(yazımız uzun ama muhtevası çok önemlidir)
Konumuzda karşımıza çıkacak terimlerin ilim otoritelerince yapılan tanımları şunlardır:
ÖĞRETİM: TALİM
Bireyin hayat boyu süren eğitiminin okulda, planlı ve programlı olarak yürütülen kısmı bireyin öğretimini oluşturur. Öğretim, öğrenmenin gerçekleşmesi ve bireyde istenen davranışların gelişmesi için uygulanan süreçlerin tümüdür.
Öğretim, öğretmenin uyarıcı ve öğrenme durumları ( çevre, ortam) yaratarak, öğrencilerin amaçlar yönünde davranışlar geliştirmesine yardım etmesidir.
Öğretim, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gerekli araç ve gereçleri sağlama ve rehberlikte bulunma eylemidir.
Öğretme faaliyetlerinin önceden hazırlanmış bir program çerçevesinde amaçlı, planlı, düzenli ve kontrollü olarak yapıldığı yerler okullardır.Okullarda yapılan öğretme faaliyetleri ise , öğretim olarak adlandırılmaktadır.
Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi.
Öğretim, bir öğretmeler, öğrenmeye dönük faaliyetler manzumesi veya kurumsallaşmış öğretmeler topluluğudur. Başka bir deyişle öğretim, öğretme ve öğrenme faaliyetlerinin bileşkesidir. Yani öğretim, öğretme ve öğrenmeyi birlikte kapsamaktadır.
EĞİTİM NEDİR: TERBİYE
Kişinin yaşadığı toplum içinde değeri olan, yetenek, tutum ve diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür.
Eğitim, önceden belirlenmiş esaslara göre insanların davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler sürecidir.
Eğitim; bireyin davranışlarındaki yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak ve isteyerek değişme meydana getirme sürecidir.
Bireylerin toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir.
Seçilmiş ve kontrollü bir çevrenin (özellikle okulun ) etkisi altında sosyal yeterlik ve uygun bireysel gelişmeyi sağlayan sosyal bir süreçtir.
Eğitim, önceden belirlenmiş esaslara göre insanların davranışlarında belli gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkiler dizgesidir. İnsanların diğer insanlarla ve çevreleriyle etkileşimlerinin maddi ve manevi ürünlerine kültür dendiği dikkate alınırsa, insanın, çevresiyle etkileşimi sonucunda kültürlenmeye uğradığı söylenebilir. Çevresiyle etkileşerek öğrendiklerini, diğer insanlara da öğretmeye kalkışan kimse ise, belli bir amaca yönelik olarak o insanları kültürlemeye çalışıyor demektir. “İnsanların diğer insanları belli bir maksatla kültürlemelerine ya da kasıtlı kültürlüme sürecine ise eğitim denilmektedir.”
Bir Çin Atasözü eğitimin önemini şöyle belirtmektedir.Eğer bir yıl ötesi için planlıyorsanız hububat ekin, -Eğer on yıl ötesi için planlıyorsanız, ağaç dikin, -Eğer bin yıl ötesi için planlıyorsanız, insanlar ekin, işte eğitim insan vasıtasıyladır ki insanlar ekilir ve asırlar inşa edilir.
1739 SAYILI MİLLİ EĞİTİM TEMEL KANUNU
Genel amaçlar:
Madde 2 – Türk Milli Eğitiminin genel amacı,Türk Milletinin bütün fertlerini,
1. (Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;
2. Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;
3. İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak;
Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.
Yukarıdaki kanunun amaçlarında da anlaşılacağı üzere Eğitim sürecinde, bireyin davranışlarının istenilen yönde değiştirilmesi amaçlanmaktadır.
Yani kısaca eğitimin amacı insan unsurunu işlemek, onu manevi yönden olgunlaştırmak ve bu yolla da onun memleketine, milletine faydalı olmasını sağlamaktır.
Bundan tam 400 yıl önce “Mademki biliyorsun, niye öğretmiyorsun” Ludingirra (Sümerli eğitmen ) ise ilkel çağda bile eğitimin basit bir şekilde hedef olmasının anlatmıştır.
