Ankara Milli Eğitim Müdürlüğünün Cumhuriyet Bayramının 100. Yılı dolayısıyla yayınladığı program bir çok tenkit ve eleştirileri de yanında getirdi.
Bizler alışkanlıklarına çok sahip çıkan bir milletiz. Bizi iyi niyetli de olsa kötü niyetli de olsa değiştirmeye çalışanlara hep şüphe ile bakarız.
Bizim milletimiz, konumu itibarı ile şark toplumlarının gösterdiği özelliklere çok daha yakındır. Bu sebeple eskiye fazla değer verir. Eskinin şekil değiştirmesini de pek tasvip etmezler. Bu sebeple elde olanı muhafaza etmeye çok daha yakındır. Mesela, 23 Nisan 1920'de Ankara’da olağanüstü yetkilerle donatılmış 390 kişilik meclis toplanmış; meclisin başkanı fiilen hükûmetin ve devletin de başkanı olarak adlandırılmıştı. Meclisin 20 Ocak 1921'de kabul ettiği ve bütün yasaların alındığı yani en üst yasa (anayasa) niteliğinde olan Teşkilat-ı Esasiye Kanununu kabul ederek bu kanunla ülkenin yönetim anlayışını veya rejimini belirlemesine rağmen herkes tepkisizdi. Ve herkes tarafından kabul edilmişti. Ama sıra pratikte uygulanan rejimin ismi tam olarak konulmasına gelince hem mecliste hem ülkede büyük tepkiler verildi. Hatta mecliste çok karşı çıkanlar olmuştur. Yani fiiliyata resmiyet kazandırmak hiç te kolay olmamıştı.
Millet Meclisinin vekil sayısı 333 olmasına rağmen oturuma katılan 158 milletvekilinin oy birliği ile Cumhuriyet ilan edilmiş ve “Yaşasın Cumhuriyet” nidaları ile Atatürk oturuma katılan 158 kişinin oy birliği ile ilk Cumhurbaşkanımız seçilmiştir.
Cumhuriyet’in ilan edildiği gün milletvekillerinin yarından fazlası salonda yoktu (o yıl milletvekili sayısı 333’tür). Olmayanların hepsi 2. Gruptan, yani muhalif vekiller değildi elbette, ama böylesi önemli bir oturum pek de belli edilmeden hazırlanmıştı. Atatürk de Cumhuriyet’i büyük kutlamalarla ilan etmek isterdi ama mümkün olmamıştı.
Konuyu anlaşılmaz hale sokmadan ve kulp arayanların ellerine de tutabilecekleri kulp vermeden anlatmak istediğimiz esasları anlatabilmek sevdasındayız. Millet olarak şekillere çok değer veriyor ve insanları yaptığı işlerle değil de ya görünüşü ve ya uygulama alanı bulmasa dahi söylediği sözlerle hüküm verme alışkanlığımız vardır. Mesela bazı kimseler, hatta aralarında ilim adamlarının da olduğu bir çok kişi cumhuriyetin ilanından önce haşa “Sen padişahın kulluğundan kurtulup yurttaş oldun” gibi sıradan insanların dahi etmeyecekleri sözleri söylemeleri akla ziyan bir ifade olduğu gibi gerçekte değildir. Kul manasını inanç açısından alırlarsa bu doğru ama bunu dile getirenler inancı da pek değer olarak almazlar. Kul kelimesi ve hitabeti Türk’ün devlet anlayışında iddia edildiği gibi kullanılmamıştır. En azından ansiklopedik bilgisi olarak bakarsak İslam’da Yaratan Allah’tır. O her şeyi yaratır. Yaratılan insan da kuldur. Yani hizmet eden, ibadet eden, itaat eden, emir ve yasaklara uyandır. Türkler İslam'a girdikten sonra İslam’ın bayraktarlığını yaptığı gibi Allaha samimiyetle inanan milletlerin başında gelmiştir. Allaha inanan ve bu uğurda kanını akıtan insanlar ve onların sultanları din kardeşine kul gözüyle bakar mı? O zaman kendisini Firavun gibi Allah yerine koyduğu için kafir olmaz mı? Bu kelimeyi art niyetliler bilinçli olarak yanlış kullanırlar. Çünkü Türklerin muhteşem bir devleti olan Osmanlı sülalesinin yönettiği Türk devletinde “kul” kelimesi Osmanlı yönetiminde “emir altında bulunan” manasında kullanılırdı. Osmanlı'da halk kendisini padişaha “kulunuz” diye kendini takdim eder, padişah da halkına “kulum” derdi. Şimdi isnat edilen sözle uygulan fiiliyatın bir alakası var mı? Yok.
