(Bu çalışmama günler harcadım. Yaşadım, öğrendim ve yazdım.Bir belge olarak okuyun saklayın lütfen)
Vatana sevdalı, Devleti aziz bilip sadece ona dayanarak devletçe iş yapan kişilere neden sahip çıkılmaz anlamak mümkün değil!
Değerli okurlar, bir konu hakkında karar verebilmek için tespit çok net olmalıdır. Şartlar, kurallar, artılar, eksiler, çevre ve imkanlar tam olarak görülerek resmi oluşturan yukarıdaki parçaların yerlerine tam oturup oturmadığını iyi görmek lazım. Bu sebeple size yönetim anlayışımızdaki değişikliği de kısaca vurgulamak istedim. Bu sebeple başlıkla alakası olmamasına rağmen aşağıda bizim yönetim hukukumuzda büyük değişikliğe yol açan durumu izaha çalıştım. Bu büyük ve demokratik olmayan değişimin başlangıcı 2002 Kasım seçimleridir. Onun için bu konuyu az da olsa masaya yatırmayı uygun gördüm.
28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı Secimi, sonrasında dünyada bir eşine daha rastlanılmayan Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi Rejimi çağdaş demokrasilere uygun olmayan bir yönetim sisteminin seçimidir. Peki bu duruma nasıl gelindi? Kasım 2002 Seçimlerinden sonra iktidar olan AKP, devleti yönetmeye başladı. Ama, bu yönetim, bir ekip ve ya bir parti disiplini içinde değil de partinin genel başkanı olan Erdoğan’ın hukuken olmasa da fiilen tek yetkili ve karar verici hükmünün gereği olarak tek adam yönetiminin başlangıcı sayılmalıdır. Başbakan olduğu zamanda bile hemen hemen tek karar verici oldu. Bu anlayış Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı döneminde çok az engellense bile; Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olduğunda çok daha büyük ivme kazandı. Erdoğan’ın TBMM’den çıkarttığı hiçbir kanun, Gül tarafından veto edilmediği gibi kanun çıkmadan önce de görüş belirmedi. Ve ya belirtemedi. 2014 Yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan kazanmıştı. Anayasamız cumhurbaşkanlarının devletin başı ve milleti temsil etmesi bakımından cumhurbaşkanlarının bağlı kalması gerektiği şartları yemin metni haline getiren Anayasamız Madde 103 maddesi gereğince Cumhurbaşkanı, görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi (milletin temsilcileri) önünde aşağıdaki şekilde ant içer:
"Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim."
Erdoğan da, TBMM önünde yukarıdaki şekilde yemin etmiştir. Anayasaya göre parti ile bağlantısının olmaması gerekirken ve göreve başlarken bu doğrultuda yemin edilmesine rağmen uygulama böyle olmamıştır. Hem AKP’yi hem de devleti yönetmeye devam etmiştir. 15 Temmuz Kalkışmasının verdiği avantajları da en iyi şekilde kullanarak tek söz sahibi olmakta bir merhale daha ileri gitmiştir. Bahçeli’nin “Gel yaptığın kanunsuzlukları yeni anayasa ile kanuni hale getirelim” mahiyetindeki çağrısı üzerine; Nisan 2017'de gerçekleşen halk oylamasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kabul edilerek fiili olan tek adam rejimine anayasal yapı getiren sistem oluşturuldu.
Erdoğan, Külliyede kalmaya başlayınca, kendine bir çok yeni danışman atayarak; bakanlıklara alternatif bir şekilde danışmalarından vücuda getirdiği bir alternatif bakanlıklar gibi bir yapılaşmaya gidildi. Bakanların bile haberi olmadan danışmanların verdiği bilgilerle cumhurbaşkanlığı açıklama yapıyor ve bakanlıklar boşa düşüyordu. Öyle duruma gelindi ki bakan bir şey yapacaksa ve ya söyleyecekse danışmanlara konu iletiliyor. Onlar konuyu değerlendirip cumhurbaşkanına sunup onay alındığında ancak bakanlar iş ve ya konuşma yapabildiği çokça dillendiriliyor. Yani Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemimizde, yasalar gereği yetkili ve sorumlu olarak görülen Bakanların haricinde; bir de esas fiili yetkili olan bir gölge bakanlık gibi danışma heyeti ihdas edildi. Bu durumu aklımızda tutalım.
TBMM’de, Saltanat dönemleri de dahil olmak üzere, Türk Parlamenter tarihinin hemen hemen yetkisiz hale getirilmesine rağmen bu işlevsizliğe zıt bir şekilde 550 olan vekil sayısı 600 çıkartılması gibi çok garip bir anlayışa da imza atılmıştı! İşlevsizleştirilen meclise hiç katkısı olmayacak 50 vekil sayısı neden verildi bilen varsa açıklasın! Hemen hemen işlevsiz bırakılan meclisi ek olarak 50 vekilin, danışmanlarının ve diğer giderleri neden gereksiz yere milletin sırtına yüklendi? Bu konu hakkında yapılan doğrudur diyebilecek aklı başında insanlar olduğunu zannetmiyorum…
Türkiye’ye münhasır olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hayata geçirildi. Hemen hemen işlevinin kahir çoğunluğu elinden alınmış bir meclis ve her şeye tartışmasız bir şekilde karar vermesine rağmen asla sorumlu olmayan bir cumhurbaşkanlığı bu sistemin ana figürleri...