Bilindiği gibi, insanın eğitimi doğduğu andan itibaren başlar ve ölünceye kadar devam eder. Okul öncesi ve okul sürecinde devam eden eğitim, mesleğe atıldıktan sonra da sürer gider. İşe başlamakla kişinin eğitimi tabii ki sona ermez, görevinin gerektirdiği, kendisinden hizmet beklenen konularda sürekli eğitim görmezse başarılı olması mümkün değildir. Kısacası kişinin sistematik eğitim sürecine dahil edilmesi gereklidir.
Eğitim bir millete ne kazandırır
-Araştırma ve bilgiyi yorumlamayı,
-Problem çözmeyi,
-Matematiksel modelleme ve analiz yapabilmeyi,
-Takım çalışmasını,
-Disiplinler arası yaklaşım ve çalışmasını,
-sistem yaklaşımı ve tasarımını,
-Kaynakların etkin yönetimini,
-Bilgisayar destekli çalışmayı,
-Sorgulama ve Yaratıcılık
-Öğrenmeyi öğrenmeyi kazandırır
Her alanda gösterilen başarının( bütün dallarda) temelinde iyi bir eğitim yatmaktadır.
Eğitimin sosyal faydaları ile fertler arasındaki münasebetleri aldığı eğitim ile direk olarak ilişkilendirilebilir.
Yapılan çalışmalarda eğitimin sosyal faydaları, ferdin eğitim yoluyla topluma uyum sağlaması olarak ifade edilmektedir. Sosyal uyum kapsamında eğitimin sosyal faydaları; ferdin daha çok gelir etmesi, daha az suç oranı, demokratikleşme ve yönetime katılma, ferd sağlığını koruma olarak özetlenebilir 22 OECD ülkesi ve Asya, Afrika ve Latin Amerika olmak üzere toplan yetmiş sekiz ülkeyi kapsayan bu araştırma sonucunda, eğitimin sosyal faydaları; gelirlerdeki artış, hâlk sağlığı, düşük doğurganlık oranı, demokratikleşme, yoksulluğun ve eşitsizliğin azalması, çevre bilincinin artması ve suç oranında düşme olarak belirlenmiştir
Gazi Mustafa Kemal bir sözünde ‘’ Muallim ve Mürebbilerden mahrum bir milletin geleceğinden bahsetmek mümkün değildir’’. Sözü çok önemli ve eğitimdeki takip etmemiz gereken bir kuralı hatırlatmaktadır.
Muallim: Eğitim öğretim işleriyle ilgilenen kişi ya da meslek sahibidir.
Mürebbi: terbiyeci, eğitimci, topluma, millete ve bütün insanlığa yaralı işler yapılması için insanları eğiten kişi demektir. Buna göre demek ki muallimin yanında bir de mürebbiyeye ihtiyaç vardır. Bu iş yalnızca muallimle olmuyor. Muallim yanında mutlaka onu tamamlayan mürebbi olması gerekmektedir… Muallimin mürebbi ruhu ile hemhal olması gerekmez mi? Dilde dahi, Atatürk’ü anlamak için; onun sözlerini sadeleştirmeye ihtiyaç duyduğumuz bu anda neler yapabilmeliyiz?
Türkiye de eğitim çok eski olmasına rağmen başarıları ona paralel değildir.
1920’lerde genel eğitim bağlamında ele alınan din eğitiminde çocuğa verilecek terbiyenin dini ve milli bir vasıfta olacağı dile getirilmiştir. Aynı dönemde bir genelge ile öğretmenlere, öğrencilere dinlerini öğretmeleri bildirilmiştir.
1924 ilkokul programında Kur’an’ı Kerim ve din derslerinin amacı, öğretmenin yeri geldikçe Hazreti Peygamber’in yüce ahlakını ve hayatını açıklaması olarak dile getirilmiştir.
1926’daki din dersi programında İslam dinini sevdirmek ve bütün Müslümanların inanç birliğinin faydasını bildirmek amaçlanmıştır.
Ortaokullarda 1928’e, ilkokullarda 1933’e, köy okullarında 1939’a kadar diğer derslerle aynı şartlarda okutulan din dersleri, 1938 ve 1939 yıllarında,
İktidarların bir uygulaması ile okullardan kaldırılmıştır.
