Prof.Dr.Ahmet Bican Ercilasun: “T’u-küe’ler (Türkler-ABE), Hiung-nu (Hun)ların özel bir ırkıdır. Soyadları A-şi-na’dır… T’u-küe’lerde uzun saç ve soldan düğmeli cepken giymek gelenekti. Keçeden yapılmış çadırlarda yaşıyorlar, suyu ve yeşillikleri çevrelerinden tedarik ediyorlardı. Baş uğraşları hayvan yetiştirmek ve avcılıktı… T’u-küe’lerin yüksek rütbeli memurları vardı… Hepsi, topluca 28 rütbeydi. Bütün memurluklar babadan oğula intikal ediyordu… Sancak sopalarının tepesinde altından yapılmış bir kurt kafası vardı. Muhafız subaylarına Çince ‘kurt’ anlamına gelen Fu-li (Türkçe=böri) adını vermişlerdi. T’u-küe’ler dişi kurt soyundan geliyorlardı ve köklerini unutmak istemiyorlardı.”
636 tarihli Sui-şu’nun ‘Türkler’ bölümünden (Chavannes çevirisinden, s.41-43-48): “Batı Türklerinin (soyu), Mu-han Kağan’ın oğlu Ta-lo-pien’den gelir; Şa-po-lio ile bozuşmaları sebebiyle ikiye bölündüler… Kün-su, Çu-lo’ya şöyle dedi: ‘Türkler, başlangıçta tek devlettiler. İkiye bölündüler ve birbirlerine düşman iki devlet oldular… (Çu-lo) kaçıp başkente geri geldi. Kuzey Türkleri tarafından ölüme mahkûm edildi. (Çin Kaynaklarında Türk, 22/05/2022, Yeniçağ)” denildiğini belirtmektedir.
Kendisine kızmakla birlikte Dr.Rıza Nur’un “Türk Tarihi” adlı 12 ciltlik eserinde dikkat çeken ifadeler görmüştüm. O sebeple, yazılarımda eserinden bazı alıntılar aktarıyorum: “Şimdi memlekette iki Tanju (Hakanlara verilen unvan) vardı. Bunlar birbirinin can düşmanı idiler. …Çin kumandanı Garba ilerleyip Çiçi'yi kuşattı. ...Çiçi’nin kafasını kesti ve ordusu ile geri döndü. Bunun üzerine keyiflenen Huhansiye ta’zimat (saygı göstermek) için Çin’e gitti. İmparatordan çok ikram gördü (c.1/s.280).
Tanju Huhansiye’den itibaren Hiyong-Nu (Hun) padişahları Çin’e tabi olmuşlardır. Her padişah tahta çıkınca rehine olarak bir oğlunu Çin sarayına göndermiştir. Artık bu adet olmuş, Devlet’in inkırazına kadar devam etmiştir. Bu esnada zaten Çin’in nüfuzu son derecesini bulup diğer civar hükümetler de Çin saraylarına padişahlarının oğullarını göndermişlerdir. Nihayet Türkler Çin İmparatorlarına ‘Baba’ demişlerdir. Bu sebeple son Tanjuların unvanlarının sonuna ‘Jo-ti’ ilave edilmiştir ki Çince ‘babasına itaatli’ demektir (c.1/s.292).
Kağan’ın yanında vaktiyle Çin Prensesi getirip bir daha Çin’e dönmeyen Çang-Sun-Çing adında biri vardı. Bu adam Kağan’a sırdaş olmuş, Devletin ordularını görmüş, kuvvetini, bütün esrarını öğrenmişti. Bu Çinli şarkta, garbta, cenupta, şimalde olmak üzere dört Kağan olduğunu ve aralarının iyi olmadığını pekâlâ biliyordu.
Çin’in tehlikeye düştüğünü gören Çang-Sun-Çing, Suilere kaçtı. …Çin’e hizmet için düşmanına gitmekte tereddüt etmedi. İmparatora Türkleri mahvetmek için mevcut ve adları Şapolio, Tatu, Apo, Tulı olan dört Kağanı birbirine düşürmek lazım geldiğini ve bunun pek kolay olduğunu söyledi. Demek Çin, yine Hiyong-Nu Türklerini mahvettiği aynı fitne silahına sarılıyordu. Türkler yine ayniyle, post kavgasiyle mahvolacaklardır. Bunu da yapan, yine Türkler’in yüksek mevkilere çıkardıkları, sırlarını öğrenen ecnebilerdir. Türk’ten gayri unsura millet idaresi vermenin ne demek olduğuna, bu adamın işleri Türk evlatları için büyük bir intibah (uyanış, uyanma) dersi verse gerektir. Bu devletin sonunu okuyacak olan Türkler, ecnebi unsur meselesinin ehemmiyetini anlayacaklar, gözleri parlayıp açılacaktır (c.1/s.301).”
“(Çu-lo-Heu) Moho Kağan, Çin İmparatoruna elçi gönderip ubudiyetini (kulluk) bildirdi. İmparator kendisine mühür, davul ve mızıka göndererek Kağanlığını tasdik etti (c.1/s.304).”
