Bu yazımda biraz inanç konusuna gireceğim: Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde; “745-763 arasında Gök Tanrı dininden olan Uygur Kağanları, bu tarihten sonra Manihai dinindendirler. Şu halde 177 yıl Türk imparatorlarının dini olarak Mani dini karşımıza çıkar. Devlet bu ikinci devresinde cihanşümul olmaktan çıkmıştır.
940’dan sonra Büyük Türk Hakanlığı tacı, Müslümanlığı kabul etmiş olan Karahanlı hanedanına geçer ve Türk tarihinin II.büyük devresi başlar. Uygur devleti, imparatorluk olmaktan çıkar ve eskisi gibi bir krallık halinde devam eder (c.1/s.107).
Sarı Uygurlar, Mani dinini bırakıp Buda dinini, yani Uzak Doğu’nun en büyük dinini kabul ettiler. Doğu Türkistan’daki Uygurlar arasında da Mani dini yanında Buda dini, hatta bir Hıristiyan mezhebi olan Nesturilik yayıldı… Uygurlar devrinde Müslüman dini ile temas biraz daha arttı. Batıdaki Türkler arasında bu dini kabul edenler çoğaldı (c.1/s.113).
Mani dininin kabulünün Türkler’i atalete sürüklediği ve savaşçı, müteşebbis ruhu öldürdüğü, tarihçiler tarafından ittifakla öne sürülmektedir. Onun için değil bütün Türkler, Uygur boyu bile bu dini benimsememiş, yalnız sarayın ve ileri gelenlerle aydınların dini olmuştu. Halk arasında sathi şekilde yayılmıştı (c.1/s.114).
Budist ve Manihaistliğin milli bünyeye uymadığı bir asır geçmeden kolayca anlaşılmıştı. Türkler’i yabancı kültürlere iten, cihangirlik vasfını kaybettiren, hatta askeri meziyetlerine ve teşebbüs dehalarına halel getiren bu dinler, Tanrı dininin kısmen terkinden sonra, Türk cemiyetinde buhran doğurmak, manevi kıymetlerini değiştirmekle kalmamış, Türk devletinin siyasi bünyesini adeta tahrip etmiş, felce uğraşmıştı. Fevkalâde pratik oluşu ve Türkler’in öteden beri değer verdikleri manevi kıymetlere bağlılığı bakımından Müslüman dini, bütün bu kusurları ve nakisalardan masundu (c.1/s.140).
Türk’ün din anlayışı ile diğer milletlerin, Araplar’ın, İranlılar’ın anlayışı arasında her zaman azîm bir fark olmuştur. Bu fark, Türk kültürünün hususiyet ve canlılığından mütevellittir. Türkler, Yesevî, Bektaşî, Mevlevî gibi tarikatlar kurup, dini hayata yeni bir ruh getirmişlerdir (c.1/s.146).
Hazarlar (468-965): O zamana kadar Şaman olan Hazarlar, 732-800 arasında Müslüman, 800’den sonra kesin şekilde Musevi dinin kabul etmişlerdi. Bu dinler, resmi dinler olmuştur. …Hazar devleti, aynı zamanda ilk ‘Müslüman Türk’ devleti sayılmak icabeder (c.1/s.194).
Resmi dinin Bulan Hakan’dan beri Musevi dininin Karay mezhebi olmasına rağmen Hazar kağanları, bu mevzuda dini bir siyaset güdüp bütün tebalarını bu dine sokmak gayretinde bulunmamışlardır. Hatta Hazar imparatorluğunda en kalabalık kitleyi Müslümanların teşkil ettiğini biliyoruz (c.1/s.196).
Sasaniler: ‘Anuşirwan’ diye anılan I.Hüsrev, büyük Göktürk hakanı İstemi Han’ın damadı idi. Bu evlenmeden doğan ve ‘Türk-zâd = Türk’ten doğma’ denilen oğlu IV.Hürmüz, I.Hüsrev’e halef oldu.
642 Nihavend meydan muharebesinde sonra İran imparatorluğu tarihe karıştı. Son şehenşah III.Yezdigird, 651 Kasım’ında hüsran içinde öldürüldü. Kızı Bibi-Şehr-Banu ile Hz. Hüseyin evlendi. Veliahd Firuz, ‘III.Firuz’ adını takınarak 26 yıl (651-677) Toharistan (Sicistan) kralı oldu; fakat babasının mirasını toplıyamadı (c.1/s.324).
Emevi devleti (661-750), tam bir Arab imparatorluğu idi (c.1/s.327).
Gerçi Türkler’le Moğollar akraba kavimlerdi ve İl-hanlılar’da iktidar Moğollar’dan sonra Türkler’de idi (c.1/s.488).