Bu yönetim şekli, tek adam rejimi anlayışını zirveye taşıyarak çok daha katı bir şekilde uygulanmaya başlanmasını sağladı. Dünyada hiçbir eşi ve emsali olmayan bu yeni sistem gereğince Cumhurbaşkanlığını kazanan Erdoğan ilk kabinesini 10 Temmuz 2018 de açıklamıştı. Kabine açıklanınca, ilkokuldan sonra öğretmen olacağım diye öğretmen yetiştiren okullar olan 1969 yılında 22. sırada kazandığım Beşikdüzü Öğretmen Okulu, Çapa Öğretmen Lisesi ve İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünden 7 Kasım 1980 de bitirip öğretmen olmuştum. Ve öğretmenlik, müdür yardımcılığı ve okul müdürlüğü, okul müdürü iken Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde bir yıl okuyarak lisans tamama ve 1998 yılında Beykoz’dan Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hendek Yerleşkesinde “Eğitim Yönetimi ve Planlamada yüksek Lisans yapmak( O zamanlar devlet memurlarının valilik izni olmadan il dışına çıkması çok ağır bir suçtu. Ve yine o zamanda Sakarya’yı yerle bir eden büyük Marmara Depremi de olmuştu) için haftada üç gün akşamları gidip gelerek 2002 yılında 288 sayfalık tezle yüksek lisansı bitirdiğim için ve hayatımın hepsinde eğitim olduğu için Milli Eğitim Bakanını merak ediyordum. Bakanlığa Prof.Dr. Ziya Selçuk getirilmesine sevinmiştim. Çünkü Selçuk her şeyden önce kendisinin eğitimci oluşu ve eğitime önem veriyordu. Eğitimle iç içe olmuş hatta daha önce eğitimin şekillendiği Talim Terbiye Kurulu Başkanlığını yürütmüş ve Talim Terbiyeye atandıkları alanlarda uzman olmayan kişiler atanmaya başlanınca başkanlıktan istifa etmiştir. Hatta 2007 yılında İstanbul’da İlçe Müdürleri, Müfettişler ve okul müdürlerinin katılımı ile yapılan Türk Milli Eğitimini değerlendirme toplantısında onu iki soru ile sıkıştırtmış hemen hemen kalabalığın hepsinden büyük alkış almıştım. Yani Ziya Selçuk Bey eğitimden anlayabilecek bizden birisi olduğunu düşünüyordum.
Kısaca 2002 den beri iktidar olan AKP’nin milli eğitim bakanlarını kısaca değerlendirelim:
Erkan Mumcu 18 Kasım 2002 ile 14 Mart 2003 tarihleri arasında bakanlık yapmıştır. Kendisi hukukçudur. AKP’ iktidarlarının ilk milli eğitim bakanıdır. Mumcu milliyetçi düşünceye sahip ve minik ( o zaman üye sayıları çok düşüktü)Yandaş-Sen’in isteklerine boyun eğmeyen bir yapısı vardı. Bakanlığı kısa sürmüştür. Devlet aklına ve akılcı anlayışa önem veriyordu. O zaman milli duruşuyla destan yazmış olan Kamu-Sen’e ve Türk Eğitim-Sen’e cephe almadığı gibi genel merkezlerini de ziyaret ediyordu. Eğitimle ilgili görüş ve önerilerini alıyordu. Bu sebeple Erdoğan’ın kurduğu ikinci AKP hükümetinde Yandaş-Sen’in baskısı ile MEB’dan alındı. Bana göre Mumcu’nun en büyük hatası iyi niyetle gevşettiği bayan öğretmenlerin sadece etekle değil vücut hatlarını belli etmeyecek bol pantolonla okula gelip derse girebilmelerine izin vermesi idi. Bu iznin ucu kaçtı gitti.