1948’e kadar okullarda din dersi verilmemiştir. Bu dönemde din kültüründen tamamen yoksun olanlar ve din bilgisini gizli olarak özel hocalardan alanlar olmak üzere iki farklı gençlik yetişmiştir.
1949 yılına kadar genel öğretimde din öğretimi olmadığı gibi, din Görevlisi etiştirecek bir kurum da kalmamıştır. Yaygın din eğitimi alanında da kısıtlamaların getirilmesi, gençler arasında ahlaki bir sarsıntıya neden olmuştur.
1950 Daha sonraki dönemlerde din dersleri ilkokullara program dışı ve seçmeli olarak konulmuş, 1950’den itibaren ise seçmeli olmakla birlikte program içi bir ders durumuna getirilmiştir. Öğretmen yetiştiren müesseselere din dersi konulmuştur. Ortaöğretim programlarına din dersi, 1956 yılında girmiştir. 1951 yılından itibaren ortaokul ve lise düzeyinde İmam-Hatip okulları açılmaya başlanmıştır. Din dersi, liselerde daha sonraki dönemlerde seçmeli olarak yer almıştır.
Öğretmen yetiştirme politikaları
Türkiye cumhuriyeti Devleti 1848 Yılından beri öğretmen yetiştiren okullar açmasına rağmen kalıcı bir öğretmen yetiştirme politikası oluşturamamıştır. Öğretmen yetiştirme çalışmalarından öne çıkanlar
Öğretmen Okulları: 16 Mart1848 tarihinde Rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere üç yıl süreli Darül Muallimin-i Rüşdi adında ilk öğretme n okulu açılmış oldu. Bu tarih öğretmen okullarının açılış tarihi olarak kabul edilir. 1975 Yılında kapatılmışlardır.
Köy Enstitüleri :1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.
1946 CHP deki bazı vekillerin ve hükümetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. Daha sonra toplumun geniş muhalefeti sebebiyle 1954 yılında kapatıldı.
Yüksek Öğretmen Okulları:15 Temmuz 1923 tarihinde toplanan Birinci Heyet-i İlmiye (Bilim Kurulu) toplantısında “Yüksek Muallim Mektebi” adını alan okul 16 Ağustos 1934 tarihinde, adı Yüksek Öğretmen Okulu olarak değiştirilmiştir. Bu okular 1936- 1950 arası imtihanla öğrenci alan tek yüksek öğretim kurumuydu. Bir çok ilim adamı bu okullardan yetişmiştir. 18 Temmuz 1978 tarih ve 405.1.37 sayılı kararı ile CHP Başbakanı Bülent Ecevit tarafından öğrencilerin çoğu milliyetçi fikre sahip olduğu için kaldırılmışlardır. Yüksek Öğretmen Okullarını kapatılır. Yüksek Öğretmen Okulları, asıl görevleri olan lise öğretmeni yetiştirmenin yanında üniversitelerin öğretim üyesi kaynağı da olmuşlardır
Bazı aydınlarımızın Milli eğitimle ilgili görüşleri
Mümtaz Turhan’ a göre “Milli Eğitim meselemiz halledilmeden hiçbir mesele kökten halledilemez. Maarifimizin ana davaları, aynı zamanda ülkenin kalkınmasının ilerlemesinin, bugünkü medeniyet seviyesinde bir millet olmasının da esas davalarıdır” diyor. Eğitim anlayışında kaliteli ilim adamı yetiştirilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Mümtaz Turhan makam mevki ve şöhret peşinde kosan bir kişi de değildi. O, kendisine teklif edilen Milli Eğitim Bakanlığını düşüncelerini gerçekleştirme sansı göremediği için reddetmişti
Mümtaz Turhan Türk maarif sistemini dünyanın en mümbit topraklarından birisi ortasından akan büyük bir nehrin sularına dokunmadan dönen, muazzam bir çarka benzetir. O’na göre toprak bereketlidir ancak susuzluktan çatlamıştır. Ötede beride görülen vahalar tesadüfen oluşmuştur. Toprak ortasından akan bol, gür verici sudan nasibini alamaz. Nehir boşuna akar, çark ise büyük ihtişamlı olmasına rağmen suya iyice dokunamadığı için beyhude döner durur. "Bu mümbit toprakları, istidatlı Türk çocukları, nehri memleketin muhtaç olduğu ilim ve teknik bilgi, çarkı da maarif sistemimiz olarak tasavvur ederseniz bu teşbihte büyük bir mübalağa olmadığını görürsünüz" demiştir. Asıl mesele maarifi bundan 900 sene evvel olduğu gibi bugünde Türkiye'nin biricik ana davası olan iktisadi, sınai ve içtimai sahalarda kalkınmanın bir vasıtası haline getirmek"
