18 Haziran 1992 tarihinde 31 kişi ile Türk Eğitim-Sen Genel Merkezini kurmuş ve ardından il ve ilçe şubelerinin kurulması için peyderpey izinler vermiştik.
(Not: Sendikamızın kuruluşunun 25.yılı dolayısıyla kurucularını, çalışmaları ve genel kurul sonuçlarını; bu köşede üç hafta üst üste “Türk Eğitim-Sen 25 Yaşında” başlığıyla 2017 yılında yazmıştım. Sendikamızın tarihçesi sayılır. Merak edenler bu yazılarıma girerek okuyabilirler.)
43 yılı aşan devlet memurluğum ve Sendika Genel Mali Sekreterliğim süresince yurdumuzun her yerinden çok insan tanıdım. Birçok arkadaşım ve çok güzel dostlarım oldu. Bazıları ile dostluğum halen devam etmektedir. Bunlardan biri de Muğla Başkanımız Mürsel Özata’dır. Kendisiyle temasım emekli olduktan sonra da devam etti.
Başkanlarımızın hepsi değerlidir ama Mürsel başkanın yeri bir başkadır. Kendisini uzun zamandır tanırım: Yiğitliği, mertliği, cana yakınlığı bir tarafa vefalı oluşunu da hep takdir etmişimdir. Sadece bana değil genel merkezde görev yapmış eski arkadaşlara da tavrı ve davranışı aynıdır. İlkeli ve kişilikli bir duruşu vardır. İyi niyetlidir ve bencil değildir. Herkesle çok kolay diyalog kurar. Bunları övmek için değil, gerçek olduğu için yazıyorum.
Mürsel başkan, uzun süredir Muğla’ya davet ediyordu ama bir türlü gitmek nasip olmamıştı. Oğlum arabasıyla Muğla’ya gideceğini söyleyince, beni de götürmesini istedim. Mürsel başkanla görüştüm: “Herhangi bir programı olup olmadığını, eğer işlerini aksatmayacaksam gelmeyi düşündüğümü” söyledim. Zaten kısa süreli kalacaktım. O da: “Bir planının olmadığını ve gelmemden çok memnun kalacağını” belirtti.
27 Temmuz’da sabah Ankara’dan çıktık ve saat 15.30 gibi Muğla’ya vardık. Kendisini Sendikada ziyaret ettik. Oğlum izin isteyerek yakın bir ilçeye gitti. Biz de Mürsel Bey ve sendikada bulunan arkadaşlarla sohbet imkânı bulduk. Bu arada Muğla SGK il müdürü ziyaret etti. Ziyarette misafir olarak bulundum. Akşam hava serinleyince biraz Muğla’da dolaştık ve akşam Köyceğiz’e gittik; gece orada kaldım.
Daha önce her Muğla’ya davet edişinde; “eğer gelirsen birlikte Şuayip Beyin yanına gideriz” derdi. Sendikamız kurucusu ve uzun süre genel başkanlığımızı yürüten Şuayip Özcan’la en son Mart’ta Ankara’da yüz yüze görüşmüştük. Daha sonra Didim’e gitmişti. Arada telefonla görüşüyorduk. Mürsel Bey, “yarın Didim’e başkanı ziyarete gidiyoruz ama seni söylemedim, sürpriz olacak” dedi. Ben de şaka yollu, “keşke söyleseydin, adama kalp krizi geçirtmeyelim” dedim. Çünkü Şuayip Bey de Didim’e davet ediyordu ama oraya da gidemiyordum.
28 Temmuz cuma sabahı, önce 2018 yılından beri müdürlüğünü yürüttüğü Menteşe Sosyal Bilimler Lisesi’ne gittik. Eski Anadolu Öğretmen Lisesi binasıymış. Ula kavşağında ormanlık alanda güzel bir okul. Profesyonel sendikacı olmadan önce Bakanlık Öğretmen Eğitimi Genel Müdürlüğü Şube Müdürü olarak görev yapıyordum. O zamanlar bazı okullarımızı ziyaret etmiştim ama Muğla’daki bu okulumuzu görmemiştim. Bu vesileyle görmüş olduk.
Mürsel beyin Allah yardımcısı olsun. Yanında bulunduğum sürece her iki telefonu da hiç susmadı. Bir o çalıyor, bir bu çalıyor; bazan ikisi birden çalıyor ama herkese, her işe yetişiyor; anında işi bitiriyor. Maşallah hafıza da iyi: Hiç not almadığı halde aksatmadan arayanların işlerini çözüyor. Ama konuşmalarımız hep yarım kalıyordu. Maşallah! Çok da hareketli ve hızlı; hiç yorulmuyor.