Doç.Dr. Hüseyin Çelik 14 Mart 2003 ile 1 Mayıs 2009 arasında bakanlık yapmıştır. Çelik Türk Dili ve Edebiyatı mezunudur. Çelik dönemi akıl, mantık almayan oyunlarla, çok kere yönetmelik değişiklikleri ile Yandaş-Sen militanlarının Bakanlık kadrolarına atamalarını yapmıştır. Bakanlık Yandaş-Sen’in hiçbir isteğini geri çevirmeyen onay makamı haline geldi. Hatta o zamanki Sendikalar Yasasına göre federasyonlar iş kolunda çalışan sayısının % 5 i kadar üyesi olmayan federasyon hukuken kapatılıyordu. Bu sebeple eğitim çalışanı sayısı çalışanlarının % 5 ini üye yapamayan Eğitim Bir-Sen’in kapanmaması için ilgili sendikanın bu % 5 barajına takılmaması için çalışan sayısını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına 100.000kişi eksik bildirmiştir. Böylelikle Eğitim Bir-Sen’in kapanmasını önlemiştir. İlgili bakanın hukuksuz ve akla ziyan uygulamaları her an olabiliyordu. Mesela yönetici atama yönetmeliklerini adam kayırmak için ve adama göre yönetmelik yapmak için sık sık değiştiriyordu. Bir başka örnek yönetici atama başvuruları sadece Cumartesi –Pazar günleri iki günlük bir duyuru yapılıyor ama okullar kapalı. Hatta o zamana kadar yaptığı hukuksuzluklara rahmet okutacak çok büyük bir hukuksuzluğa imza atmıştı. Bu hukuksuzluk Türk Milli Eğitim Tarihine kara leke olarak geçti. Bakanlıktan alınacağını öğrendikten sonra Yandaş-Sen ve Fethullah Gülen’in eğitim alanında en yetkili derneği olan “Marmara Eğitimciler Derneği’nin” hazırladığı liste ile bakanlık taşra teşkilatlarına 1.300 yakın kişiyi Milli Eğitim Müdürü, Müdür Yardımcısı, Şube Müdürü, okul ve kurum müdürü olarak bakan ataması yaptı. 657 Sayılı Kanunun maddeleri arasında olan 76. Maddesini art niyetli olarak kullanarak bakan atamasıyla ( eğitimciler arasında 76 ataması olarak geçer) 29 Nisan 2009 tarihinde kararname haline getirerek eğitimin içine büyük bir bomba koymuştur. Ve bu çirkin ve hukuksuzluğu “Milli Eğitim Bakanlığını otomatik pilota bağladım” deme çirkinliğini de göstermiştir. Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatlarında kendisinin de Nurcuların Yeni Asya Kolundan veya yakınlığı olması sebebiyle şimdiki AKP’lilerin her fırsatta FETÖ FETÖ diyerek kötülediği Fethullahcıların yani o zamanki söylemle cemaatin mensupları fink atıyordu. Bir yere atanmak isteyenler bunlara yakın olmaya çalışıyorlardı. Okul ve kurumların makam odalarında Taraf ve Zaman Gazeteleriyle doluydu. Öyle sıradan ve milliyetçi gazeteler giremiyordu. Herkesin ağzında Ergenekon davaları sakız olmuştu. Gülen’e ve Zekeriya Öze sevgileri dile getiriyorlardı. Yani bakanlık yapmaya değil de bakanlığı peşkeş çekmeye geldi denilebilir. O zaman Doçent olmasına rağmen kendi alanlarında yüksek lisans ve doktora diploması olanların ek derslerde aldıkları % 25 farkı da kaldırdığı gibi atamalarda tercih sebebi olmalarının da önünü kesmişti. Bakanlık Yandaş-Sen ve o zamanın deyimi ile Cemaatin karargahı gibiydi.
Nimet Çubukçu: 1 Mayıs 2009 ile 6 Temmuz 2011 arası bakanlık yapmıştır. Kendisi hukukçu olmasına rağmen bakanlık hukuksuzca yönetilmeye devam edildi. Onun döneminde de Fethullah ve Yandaş-Senin ortak hakimiyetleri söz konusu idi. Ortak düşman ise Türk Eğitim-Sen üyeleri ve Ülkücülerdi. Çubukçu’nun yaptığı dişe dokunan en önemli iş ise ne oldum benliğine ile göklerde uçmaya yeltenen İstanbul Milli Eğitim Müdürü olan Ata Özer’in görevden alınması idi.
Prof.Dr.Ömer Dinçer 6 Temmuz 2011 ile 24 Ocak 2013 tarihleri arasında bakanlık yaptı. Alanı işletme olan bir bakandır. Çok ilginç iddialar olmuştur. 2005'te YÖK Genel Kurulu, Ömer Dinçer hakkında ‘İşletme Yönetimine Giriş isimli kitabında intihal yaptığı’ gerekçesiyle, ‘üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası’ verdi. 2008'de Ankara 1. İdare Mahkemesi intihal gerçekleşmiştir hükmü ile, Ömer Dinçer’in, YÖK tarafından ’intihal’ yaptığına ilişkin verdiği karara yaptığı itirazı reddetti. 29 Aralık 2010 tarihli ‘YÖK Müşterek İnceleme Raporu’nda ise Dinçer'in eserinde intihal yapılmadığı rapor edilmiştir. Ve bu adam Milli Eğitim Bakanı yapılmıştır.Bu bakan döneminde yine Türk Eğitim Tarihinde yapılan en büyük kötülüklerden birisi daha yapılmıştır. Sınıf öğretmenlerinin mezuniyetlerinde yan branş olarak belirtilen branşlara atanmalarını sağlamıştır. Aslında esas branş dışı atama kapısını YÖK Başkanlığı yapmasına rağmen ilk defa 1996 yılında MEB’nı olan Prof. Dr. Mehmet Sağlam açmıştı. Aklınıza gelen her fakülte mezununu öğretmen olarak atamışlardı. Hatta o dönemde okul müdürlüğü yaptığım okulu samimi olduğum ilçe müdürüm aramıştı. Öğretmen eksiğim olup olmadığını sormuştu. Ben de müdür bey bir doktor atayabilirseniz çok iyi olur. Çünkü tek eksiğimiz o kaldı diyerek o uygulamayı esprili şekilde protesto etmiştim. Sınıf öğretmenlerinin mezuniyetlerinde mutlaka bir ek branş yazar ama yeterli ve ders verebileceğim eğitimi alamadığı branşlara geçiş yapabilmeleri hiç sorgulanmadan uygulanmıştır. O dönemde okul müdürlüğü yapıyordum. Daha önce bir ilköğretim(ilkokul+Ortaokul o zamanlar tek okulda birlikte eğitim görüyorlardı) okulunda birlikte çalıştığım bir hoca hanım bana liselere Edebiyat Branşına geçmek istediğini söyleyerek fikrimi sormuştu. Dehşete kapıldım ve “Hoca Hanım Edebiyat, güzel sanattır ve Türk Dili Ustalığının zirve yapmış halidir. Çok büyük ustalık ve kabiliyet ister demiştim. Ben yaparım müdürüm demişti. Bence sen eğitimini en iyi şekilde aldığın sınıf öğretmenliğinde kal. Çünkü sen çok iyi ve özel donanıma sahip bir sınıf öğretmenisin demiştim. Sağ olsun beni kırmamıştı.
