkese sağlık ve huzur içinde bir Ramazan geçirmeyi nasip etsin. Müslümanlık, sadece namaz ve oruç gibi ibadetlerden ibaret değildir. İslâmiyet’in esası iman, itikat ve ahlâktır. Bir kimsenin orucu veya namazı, bir başkasına fayda sağlamadığı gibi; yaptığı ibadetler o kişiyi “çirkin işler”den alıkoymuyorsa kendisine de bir faydası yoktur. Bütün Müslümanların, dinî vecibeleri ve sosyal sorumlulukları şuurla yapan insanlar olmalarını diliyor, fazla ayrıntıya girmeden esas konuma geçmek istiyorum.
Bildiğiniz bazı çevreler; özellikle “İslâm’da ırkçılık yok” diyerek, vatandaşlarımızın kendi kimliğini / milletini / milliyetini söylemelerine engel olmakta, kafa karıştırmaktadırlar. (Milletimize bunu telkin ederlerken, kendileri etnik kimliklerini rahatlıkla söylemektedirler) Irkçılık yapılmasına hepimiz karşıyız. Karşı olmamız sadece dinimizden dolayı da değil, insan haklarına aykırı olduğu içindir de… Türkler ırkçılık yapmamışlardır: Yapmış olsalardı hâkim oldukları ülkelerde / bölgelerde, her halde bugün Türklerin dışında başka bir millet kalmazdı.
Mümkün olduğunca Türk (Osmanlı) coğrafyasını geziyorum. Geçmişte buralar da yaşayan milletler; diliyle, diniyle, kültürüyle bugün de yaşamaya devam ediyorlar. İhanet etmedikleri müddetçe kimseye karışılmadığını Balkan ülkelerini gezerken gördüm. Dahası herkes ülkemize gelmek istiyor. Ülkemizde Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan, Orta Asya’dan, Ortadoğu’dan ve diğer farklı bölgelerden gelen -Türklerin dışında- başka halklar dolu… Bunlara karşı herhangi bir asimile politikası uygulanmamış. Hatta Türklerin zaaflarından biri, gittikleri yerlere uyum sağlayıp kendileri asimile olmuşlardır. Bu sebeple dilini (Türkçe’yi) unutan bazı Türk halkları, kimliklerini kaybetmişler ve başka milletler haline dönüşmüşlerdir.
Biz Türklerin; bir an önce Bilge Kağan’ın dediği gibi, “titreyip kendimize dönmemiz” gerekmektedir. “Kişi kavmini (milletini) sevmekle ayıplanamaz.” Artık, şu siyasal İslâmcıların, radikal / fanatik Müslümanların, din simsarlarının, ümmetçilerin kontrolünden çıkma vaktidir. Osmanlı’nın da, Türkiye Cumhuriyeti’nin de “din elden gidiyor” vaveylalarından (çığlık) neler çektiğini, biraz tarih okursanız görürsünüz. Çok yakın tarihimizde bile neler yaşadık, yaşıyoruz.
Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan başlayarak, tüm din görevlilerine “Türk” demeyi öğretmek ve “Tarih Şuuru” vermek gerekiyor. Bazı zaferlerin yıldönümlerinde okunan hutbelerde, verilen vaazlarda denildiği gibi Malazgirt ruhu, Çanakkale ruhu falan değil, oradaki ruh “Türk ruhu”dur. Türk Milleti, İslâm’ın bayraktarlığını yapmıştır, yapmaya da devam edecektir. Hak, adalet ve hakikat için yapacaktır. Bu arada herkese, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin hayatını okumalarını tavsiye ediyorum. Kendimize geleceksek, öncelikle kendi değerlerimizi bilmemiz gerekir. Biz Türklerin; din alanında yetiştirdiği Ebu Hanife, İmam Maturidi, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana, Yunus Emre ve daha niceleri gibi dolu insanımız vardır. Bizler; bunları okuyup öğrenmemiz ve hayatımıza yansıtmamız gerekmektedir.
“Din alimiyim” diye geçinen bazı adamların, bize sundukları İslâm’î bilgileri hemen kabullenmememiz gerekmektedir. Zaten bir çoğu da, din diye Arap geleneklerini - göreneklerini sunmaktadır. Her söyleme, her duyduğumuza ve her okuduğumuza hemen angaje olmamalıyız: Sorgulamak zorundayız. Sorgulamazsak ne olur? Liderlerin, şeyhlerin v.s. emrine girer, biat ederiz; her dediklerini Allah kelamı sanır, kabullenir itaat ederiz. Sonra da mankurtlaşır, robotlaşırız. Ayrıca medyanın algı operasyonlarına da dikkat etmeliyiz.
Bazıları -onlar kendilerini biliyor- Türklükten ve Türkçülükten o kadar korkar hale geldiler ki; “Türk” diyemedikleri gibi, “Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin” sözündeki öz be öz Türkçe olan “Tanrı” kelimesini bile “Allah veya Rabbim” diye yazanlar, söyleyenler var. Türklük bilinci; dilimize, yani Türkçe’mize ve sözcüklerimize sahip çıkarak başlar. “Ameller niyete göre” ise, Türklerin eskiden beri kullandıkları Türkçe olan Tanrı’yı niye kullanmaktan kaçınıyoruz? Kullanınca dinden çıkacağımızı veya cehenneme gideceğimizi mi sanıyoruz? Cahil bazı hocaların: “Tanrı’yı, kafirler kullanır.” demelerine mi inanıyoruz? “Allah” sözcüğü Arapça’dır ve İslâmiyet’ten önce de kullanılıyordu. “Allah”, İslâmiyet’le gelen bir sözcük değildir. Artık korkularımızı bırakalım: Ne söylediğiniz değil, söylerken sözcüklere yüklediğiniz anlam önemlidir.