Türk’ün bilinen tarihi yaklaşık olarak beş bin yıldır. Türkler 50 senenin haricinde hiç devletsiz kalmamıştır. Bir önceki Türk Devletinin devamı ondan sonra gelen devlet ve ya devletlerdir. Bu sebeple siyasal İslamcılar Türk tarihi 1071 den başlatırlar. Ondan öncesini sevmedikleri gibi kabul etmezler de. Siyasal İslamcılar Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürk’ü pek sevmezler. Atatürk’ü ve cumhuriyeti sevenler İslam ve din düşmanıdır.
Kendilerini Atatürkçü ve ya Kemalist olarak tanıtan grup ve ya kişiler ise 1980 öncesinde Türk Tarihini 23 Nisan 1920 ile başlatırlardı. Son zamanlarda çok azda olsa İslam öncesi Türk Tarihinden de bahsetmeye başladır. Onlara göre İslam’a girdikten sonra kurulan hiçbir Türk Devleti iyi ve güzel iş yapmamıştır. Hele de Osmanlı Sülalesinin yönettiği o dünya devleti ise tamamen kötü işler yapmıştır. Bu insanlar bu yüzden 1920 den başlayarak 1950 ye kadar süre sürenin her şeyin problemsiz ve örnek kalkınmanın ve örnek yönetimin olduğu zaman dilimi olarak kabul ederler. Bu şekilde düşünmeyen herkes Atatürk düşmanıdır.
Biz diyoruz Türk Tarihi bir bütündür. Çok şanlı şerefli bahsedeceğimiz sayfaları olduğu gibi çok üzüleceğimiz sayfaları da vardır. Geçmişte ve şimdiki devlet yönetimlerinin bazı devirlerinde tasvip edilmeyecek işler yapıldığı gibi çok güzel işlerde yapılmıştır. Türk devletlerinin hiç birsi bir adam devleti olmamıştır ve olmamalıdır. Bir millet devleti olmalıdır
Bizleri kelimelerin içerisinde anlam kargaşasına bırakarak hedeflerine varmak isteyenlerin oyunlarına gelmemek lazımdır diye düşünüyoruz. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi sözlerin hiçbir ehemmiyeti yoktur mühim olan uygulamalardır.
Mesela dünya üzerinde demokrasinin beşiği olarak kabul edilen ülkeler dahil hiçbir ülkede 23 Nisan 1920 den başlayan ve ikinci meclise kadar süren devrede TBMM’de, hükümet anlayışında uygulanan demokrasi anlayışı hiçbir ülkede ve devlette yoktu. 29 Ekimde rejim olarak cumhuriyet ilan edildi de birden bire insanların hukuk anlayışı mı değişti? Herkes her istediğini yapar hale mi geldi? Ve ya kapanan her şeyin önümü açıldı? Bu meseleler akademik meselelerdir. Ve o zamanla şimdiki zamanı mukayese etmek yanlış olur. O zaman da Batı Devletlerinin hiç birinde bu günkü manada bir demokrasi yoktu. Yani o zaman ki devletlerin hepsi zamana münhasır vatandaşların daha öncelere nazaran bir çok demokratik hak aldığı zamanlardı. Tabi Türkiye’nin yeni rejime alışması zor oldu. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz gibi bizler şark toplumlarına yakınlığımız itibarıyla yeniye kolay uyum sağlamayız ve biraz direnç gösteririz. Korkumuz odur ki elimizde olanların da elimizden gitmesi korkusudur. Çok sıkıntı çeksek te eskiyi muhafazaya daha yatkınız….