Yine Ömer Dinçer, okullarda bağış alınmasını yasaklamıştı. Okul aile birliklerinin aldıkları bağışlardan okul müdürlerini sorumlu tutmuş ve hemen hemen Türkiye’deki bütün okul ve kurum müdürleri bu konu ile ilgili ceza almıştı. Peki bağışı yasaklayan ve unvanında Prof Dr. yazan Bakan okulun personel ve diğer giderlerinin nasıl sağlanacağını düşünmemişti. Ve müfettişleri ve üst müdürleri okul ve kurumların tertip düzenlerinin yerinde olup olmadığını kontrol için teftişlere göndermekten de geri durmuyordu. Bakanlığı yine Fethullah Gülen ekibinin ve Yandaş-Sen’in at oynattığı bir yerdi…
Prof.Dr. Nabi Avcı 24 Ocak 2013- ile 24 Mayıs 2016 arasında görev yaptı. Branşı iletişim olmasına rağmen bakanlıkla iletişim kuramayan hakikaten “Bakan” yani bakanlığa uzaktan bakan birisi olmuştur. Abuk sabuk beyanlarına örnek olarak atanamayan öğretmenler ve TEOG’tan düşük puan alanları için “Dikkat çekmek için intihar ettiklerini” söylemiştir. Nabi Avcı’ya hemen hemen bakan olmasına rağmen bakanlık yapmasına etkin müsteşarlık yapan Doç.Dr. Yusuf Tekin tarafından izin verilmemiştir. Hatta çocuklarının çok sevdiği hocaları ve başarılı okul müdürlüğü yapan bir kişiyi ilçe müdürü atamak istemiş ama hem müsteşar hem de personel genel müdürü buna izin vermemiş. O da “Ben bir bakan olarak bir ilçe müdürü bile istediğimi atayamaz mıyım” isyanına genel müdürün atayamazsın dediği çokça dillendirilmiştir. Müsteşarın ve personel genel müdürünün kendisini saymaması üzerine üç kere istifa etmeye kalktığı ama Erdoğan’ın kabul etmediğini bir televizyon genel yayın sorumlusu arkadaşımdan duymuştum. Döneminde 17 -25 Aralığa kadar Fethullah’çıların sözleri geçti. Ama Yandaş-Senin hırsının ve intikam duygusunun zirve yaptırıldığı dönem olarak tarihe geçmiştir. Yapılan hukuksuzlukları Yusuf Tekin döneminde anlatacağız. Yani hemen hemen hiçbir müspet şey yapmadı denilebilir…
İsmet Yılmaz 24 Mayıs 2016 ile 10 Temmuz 2018 Tarihleri arasında bakanlık yapmıştır. Gemi makineleri mühendisi ve hukukçudur. İsmet Yılmaz Bakanlığa akraba, yakınları ve alakaları olmayan kişilerin bürokrat olarak ataması ile dikkatleri çekti. 29 Kasım 2016 Adana Aladağ’da öğrenci yurdu yangınında 11 öğrenci yanarak ölmesine rağmen soruşturma geçirmesi gereken o ilin milli eğitim müdürünü Yusuf Tekin’in istediği üzerine terfi ettirilerek müsteşar yardımcı yapmıştı. Bu dönemde de yalnızca Yandaş-Sen bakanlığın sahibi ve tek referans olarak kabul gördü.
Prof.Dr Ziya Selçuk 10 Temmuz 2018 ile 5 Ağustos 2021 dönemleri arasında bakanlık yaptı. Ziya Selçuk bizzat eğitimin içinden geldiği için kalıcı ve çok güzel şeyler yapmaya çalıştı. Bir keresinde öğretmenlere 3600 göstergeyi 24 Kasım Öğretmen gününde vereceğiz demesine rağmen o zamanın Hazine ve Maliye Bakanından azar yediği söylentileri dile getirilmişti. Yine Cumhurbaşkanının öğretmen ihtiyacı yok öğretmen fazlalığı var sözüne muhalif olarak öğretmen ihtiyacının sayısını vermişti. Selçuk, haberi olmadan yapılan açıklamalardan ve bakanlıkta yapmak istediği icraatlara engel çıkınca birkaç kere istifa etmek istediği ve Cumhurbaşkanının istifasını kabul etmediği söylenmişti. Nihayet istediğini yapamayacağını ve kendi eğitimci kişiliği zarar göreceği anlayışıyla AKP’lilerin deyimi ile affını istedi. Ziya Selçuk Yandaş-Sen’e pek pas vermedi. Bakanlıkta vekil atamaları yapmamaya gayret etti. Fakat Adana Aladağ ilçesinde milli eğitime bağlı bir yurtta 11 öğrencinin yandığı dönemde Adana Milli Eğitim Müdürü olan zat kendisi bakanlığa geldiğinde müsteşar yardımcısı idi ve cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde müsteşarlık kaldırılınca ilgili kişiyi Ankara Milli Eğitim Müdürü yaptı.