(Anadolu Selçuklu Devleti) II.Mes’ud, Cengiz’in torununun torunu oluyordu. Şöyle ki, anası Urbay Hanım, Cengiz’in oğlu meşhur Altın-Ordu hakanı Berke Han’ın kızı idi (Berke Han: 1209-1266, saltanatı: 1257-1266) (c.1/s.490). Urbay Hanım’ın anası olan Berke’nin zevcesi de Büyük Sultan Alâeddin Keykubad’ın kızı idi. Bu suretle II.Mesud, ana tarafından hem Cengizliler’in Cuci Ulusu’na, hem de gene Selçuklular’a bağlanıyordu (c.1/s.491)
Rene Grousset, "Stepler İmparatorluğu (Tercüme: Halil İnalcık, TTK, 2011)" adlı eserinde; “…Anadolu ve İran Türk fetihlerinde görülen İslâmlaşma ve İranîleşme hareketi, Göğün İmparatorluğu (Çin İmparatorluğu)’nun Türk, Moğol veya Tunguz fatihlerinde gördüğümüz Çinlileşmenin tam bir karşılığıdır. Kaan ötede Göğün oğlu olduğu gibi burada bir sultan veya padişah olmakta ve yine orada olduğu gibi o da stepten çıkan daha azimkâr başka hanlara az sonra yerini terke mecbur bulunmaktadır (s.9).
Yukarı Asya iki büyük Türk imparatorluğu arasında parçalanmış bulunuyordu. Bunlardan biri Mançurya hudutlarından Çin Seddine ve Ha-mi vahasına kadar uzanan Doğu Tukyuları İmparatorluğu, öteki Ha-mi’den Aral’a, İran’a kadar uzanan Batı Tukyuları İmparatorluğu’dur (s.101).
(Hülagu Devri) Fakat Cengizhanlıların kendilerine Tengri, yani Ezeli ve Ebedi Gök tarafından verildiğini söyledikleri cihan imparatorluğu böyle iddialara mütehammil değildi… (s.357)
Tunguz kavimleri, …Asya’nın kuzeydoğusunda çok geniş bir mıntıka işgal etmekte idi (s.499)… Yalnız VII.asır nihayetinde onlara mensup kabilelerden biri bütün Mançurya ile Kore’nin kuzey nihayeti üzerine 926’ya kadar sürecek olan P’o-hai Devleti’ni kurmuştur (s.500).
…ilk Tunguz İmparatorluğu’nu, ‘Kin' yani Altın İmparatorluğu’nu kurdular… (s.500) 1599’dan itibaren Nurhatsi yahut Nurhaçi adında enerjik bir reis, yedi Cürcet aymanını, yani kabilesini bir tek hanlık halinde birleştirerek tarihi Mançu Devleti’ni kurdu (1606) (s.501).
Mançular bütün Çin’in hâkimi olunca evvelce Moğollarda görüldüğü gibi fakat daha kat’i bir şekilde Çin cemiyetine intibak ettiler. …hepsi Çin ananelerine sadık, tam Göğün oğulları tarzında hareket ettiler. Şüphesiz bu role kendilerini Kubilay’dan ve onun torunlarından daha yoğun bir surette verebiliyorlardı. XIII-XIV.asırda Çin’deki Cengizoğulları aslında Göğün oğulları (yani ananevi Çin imparatorları) olarak devam ettikleri kadar Moğol kağanları olarak kalmaya da devam etmişlerdir… Filhakika onlar Kubilayoğulları gibi Çin’den atılmayacaklar, eriyip kaybolacaklardır… (s.502-503).
Fakat Mançu hanedanı Çin’in Göğün oğulları tahtına oturduktan sonra Çin, sanki bir buçuk asırlık yeni bir hayat kazandı (s.522).
Dr.Rıza Nur’un, “Türk Tarihi” adlı eserinden bir tespitini daha buraya almam gerekmektedir:“M.E. (Milattan Evvel) 51 tarihinde Ordu’daki Türk Hakanı Çin’in payitahtına gidip Çin İmparatoru Türk adedince ‘baba’ tanımış, ondan bir ad istemiştir. O da ona bir Çin adı vermiştir. Bu tarihten itibaren ora Türk Hanları biri Çince, diğeri Türkçe iki ad taşımışlardır… Bu usul ve adet yüzündendir ki, sonra İslâmiyet zamanında da Türkler Halifeleri kendilerine baba yapmışlardır, onlardan ad almışlardır. Daha doğrusu Halifeler onlara ad vermişlerdir. Türklerde Arab adları da bu suretle başlamıştır. Sonra Müslüman olunca büsbütün diyecek derecede kendi o güzelim adlarını terk edip Arap ve Acem adları takınmışlardır (c.1/s.88).