Ziya Paşanın meşhur “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözü hem uyarı hem de bir ders niteliğindedir. Ankara MEM Cumhuriyetimizin ilanının 100 yıl kutlaması ile ilgili yaptığı programına “Kutlama programı değil de anma programı” demesinde kıyametler koptu. Kıyamet kopması gerekir “ama anma ve kutlama” kelimelerinin kullanılıp kullanılmamasında değil programın 100. Yıla yakışmayan ve mesaj verilecek olan milleti kapsamadığına olmalıydı. Mana olarak bu iki anlayış birbirine yakın gibi ifade ediliyor. Hatta bazı yazılarda ve ifadelerde, anma işlemin kutlamaya göre çok daha ciddi çok daha devletçi bakış olarak ifade diliyor. Kutlamada sevinmek, eğlenmek, mutlu olmak, coşmak var. Ama anmada bunlar yok ama değer verme ve daha ağır başlı bir duruş var. Bazı yorumcular da anma ile kutlamanın aynı olduğunu ifade ediyorlar. Bizim bazı mevzuatlarımızda bunu teyit eden ifadeler vardır. Mesela "Milli Günleri Anma ve Kutlama Tüzüğü" vb. gibi...
Ama, görünen o ki burada iyi niyet yok. İsrail-Hamas çatışmasını bahane ederek Cumhuriyetin ilanını eşler dostlar düğünde görsün anlayışı ile sönük geçmesini sağlamak istediler. Zaten yıllardan beri Türk Milletinin coşku ile kutladığı milli bayramlar artık yasak savma babından yapılmaktadır. Mesela İstanbul'un Kurtuluşu coşku ile neden kutlanmıyor artık? Yoksa İstanbulun kurtuluşuna mı sevinmediler? Yoksa Mustafa Kemal'in emriyle işgalden kurtarılmasına mı kızdılar? Kamudannethaber olarak soruyoruz milleti millet yaparak bir arada kalmasını sağlayan Milli Bayramlarımıza düşman mısınız? Düşmansanız bu düşmanlığınız neden? Düşman değilseniz neden layıkıyla kutlanmak için gayret sarf edilmiyor? Bu sorular daha da çoğaltılabilir.
İşte bizleri dalga geçerek yönetenlere güya tepki vermek adına bazı siyasiler ve ya sözüm onma sivil toplum kuruluşları ana işle değil de bize faydası olmayan tali işlerle tepki veriyor. Bee kardeşim programın içeriğine ve kapsamına sözün yok mu? Bu kutlama programı Türk Tarihi’nin bütünü kapsıyor mu? Türk Milletine ne mesajlar verecek? İsmen girdiğimiz ve 1946 yılında başlayan cumhuriyet rejimlerinin olmazsa olmazı olan demokrasi hakikaten uygulandı mı? Ülkeyi yönetenlerin yetkileri 29 Eylül 1808 den sonraki padişahlarda bile olmaması nedeniyle gelinen son noktaya neden akademik ve ya anlayış olarak değinmiyorsun da abuk sabuk şeylerle uğraşıyorsun? Cumhuriyet ilanının 100 yıl kutlanması dolayısıyla Türk Milletinin refahına ve yararına katkılar sağlayacak hangi önerileri sundun? Onların TBMM de sunduğun her öneriye ret oyu verdikleri aşikardır ama senin haklılığını Türk Milletine anlatmak o kadar mı zor?
Kabukların değil özlerin, talilerin değil asılların, vekillerin değil asillerin, sözlerin değil fillerin, vaatlerin değil, icraatların, yazılanların değil uygulananların değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. Bunu yapmayan ve ya yapamayanların ilerlemesi, sanayileşmesi, müreffeh hale gelmesi demokratikleşmesi mümkün değildir. Problemi çözmek için problemin ne olduğunu çok iyi anlamak lazım. Problemin ne olduğunu tespit edemeyenler problemi çözemedikleri gibi var olan problemlere yeni problem eklemeleri muhakkaktır.