Tanrı kelimesinden o kadar uzaklaştık ki, “Askerin Yemek Duası”nda okunan “Tanrı’mıza hamd olsun”u, “Allah’ımıza hamd olsun”a çevirdik. Zaten camilerimizde dualar Arapça yapılıyor: Cemaat neye “amin” dediğini bilmiyor. Hiç değilse, dualarımız “Türkçe” olsun da içten ve candan “amin” diyelim. Bir kandil gecesi mevlüt töreninde; hoca, Süleyman Çelebi’nin “Mevlüd”ünde geçen “Tanrı” ifadesini “İlah” diye değiştirerek okudu. Maşallah! Mevlüd’ün yazarı Süleyman Çelebi’yi bile aştılar.
Bazı milletler de olduğu gibi Türklerde çok tanrıcılık yoktur. Ancak, Türkçe’de tekil bir kelimeyi çoğul yapmak için sonuna “lar, ler” ekleri getirilir. Yabancı filmleri seslendirirken Türkçe tekil olarak “Tanrı” veya çoğul olarak da “Tanrılar” ifadesinin kullanılmasından daha doğal bir şey yoktur. Arapça’da “Allah” kelimesinin çoğulu “İlah”tır. İngilizce’de tekili “God”, çoğulu “Gods”dur. Fransızca’da tekili “Dieü”, çoğulu “Les Dieux”dür. Yine, Tanrı anlamında Türkçe’ye geçen Arapça “Rab” ve “Mabud”, Farsça “Hüda” sözcükleri de vardır. Yunus Emre şiirlerinde bazen “Çalap”ı kullanmıştır. Tanrı sözcüne karşı savaş açarsak ve bu kafada gidersek; “Tanrı misafiri” deyimimizi “Allah misafiri” olarak mı söyleyeceğiz veya yazacağız?
Türk dizi ve filmlerinde; yabancı veya düşman rolde oynayanlara “Tanrı” kelimesi söylettirilirken; Türk ve/veya Müslüman kimlikte oynayanlara “Allah” kelimesi kullandırılıyor. TRT’de yayınlanan “Diriliş Ertuğrul” dizisi, step (bozkır) kültürü geleneğimizin hâkim olduğu bir dönemdir. Boylar, aşiretler Türk gelenek ve göreneklerine göre yönetiliyor, bey seçimleri de öyle… Dizi daha fazla seyirci sağlamaya ve para kazanmaya yönelik olduğu için şovlarla süsleniyor. İçine bugün ki İslâmî sloganlar yerleştiriliyor ve abartılarak bazı mesajlar verilmek isteniyor. Dolayısıyla hayal mahsulü bir tarih ortaya çıkıyor, gerçek tarihimizden uzaklaşıyoruz. Bizim çocukluğumuzda da Karaoğlan, Malkoçoğlu gibi filmler vardı.
Cenap Şahabettin: “İnsan, tarihe her istediğini söyleyebilir. Çünkü ölüler itiraz edemezler.” demektedir. Biliyorsunuz, “Ölünün arkasından konuşulmaz.” Başta Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti kurucularına, kuruluş ilke ve değerlerine bağlılık ve sahiplenme, en başta “Türk’üm” diyenler de olmalıdır. Çünkü onların düşünce ve ilkeleri; Türkçüler de, Türk Milliyetçilerin de, Ülkücüler de, Kızılelmacılar da, … yaşamaktadır. Bu değerlerimize karşı olanlarla birlikte ve/veya bir arada olmamız mümkün değildir. Bizim kaynağımız; 15.000 yıllık (haydi 5.000 yıl diyelim) kadim “Türk Tarihi”dir. Atalarımızın bize bıraktığı törelerdir.
Arslan Bulut (24/01/2019, Yeniçağ) da: “Aslında sorun, Türkiye'nin bir süredir ideolojiler çıkmazına düşmesinden kaynaklanıyor. Belli bir ideolojiye mensubiyet duyuyorsanız, düşünmenize gerek kalmıyor. İdeolojik ezberleri tekrarlamaya başlıyorsunuz. Zaman içinde beyniniz tembelliğe alışıyor. Sonunda papağandan farkınız kalmıyor!” diyor.
“Ya bu deveyi güdeceğiz, ya da bu diyardan gideceğiz” diyemeyiz: Nereye gideceğiz? Zaten bin yıldır bizi bu diyardan kovmak için çalışıyorlar, uğraşıyorlar, ama gönderemiyorlar. Aynı oyunu yüzyıllardır oynuyorlar, hep bozuyoruz. Yeter ki kendi oyunumuza gelmeyelim. Dost görünenler de dahil olmak üzere, herkese karşı dikkatli olalım: “Su uyur, düşman uyumaz.”
Yazımın başlığı “Tanrı’m Türkleri uyandır!” ama, tüm Türklerden önce, çözüm bizler de… Bizler derken kimleri kastettiğimi biliyorsunuz: O halde öncelikle biz uyanmalıyız ve asıl kimliğimize dönmeliyiz.