Prof.Dr Mahmur Özer 5 Ağustos 2021 ile 4 Haziran 2023 dönemleri arasında bakanlık yapmıştır. Özer’in elektrik-elektronik mühendisidir. Mahmut Özer çokça vekaleten atama ve yine 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 76. Maddesince özel durumlarda ve çok aciliyet olduğunda az sayıda atama yetkisi tanıyan 76. Madde gereğince çokça bürokrat, şube müdürleri, okul ve kurum müdürleri ataması yapmıştır. Mahmut Özer’in bakanlığı döneminde de referansların en değerlisi Yandaş-Sen referansı olmuştur. Yaptığı en göze gelen icraat ise müsteşar yardımcılığından Ankara Milli eğitim müdürlüğüne atanan kişiyi Memur-Sen Eski genel Başkanlığı, AKP eski vekili ve eğitim komisyonu başkanlığı yapmış olan Ahmet Gündoğdu’nun bütün ısrarına rağmen görevden almasıdır.
Prof.Dr. Yusuf Tekin 4 Haziran 2023 tarihinde göreve başlamıştır. Yusuf Tekin Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine gereğince müsteşarlık kaldırılınca Doçentlikten büyük hızla profesörlüğe atlatılarak oradan da kişiye özel bir gecelik kanunla rektör yapılmıştır. Tekin duruma göre bıyık bırakır duruma göre bıyıkları keser. Yusuf Tekin Müsteşarlığı esnasında yaptığı kıyımlar ve kodrolaşmalar yüzünden Milli Eğitim Camiasının yakından tanır. Sıradan vatandaşların, Türk Milliyetçilerinin en temiz, en güvenilir, vatan sevdalı grubu olan Ülkücüler Yusuf Tekin’in yaptığı büyük kıyımı unutması mümkün değildir. Yusuf Tekin hayat hikayesine bakıldığında hep güzel yerlere getirildiği görülecektir. Yani nedenini bilemediğimiz bir şekilde korunduğu aşikardır. Tekin, Nabi Avcının bakanlığı zamanında 28 Mayıs 2013 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı olarak atanmıştır. Müsteşar olarak atandıktan sonra en kısa zamanda bütün ipleri kendi eline almış ve bakanlıkta tek söz sahibi haline gelmiştir.
Arkasında o zamanın Başbakanı ve Yandaş-Sen Genel Başkanı vardı. O devrede MEB’de sadece Yandaş-Sen’in dediği oluyordu. Zaten müsteşarlığa atanan Tekin’i de onlar istemişti. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra Fethullah’a barışmak için Fehmi Koru’yu gönderen iktidar FETÖ’nün barışı kabul etmemesi sonucunda yönetim kademelerine getirdikleri FETÖCÜ kişileri görevden alma çalışmaları yapmaya başlamışlardı. Tam o sırada Yandaş-Sen Genel Başkanı olan zat bizzat başbakana “Efendim Bakanlık kadrolarında, bütün gayretlerimize rağmen yönetim kademelerinde çoğunluğu ele geçiremedik. Yöneticilerin çoğu Türk-Eğitim-Sen üyesi. FETÖ için çıkartacağınız hukuki durumları bizim dışımızda olanlara da uygulayalım. Yani mevcut bütün müdürlüklerin iptal edilerek yeni atamaların bizim sendikanın inisiyatifi ile yapılmasını sağlarsanız çok iyi olur” vb istekleri olduğu söylentileri ortaya çıkmıştı. Bu isteğe zamanın başbakanı olumlu bakmış ve müsteşarı bu konuda tek yetkili olarak görevlendirilmiş.
Milli Eğitim Bakanlığında kökten bir operasyon için ve bu işi kanunla halletmek için azcık demokrasi olan ülkelerde dahi olmaması gereken bir kanun mecliste kabul edildi. 6528 Sayılı Kanunla, Milli Eğitim Temel Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına dair kanun 01.03.2014 tarihinde kabul edildi.
Görevden alma operasyonlarının alt yapısındaki kurşun asker olacak insan kaynaklarının sağlanması için Nisan –Mayıs 2014 aylarında sımsıkı Yandaş-Sen’li olmayan bütün ilçe müdürleri görevden alınarak yerlerine militan ruhlu Yandaş-senliler atandı. Yandaş-Sen üyesi olmayan şube müdürleri rotasyon adı altında sürgüne gönderildi. Yine operasyonu yapacak 1700 den fazla çok sıkı Yandaş- Sen mensubu kişiler şube müdürleri yapıldı. Bunların hepsi görevlerine başladılar. Bir çokları hayatlarında bir gün dahi okul ve kurum müdürlüğü yapmadan şube müdürü yapıldılar.
Yusuf Tekin ve Personel Genel Müdürü görevden almanın tetikçilerini organize bir şekilde her ilçeye planlı bir şeklide dağıttılar. Sonra Türk Eğitim tarihinin en büyük kıyımının yapılabilmesi için kanun hükmünde kararnamede bahsedilen yönetmelik görevden alabilme şartlarına göre hazırlandı. Bu kıyımın yapılabilmesinin hukuki yapısını oluşturmak için, 10 Haziran 2014 de 29026 Sayılı MEB’na Bağlı Eğitim Kurum Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Bu yönetmelik Malum-Senin isteğine göre Yusuf Tekinin emriyle hazırlanan bir yönetmelikti.