“Fakat Kimin Kağan’ın dul karısı imparatora el altından haber gönderip onu, düşmesi muhakkak olan bu tuzaktan kurtardı. Bu kadın Çinli’dir. Ecnebi unsurların, herhangi mevkiye çıkarılırsa çıkarılsın, ne kadar iyi bakılırsa bakılsın, ister kadın ister erkek olsun, Devlete, millete ne kadar sadık olduklarına ve olacaklarına, behemahal bir gün zemin müsait olunca hıyanet edeceklerine bir ders daha!.. …yine Kimin’in karısı, imparatoru kurtarmak için ‘Yurdun şimal taraflarında Kağan aleyhine isyan çıktığını’ Kağan’a söyledi. Bu yalanla Kağan’ı kandırıp muhasarayı kaldırttı. Milliyetin ne kadar kuvvetli bir şey olduğuna, Türk’ten gayrısına itimat edilmemesine ne güzel misal, ne beliğ ibret!.. (c.1/s.308).”
“Şimali Hinyung-Nu Devleti (Kuzey Hun Devleti) M.93’de Çinlilerden yedikleri darbe üzerine garba doğru hicret ettiler. …eski ‘Büyük Macaristan’ (Hungari), yani şimdiki Başkırdistan’ı yurt yaptılar. Payitahtları Ufa’dır (c.2/s.25).” demektedir. Ayrıca, şu bilgileri vermektedir: “1- Pekin, bu şehri Türkler bina etmişlerdir. Eski Türkler, Pekin’e ‘Tumgaç’ da derlerdi. 2- Türkler Tibet’e ‘Tangut’ derler. Tibetliler Turan neslindendir. 3- Pamir arkeik Türkçe’de, bir evin üstü meyilli olmayıp düz olursa ona derler. Aslı ‘Pam-yer’dir. 4- Azer kelimesinin aslı ‘Hazar’dır (c.1).”
Fransız tarihçi Rene Grousset, “Stepler İmparatorluğu” adlı eserinde; “Çin tarihçisi Sseu-ma Ts’in’e göre Hiyong-nuların birleşik ve kuvvetli bir millet halinde teşekkül etmiş görünmeleri milattan evvel III.asrın ikinci yarısındadır. Başlarında Şan-yü denilen bir başbuğ vardı. Tam unvanı Çince transkripsiyonu ile “tch’eng-li kou-t’ou chan-yu”dur. Çinliler bu kelimeleri ‘Haşmetli Göğün oğlu’ şeklinde tercüme ederler ve bu kelimelerde Türk ve Moğol köklerini bilhassa Türkçe ve Moğolca transkripsiyonu Gök manasına Çeng-li’yi fark etmekteyiz. (Tercüme: Prof.Dr.Halil İnalcık, TTK, 2011, S.34)
Filhakika Kubilay’ın şahsında göçebelerin torunu Çin’i fethetmiş ise de Kubilay kendisi de Çin medeniyeti tarafından fethedildi ve o bu suretle şahsi politikasının değişmez hedefini, yani hakiki bir Çin İmparatoru, Göğ’ün oğlu olmak ve Moğol İmparatorluğu’nu bir Çin İmparatorluğu haline getirmekten ibaret olan gayesini tahakkuk ettirmeye muvaffak oldu. 1260’da da Pekin’i payitaht yaptı (aynı eser, s.296).
Eski ananelere ve ırkının hayat tarzına sadık kalan Kaydu, daha o zamandan kısmen Çinlileşmiş bir Moğol olan Kubilay’ın karşısına canlı bir tezat olarak çıkmakta idi. Şüphesiz Moğolların ve Moğollaşmış Türklerin çoğu, imparatorluğun mağlup Çin’e naklini, kağanın Göğün oğlu vaziyetine geçmesini biraz hayretle kabul etmişlerdi. (aynı eser, s.299)”
Prof.Dr. Bahaeddin Ögel: “Çin’deki devlet düşüncesi kendi özyapısıyla, evren üzerine kurulmuş (cosmic) bir fikir düzenine dayanıyordu. Gökteki varlıkların hareket ederlerken bağlı oldukları düzene tao deniyordu. Bunun manası sonradan biraz değişmiştir. Bu, ‘kainat ve evrenin bir düzeni’ (ordnung des Alls) idi. …Eski Çin devlet fikri, diğer büyük Asya kültürlerinde, hatta Türk devlet anlayışında olduğu gibi, evreni (cosmos) gözetlemekle başlamıştı. İnsanoğlunun hemen tepesinde gök, ayaklarının altında ise yer bulunuyordu. Çinliler yeryüzünü bir tepsi şeklinde düşünüyorlardı. Türklere göre ise -kendi devletlerinin ve yurtlarının doğudan batıya doğru uzanışına göre- dünya dört köşe idi (Türklerde Devlet Anlayışı, Ötüken Neşriyat, 2016, s.33).”
Yazıyı Yılmaz Öztuna ile tamamlayalım: “Türk’e göre dünya hakimiyetini onlara Cenab-ı Hak vermiştir (Büyük Türkiye Tarihi, c.11/s.303).”
Haftaya devam…