Nurettin Topçu, Osmanlı’nın bir döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de aynı skolastik zihniyet, yönünü Batıya çevirerek devam etmiştir. Batılı fikirler değerlendirmeye tabi tutulmaksızın taklit edilmiştir. Ayrıca, sistem içerisinde öğretmenlik mesleğinin statü kaybına uğradığını ve bu mesleğin fikir ve kültürün otorite merkezi olmaktan uzaklaştığını ifade etmektedir. Bunlara ilaveten Topçu, modernleşmenin eğitim sistemini
pozitivistleştirdiğine ve onun milli özelliğini yok ettiğine inanmakta, bu anlayışın hedeflediği insan tipinin iyi vatandaş,laik insan ve teknik adam olduğunu dile getirmektedir.
Topçu bir neslin Allahı tanıması ve kurtuluşunun eğitimin yükselmesine bağlı olduğunu belirtmektedir. Ona göre milletin ruhunu oluşturan eğitimdir. Eğitim sisteminin bozulması millet ruhunu yerlere serer. Eğitim hangi tarafa yönelirse millet de o tarafa yönelir. Kısacası millet eğitim demektir. Ona göre eğitim sadece mekteplerde okumak ve orada okuyanlara verilen bilgilerle sınırlı değildir. Eğitim, bir milletin bütün halinde düşünme ve hareket etmesidir.
Topçu,Batının siyasi, iktisadi ve toplumsal düzenleri ahlaki olmadığı gibi eğitim sistemleri de ahlaki değildir. Ayrıca yapılan bu kontrolsüz transferler millet hayatının millilik özelliğine zarar vermektedir.
Topçu milli eğitimi zedeleyen bir diğer unsur olarak yabancı okul ve özel okulları görmektedir. Ona göre yabancı ve yabancı dille öğretim yapan okullar, eğitim alanında verilmiş bir kapitülasyondur. Bu, eğitimin geleceğinden vazgeçmek anlamına gelmektedir. Topçu bu düşüncesini: “ Milletimin istikbalini kazandım, memleketimin istikbalinden vazgeçtim diye övünmek sade bir vatan katiline yakışır” sözleriyle belirtmektedir. Ayrıca Topçu’ ya göre “Memleket içinde yabancı mektep, millet kültürünün ağacını köklerinden tahrip eden ona zararlı bir nebattır.”
Erol Güngör’e göre de Cumhuriyet döneminde uygulanan eğitim politikasında amaç, milliyetçi, laik, pozitif bir eğitim içeriği ile halkı eğiterek rejimin temelini sağlama almaktır. Bu anlayışla kendi insanını yetiştirmeye çalışan Cumhuriyet, sadece okullardaki çocuklarla karşı karşıya değildir. Bütün yenilikçi rejimlerde olduğu gibi Türkiye’ de de çocuğun hayatı aile ve okul arasında çelişkiye girmiştir. Böylece bu iki kurum birbirini tamamlayacak yerde birbirinin etkisini silmeye çalışan iki müessese haline gelmiştir.
Erol Güngör, muhafaza etme, değiştirme ve geliştirme olarak ifade ettiği eğitimin üç önemli fonksiyonu üzerinde de durmuştur. Toplumun varlığını sürdürmesi için, genç nesillerin gönlüne milli hasletleri nakşetmesi eğitimin muhafazakar fonksiyonunu, çağın medeni, ilmi ve teknolojik bilgilerini eğitim aracılığıyla genç nesillerin iradelerine yerleştirmesi değişimci fonksiyonunu ifade etmektedir. Toplumun gelişmesini sağlayan bu uyumdur
Güngör, cumhuriyet dönemin eğitim politikasının, Cumhuriyet’ten önceki Türk tarihini görmezden gelmesinin, köklü bir geçmişe sahip olan Türk insanını adeta hafızasını kaybetmiş biçare gibi yapmıştır.