Bu yönetmeliğe göre yöneticilikte Mart 2014 göre yöneticilikte 4 yılını tamamlayan kurum müdürleri ve yöneticileri yöneticilikleri sona eriyor. Bu yönetmelikte gelecek tepkileri önlemek için mevcut müdürlerden müdürlüğe devam etmek isteyenler için yine bu yönetmelik gereği elektronik ortamda müracaat etme hakkı veriyordu. Mevcut müdür görevinin devamı için müracaat ettikten sonra eklerinden EK: 1 Formunda mevcut yöneticinin değerlendirme formuna göre puanlama yapılacağı mevcut yönetmelikte kayıt altına alınmıştı. Elektronik ortamda göreve devam etme başvurusu yapan müdür EK:1 formundaki puanlamada kurum müdürlüğünün devam etmesi için en az 70 puan alması şartı konulmuştu. İşin ilginç yanı ise görevden alma operasyonu için görevlendirilen Yansaş-Sen mensubu ilçe değerlendirme komisyonun 60 puan verme hakkı.
Bu yönetmeliğin eklerinden EK:1 Formunda puan değerlendirme şu şekilde paylaştırılmıştı:
İlçe MEM’de(tetikçi kadro) üç kişinin vereceği puanlar(60 puan) ve görevleri:
1-İlçe milli Eğitim Müdürü: 25 Puan
2-İnsan kaynaklarından sorumlu şube müdürü: 20 Puan
3-Değerlendirecek eğitim kurumundan sorumlu şube müdürü: 15 Puan
Okulda ve eğitimde paydaş olan 7 kişinin vereceği (40 puan)ve görevleri:
4- Okuldaki en kıdemli ve en kıdemsiz öğretmen ayrı değerlendirmeleri(İki öğretmenin değerlendirme ortalaması) en fazla:10
5-Öğretmenler kurulunca seçilecek iki öğretmenin ayrı ayrı değerlendirmeleri: (İki öğretmenin değerlendirme ortalaması) en fazla:10 Puan
6-Okul aile birliği başkan ve yardımcısı ayrı ayrı değerlendirmeleri: (ayrı ayrı değerlendirmelerinin ortalaması) en fazla 10 Puan
7-Görev yaptığı okulun öğrenci meclis başkanının değerlendirmesi: 10 puan.
Daha önceki verdiğim bilgiler eşliğinde yukarıdaki tabloda İlçe MEM’in Yandaş –Sen militan kadrosu komisyonunda 60 puanı belirleyici oluyor. Görev yaptığı okulda müdürün yaptığı müdürlükten birinci derecede etkilen ve okul yönetiminde paydaş olan 7 kişinin verebileceği en fazla puan 40( Ne diyordu Necip Fazıl: Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsaya en güzel örnek) puandır. Zaten okuldaki değerlendirmeler sisteme girdikten sonra İlçe MEM daha önce verilen puanları gördükleri için kazandırmayacakları kişilerin puanlarını ona göre ayarlıyorlardı. Zaten basına yansıyan haberlere göre bir çok ilçe müdürü Yandaş-Senin verdiği listelere göre değerlendirme yaptığı hatta Yandaş-Sen kimin görev süresinin uzatılacağını kimin uzatılmayacağını daha önce atamasını Yusuf Tekin ve Personel Genel Müdürüne atattırdıkları kendi militan görüşlü ilçe müdürleri ve şube müdürlerine listeler halinde vermişlerdi. Yani talebemiz bile olamayacak kişiler bizleri hiç görmeden Müslüman olmanın şartlarını da geçrik te insanlıklarını bir kenara bırakıp sırf elemek fiilini yerine getirdiler. Hatta bu konuda da bazı AKP’liler kendi akrabaları olanları korumak için devreye girince Yandaş-Sen bu durumu zamanın başbakanına aktarınca o da “Parti ile Yandaş-Sen anlaşmazlığa düşerse Yandaş –Senin sözü geçerli olacaktır” talimatı ile Yandaş-Senin istemediği hiçbir şey olmamıştır. 14 Ağustos 2014 tarihinde büyük kıyım resmiyet kazanıyor.
14 Ağustos 2014 tarihinde 15.000 yakın okul müdürünü bunun 10.000 yakını Türk Eğitim-Sen üyesi idi. Yine 15 Haziran 2015(Çünkü kanun gereği müdürlük görevi bu tarihte dolmuş olanlar da vardı) tarihinde 5000 civarında okul müdürünü görevden alıyor. Bunlarında 3000 yakını Türk Eğitim-sen üyesi idi.
Bunların haricinde Türkiye’mizdeki 30.000 civarındaki okul ve kurumlarımızda bulunan müdür baş yardımcısı ve müdür yardımcılarını görevden alınmıştı. Bunların 20.000 den fazlası Türk Eğitim-Sen üyesi idi.
İşte, şimdi Milli Eğitim Bakanı yapılan bu adam Türkiye’nin eğitim tarihine geçecek en büyük kıyımın planlayıcı ve uygulayıcısı idi. Ve o zamanın bakanını bile dinlemeyen tam yetkili müsteşardı. Mutluydu. Çünkü bu ana kadar kimsenin görevden almayı başaramadığı onbinlerce müdürü ve müdür yardımcılarını görevden almayı başarmıştı. Bu sebeple Yandaş-Sen nezdinde büyük adamdı. Bakanlığın bütün yönetim kademesinin iktidarın emir erlerinden oluşması için tarihin en büyük yönetici kıyımını yapmıştı. Bu sebeple beni de çok sevdiğim ve başarılı olduğum müdürlükten alınmamın hileli şartlarını hazırlamıştı.