Esasında iktidarın Cumhuriyet Bayramını severek kutlamadığını herkes biliyor. Ama Cumhuriyet düşman olan sol ve şu ana kadar Cumhuriyet kavramını siyasi çekişmelerde çok kuvvetli koz olarak görüp her şeyde onu kullanan partiler ve Atatürk'ü tanıyamamış bazı dernekler bunu kalkan olarak kullanma yoluna gitmesi soncunda hem AKP, Siyasal İslamcılar hem de CHP, uyduruk Atatürkçü dernekler ve solun çeke çeke bambaşka bir kisveye soktular.
Hele de 2007 öncesi Cumhuriyet Mitinglerinde sarf edilen gereksiz sözler ve eylemler iktidardan düşme noktasında olan AKP'ye % 46 civarında oy almasına sebep oldu. Cumhuriyetin içinden herkes bir şey aldı ve kendine mal etti. Kendilerine mal ettiklerine sımsıkı sarıldılar ama almadıklarını yani kendi işlerine gelmediği umdeleri hiç dile getirmediler. O zaman Cumhuriyet ne oldu? İçi boşaltılmış önemli bir slogan! Yani millet önünde kuru bir söylem haline getirmiş oldular. Demokrasi anlayışı, adalet anlayışı, mal sahibi olma garantisi, barınma, tedavi olabilme, eğitim hakkı, kanun önünde eşit vatandaşlık hakkı. İş yapma, askere gitme, vergi verme vb şeylerin düzenli olmadığı bir yönetimin adı ne olursa olsun bu saydığım konuların mağdurlarına bu rejimin şu an ülkemizde uygulandığına kim nasıl anlatır ve ya nasıl İnandırır?
Ama devletin başkentinde “Gelecek eğitimle gelecek” anlayışının hakim olması gerektiği Milli Eğitim Bakanlığının en önemli eğitim merkezi olan Ankara’daki Ankara Milli Eğitim Müdürlüğünün Cumhuriyet Bayramının 100 yıl anma ve ya kutlama programı bu kadar basit ve baştan savma olmamalı idi. Bu programın kasıtlı olduğuna şüphe yok. Milli Eğitim Bakanlığının tek okulu İmam Hatip Okulları değildir. Daha çoğunlukta olan ve başarı grafiği çok yüksek olan okullarımızın öğrencileri neden konulmadı? Her kutlamada sadece İmam Hatiplerin olması ne kadar doğru? Esas sorgulanması gereken bu anma ve ya kutlamanın içinin boşaltılması ve manasızlaştırılmasıdır.
Bu ülkeyi şu üç yobazdan kurtarmak lazım. Eylemleri ve fiilileri İslam'a uymadığı halde İslam'ı kullanan "Siyasal İslamcılardan", Geçmişinde milliyetçiğe itiraz edip mahkemeye veren sol partiler, Atatürk'ün adıyla kurulmuş derneklerin fiil ve eylemleri Atatürk'ün görüş ve düşüncesine uymadığı halde Atatürk'ü siper yaparak çeşitli çıkar hesapları için parti ve derneklerden, kendilerine milli
Kendilerine milliyetçi demelerine rağmen faaliyetleri ve yaptıkları Türk Milliyetçiğiyle bağdaşmadığı halde sözlerinde sık sık Atatürk’ün yolundan gittiklerini ve Atatürk’ün kırmızı çizgilerini olduğunu söyleyen yalancı milliyetçilerden bu ülkeyi kurtarmak lazım. Taklitçi ve boş oturan, çalışmayı sevmeyen, dolandırmayı sanat haline getirmiş, hak yiyen, değerleri kaybeden manevi değerleriyle hayatı tezat teşkil eden, samimiyetsizler, savundukları ile yaptıkları arasında büyük tenakuz olanlar, gösteriş budalası ve laf cambazları bu üç grubun içerisinde piyasa değerlerine göre seyahat eden kişi ve gruplardır…
Her vatandaş ister vicdanı ister inancı gereği yapacağı işin en güzelini, en doğrusunu yapması bu iki yaptırımcı anlayış ışığında yapılmalıdır. Gerisi eskilerin deyimi ile “laf-ı güzaftır” diyorum.