Atatürk Kurtuluş Savası devam ederken milli eğitim sorunlarıyla ilgilenmiş ve 15 Temmuz 1921’de I. Maarif Kongresini toplamıştır. O, Kongrede: “Asırlardır devlet bünyesinde süren derin idari ihmallerin meydana getirdiği yaraların tedavisinde sarf edilecek emeğin en büyüğünü, hiç kuskusuz eğitim yolunda göstermemiz lazımdır.”demiştir.
Yahya Akyüz ise “Tarih bize siyasi bağımsızlık yitirildiği zaman eğitim ve bilimde de bir çözülme, gerileme içine düşüldüğünü gösteriyor. Eğitimin temel amaçlarından biri bu bilinci kazandırmak olmalıdır.” Akyüz’ ün ifade ettiği gibi bağımsızlık olmadan eğitim ve bilimden de söz edilemez. “O nedenledir ki bağımsızlıklarına yeni kavuşan toplumlar ve bizler bağımsızlığın kıymetini iyi bilelim ve bağımsızlığımızın devamı için eğitim ve bilime gereken önemi verelim”. Demiştir...
Seyyit Ahmet ARVASİ’ YE göre eğitim milli ve değerlerden kopuk olmamalı. Eğitim Türkiye’nin her yerinde milleti kucaklayacak tarzda olmalıdır.. Eğitim kurumlarındaki öğretmenler milli vicdana sahip ve insan sevgisiyle dolu başarılı kişilerden oluşturulmalıdır. Eğitim milli birliği tesis edecek müfredatlardan oluşturulmalıdır.
Yukarıya aldığımız değerli fikir önderlerimizin görüşleri ve uyarılarına rağmen MİLLİ EĞİTİM tamamen GAYRİ MİLLİ EĞİTİM olmaya son hızla devam etmektedir.
Eğitim temelini teşkil eden aile eğitimi fiili olarak yok olmuştur. Çünkü çocuk yürümeye başlayınca televizyon ve diğer görsel medyanın sadık talebesi haline getiriliyor. Daha da büyüyünce sinema, bilgisayar ve benzeri iletişim araçlarının emrine sadık insanlar oluyor. Birey biraz daha büyünce bar, kafe, diskotek vb yerlerin tehdidiyle baş başa kalıyor. Onların o gibi yerlere gitmemelerinin önlenmesi zor hale geliyor. Halbuki çevre ve medyanın yasal olarak milleti eğitmek diye de bir görevi vardır.
Kitle iletişim araçlarının ve çevrenin insan üzerinde olan etkisi küçümsenemeyecek kadar azdır. Bu rakam eğitim bilimcilerce % 34 olarak verilmektedir. Sizler en iyi eğitimi verseniz dahi kitle iletişim araçları ve çevre yapınızı eğitim yapınızla paralel yapamadıktan sonra eğitiminiz akamete uğrayacak ve sonuca ulaşamayacaksınız. Kaldı ki Devletimiz 1739 Sayılı kanunda yetiştirmeyi hedeflediği insan tipinin yetişip yetişmediğini dahi kontrol etmemektedir.
Türk milletin tamamına yakını tarafından eğitimin öğretime indekslendiği, başarının maddesel başarı olduğu yetişen bireylerin değerlerinin nasıl olduğunu kontrol edemeyen bir sistemde insanımızın YENİÇAĞI – YENİ NESİLİ –YENİ UFUKLARI hiçte güvende değildir. Onun içindir ki ülkemizin geleceği olan nesillerimizi, halimizin teminatı olan insanımızı yeniden ve hiçbir hesap yapmadan Milli Eğitim milli olması gereken ruhu ile hemhal edip günümüzü ve yarınlarımızı güven altına almalıyız.
GELECEK İYİ BİR EĞİTİMLE GELECEK
Mehmet ARSLAN
Eğitim Yönetimi ve Planlama uzmanı