Aklından günün gezi planlamasını çok güzel yapmış; Didim’e varıncaya kadar birkaç yere uğradık. Saat 14.00 civarı Genel Başkanımız Şuayip Özcan’ın evine vardık; dışarıda karşıladı. Mürsel beye “hoş geldin” dedi, tokalaştı. Ben arabadan geç inmiştim. Tanımamış gibi baktı baktı, biraz da şaşkın: “Yaşar, sen ne geziyon” dedi. Haberi olmadığı için çok şaşırmıştı. Ziyaretimizden çok mutlu olduğunu fark ettim. Üç saat kadar sohbet ettik, vedalaştık.
Yol güzergahında bulunan bazı dizi ve filmlerin çekildiği Yatağan’ın Güzelköy (Bozüyük) mahallesinde güzel bir mesire yerine uğradık. Tabelasında “yaklaşık 850 yıllık” yazılı büyük bir çınarı inceledik. Ağacın ana gövdesi yarılmış ve açılmış, bir mağara gibi olmuş. Altına geçerek fotoğraf çektirdik.
Buradan, meşhur “Ormancı Türküsü”nün hikâyesinin yaşandığı “Belen Kahvesi”ne çıktık. Menteşe İlçesi Çaybükü (Geleves Köyü) mahallesinde müze haline getirilen mekân çok güzeldi. Tek odalık binayı gezdik ve içerdeki balmumu heykelleri fotoğrafladık. Bahçesinde oturup çayımızı içtik ve cırcır böceklerinin seslerini dinledik. Halk türkülerine çok meraklı olduğumdan az-çok türkülerimizin öykülerini bilirim ama kapı girişindeki 1946’da yaşanan olayın hikâyesini ve türküsünün sözlerini fotoğrafladım. İlk mısrada yazıldığı gibi, ben de “Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya…”
Saat 18.00 gibi ayrılarak Mürsel beyin okulunda öğretmen olan anne-babanın kızlarının kır düğününe katıldık. Ve sonra Muğla’ya döndük. Bir süre öğretmenevi bahçesinde oturduktan sonra vedalaşarak odama çıktım. Mürsel bey de Köyceğiz’e gitti.
Akşamdan, cumartesi günkü geziyi yönetim kurulu üyesi İlker beyle yapmayı kararlaştırdık. İlker Koçar, eskiden beri yönetimde olan bir arkadaşımızdı. Sendikacılık yaptığım yıllarda ilk Muğla ziyaretimde tanışmıştık. Sağ olsun, sabah 11.00 gibi geldi; birlikte Akyaka’ya gittik. Ormanda iki aracın yan yana zor geçtiği asfalt ve dar bir yoldan döne döne kıyıya indik. Akyaka’da biraz gezdik: Çok güzel bir yer. Ancak evlerin/ villaların ve dükkanların alanı çok daralttığını gördüm. Azmak Nehrinde tekne turu yapanlara baktık. Denize girmeyi düşünmüştük ama hafta sonu olması sebebiyle çok kalabalıktı.
Akyaka’dan ayrılarak benzer yollardan geçip biraz daha sakin olan ve Muğla Akbük’ü denilen bölgeye gittik. Burası henüz yapılanma olmayan bir yerdi (ama çalışma başlamış). Burada, 15’er dakika olmak üzere aralıklı olarak üç defa denize girdik: Yaşlanmışız; kulaç atmaya nefesimiz yetmiyor. Akşama doğru Muğla’ya döndük. Dışarıda akşam yemeğimizi yedikten sonra Öğretmenevine geldik. Güzel bir gün daha geçirmiştim. İlker beye teşekkür ederim.
Pazar günü oğlumla birlikte tekrar Ankara’ya döndüm. Yol hariç iki günlük Muğla ziyaretim çok güzel ve yoğun geçti. Mürsel beyin dediği gibi tam bir “ziyaret ve kültür gezisi” oldu. Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Ankara’ya dönüşte telefonla arayarak teşekkürlerimi ilettim. Mürsel Beyin telefondaki şu sözleriyle duygulandım: “Başkanım, teşekküre gerek yok. Size olan vefa borcumuzu ödüyoruz. Sendika kurulurken çektiğiniz zahmetleri, verdiğiniz emekleri biliyoruz. Bugün sendikacılığı rahat yapıyorsak sizlerin çektikleri zorluklar sayesinde. Her şeyi hak ediyorsunuz. Biz size teşekkür ederiz.”
Vefalı olmak da aranmak da çok güzel bir şey!..