Benim durumum biraz daha değişikti. Çünkü ben Türk Eğitim-Sen İstanbul 3 Nolu Şube Başkanlığını yürütürken sendikamızın mevzuatları gereği profesyonel olma hakkını ulaştığım üye sayısı nedeniyle profesyonelliğim hak etmiştim. Profesyonel olsaydım hem müdürlük maaşımdan daha çok para alacaktım. Hem üç yılda bir toplu ödeme alacaktım. Mesai kavramım ve müfettiş ya da milli eğitim müdürlerinin teftiş sıkıntısı da olmayacaktı. Arabamın yakıt giderleri vb şeyleri harcama kaleminden yapabilecektim. Profesyonelliğe ayrılma yazımın onayı geldi. Fakat ben eğitimi, öğrencilerimi, öğretmen arkadaşlarımı çok sever ve değer verirdim. Çok üzülen arkadaşlarım olunca profesyonel sendika başkanı olmaktan vazgeçtim. Ve okul müdürlüğüne devam etmiştim…
Görevden alındığım için okul açıldığı gün hüzünlü bir veda konuşma yaparak çok sevdiğim öğretmen arkadaşlarım, öğrencilerim, okulum, okul çalışanlarıyla vedalaşarak ayrıldım. Ama Türk’ün tarihinde olduğu gibi adam olanlara göre vuruşarak çekildim.
Veda konuşmamda okulun bahçesindeki öğretmen, öğrenci, çalışan veli ve diğer kalabalığa şöyle seslendim: “Beni az çok tanıdınız. Ben ne Fethullah’ın adamı oldum ne de iktidarların adamı. Ben sadece adam gibi insanların yapması gerektiği gibi sadece devletimin adamı oldum. Her şey aklıma gelirdi de eğitime geçmesi için inşaat safhasının her anına müdahil olduğum ve yuvam bildiğim bu okulda haksız, hukuksuz yere görevden alınacağım hiç aklıma gelmezdi. Bu sebeple okuldan ayrılmak zorundayım. Her kimin bende hakkı var ise şimdi söylesin ve hemen alsın. Bilip bilmeden habersizce kırdıklarım varsa haklarını helal etsin. Ya da ne söylediysem aynısını bana söylesin. Benim sizlerde hakkım varsa helal olsun. Değerli öğrenci evlatlarım durumu gördünüz ve fark ediyorsunuz. Sizden büyüğünüz ve müdürünüz olarak bir şey istiyorum. Haksızlık yapmamaya dikkat edin. Ve kimseye de hakkınızı yedirmeyin. Bana haksızlık yapıldı ama hemen mahkemeye vereceğim(daha sonra Mahkemeye verdim 4 yürütmeyi durdurma ve iki kesin karar ile göreve iade kararına rağmen iade edilmedim) ve inşallah tekrar döneceğim” diyerek konuşmamı tamamlamıştım.
Okuldan isteğim dışında beni zorla ayırmalarına çok kızmış ve çok ta üzülmüştüm. Çünkü okul binasının yapılması için dağı taşı devirerek okulun bina edilmesinde, kaliteli eğitimin sağlanmasında çok büyük katkım ve emeğim geçmişti. Okulda hem başarı hem de huzur vardı. Çünkü bu okulda her şeyde bir ahenk yakalamıştık. Okulu evim gibi görüyordum. Zamanımın çoğunu okulda geçiriyordum. Mesai kavramım da yoktu. Öğretmen arkadaşlar, aile birliği, veliler, çalışanlar, öğrenciler hep birlikte büyük bir aile olmuştuk. Öğretmen arkadaşlar ve aile birliği ve çalışan ekibimiz de bize baba görevi vermiş gibiydiler. Dışarıdan okula bir saldırı geldiğinde her baba gibi saldırıyı engelliyor ve etkisiz hale getirmeye çalışmamdan da öğretmen arkadaşlar ve çalışanlar çok memnun oluyordu.
İşte bu sebeplerle okuldan ayrılırken çok üzülmüş ve duygulanmıştım. Öyle üzülmüştüm ki karşımızdaki otoparktaki arabama doğru yürürken, kalabalığın benimle arabama doğru geldiğinin bile farkına varmamışım. Evladım gibi gördüğüm öğrencilerimin bana seslenmelerini duyarak baktığımda bizim o zamanki miniklerin bile üzüntü ile "Müdür amca gitme seni çok seviyoruz" demeleri beni daha da çok üzmüştü. Evlat bildiğim öğrencilerimin bu hali bana çok dokunmuştu…
Daha sonra bana ulaşan bilgiye göre, o gün, öğretmen arkadaşlar, yapılan hukuksuzluğu protesto etmiş ve derse girmemişlerdi. Neden derseniz? Biz bir aile idik ve ailenin babasına hak etmediği bir hukuksuzluk uygulanmıştı.
Görevden alınan bir çok müdür bu yıkıma katlanamadı. Bir çok yuva dağıldı. Bir çok kişi ekonomik zorluklar yaşadı. Bir çoklarının hayatı, yaşama şartları ve görev yerleri değişti. Görevden alınanların kahir ekseriyeti açtıkları idari davaları kazanmalarına rağmen mahkeme kararları Yusuf Tekinin talimatları doğrultusunda uygulanmamıştı.
Bizler görevden alındıktan sonra 2015 yapılacağı bilinen genel seçimlerde millet vekili adayı olabilmek için ilçe başkanlığından ayrılmalar başlamıştı. Görevinden ayrılmak için iktidar partisinin Üsküdar ilçe başkanı genel kurul yapıyor. Bu genel kurula katılan bir velimin bana üzülerek anlattığı göre: Genel kurulda faaliyetlerini anlatırken delegelerin “Ne faaliyet yaptın” eleştirisine verdiği cevap aynen şöyledir. Üsküdar’da yıllardan beri çakılı kalan ve bakanların bile yerlerinden oynatamadığı 50 tane MHP müdürü görevden aldım. Bu az şey mi” deme çirkinliğini göstermiş. Bu örnek söylemi sadece Üsküdar örneği olarak düşünmek doğru değildir. Bu örnek bütün Türkiye İlçelerine şamil bir örnektir. İşte kendisini vatanla nikahlayanlara, siyasal İslamcıların en net bakışı budur.
Bu kıyıma Türk Milliyetçiliğini temsil eden tek parti olduğunu her platforma dile getiren siyasal partinin genel başkanından hiçbir tepki gelmemiştir. Ancak kişisel konuşmalarında Arzu Erdem, Özcan Yeniçeri birer kere dile getirmişlerdir. Ana muhalefet partisi bu kıyıma bir çok kere karşı çıkmıştır. Uygulanmasının önüne geçmek için bu kıyım kanununun iptali için Anayasa mahkemesine dava açmıştır. Bu dava reddedilmiştir. Türk Eğitim-Sen ise yapılacak olan kıyımın alt yapısının kumpasını oluşturan 10 Haziran 2014 tarihinde yayımlanan 29026 Sayılı MEB’na Bağlı eğitim Kurum Yöneticilerinin görevlendirilmelerine ilişkin Yönetmeliğin iptali için idari dava açmıştır. Bu idari dava reddedilmiştir. Türk Eğitim-Sen 2014 Ağustostaki görevden alınmalara karşı açtığı iptal davası Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu aşamasında iptal davası kabul edilmesine rağmen iktidarın hukuk tanımaz müsteşarı tarafından uygulanmamıştır. Kazanılan bu iptal davasının takibini TBMM takip eden olmadığı için iktidar hiç zorlanmadan hukuku çiğnemiştir.
İşte size vatanı hiç boşanmamak üzere nikahlayan eğitimcilerin siyasal sahipsizliğine yaşanmış en büyük bir örnek…
Şimdi anlamadığım bir hususa çok kısa olarak değineceğim. Eğer Haziran 2015’te AKP ile koalisyon kurulsaydı. Görevden alınan herkesin idari mahkemelerde kazandıkları davalardan dolayı göreve başlatırlardı. Merak ettiğim diğer hususlar ise 2015 de kurmadığın birliği 2017, 2018, 2023’te niye kurdun? Madem devlet iyi idare ediliyor sen niye bazı bakanlıkları almıyorsun? Madem kötü idare ediliyor neden destek veriyorsun? Hiç olmazsa senin adamlarını ezerek bakanlıktan kapının dışına koyan bu adamın bakanlığına neden itiraz etmiyorsun? Bu adamın bakanlığına itiraz etmeyenler benimle aynı yolda olmadığı gibi dava arkadaşım da değildirler. Yusuf Tekin’i seven Türk Milliyetçilerini ve Ülkücüleri sevmiyor demektir. Yusuf Tekin’i sevenler benim düşmanımdır.
Türk Eğitim Tarihinin en büyük kıyımını yapılmasını hazırlayan ve as elamanı olan Yusuf Tekin gibi bir kişinin bakan yapılması Türk Milliyetçiliğin en halis hali olan Ülkücü Harekete ve eğitim barışına vurulan en büyük darbe oldu...
Dünya üzerinde haksızlığa uğrayanlar, hakkına tekrar kavuşmak için iki davranış şekillerinden birini benimler. Bunlardan birisi hukuk devletlerinde en çok başvurulan yargıya başvurmak. Mağduriyetin şekline göre ya idari ya adli yargıya başvurulur. Yargılamanın aşamaları ve itirazların da makamları vardır. Bu durumlar yasalarla belirlenir. Bir başka hakka kavuş yolu ise; hakka saldırı yapan kişi ya da güçlere karşı kaba kuvvet ve ya silahla mukabele ederek gasp edilen hakkı geri almak vardır. Bu durum hukukun uygulandığı ülkelerde başvurulan hak alma yöntemi değildir. Bu yolu tercih edenler çoğunlukla daha da zararlı çıkarlar ve başka başka bedeller ödemek zorunda kalırlar.
Şimdi, sizlere soruyorum: Bütün Türkiye’de haksızlık yapılarak görevden alınan ben ve benim gibi 20 bina yakın insan kasıtlı görevden alındığımızın mahkeme kararları ile belgeledik. Ve her kurum amiri idari yargı kararlarına uymak ve uygulamak zorunda olmasına rağmen ben 4 yürürütmeyi durdurma ve 2 adet kesin karar olmasına rağmen görevime iade edilmediğim için ne yapmalıydım? Ya da mahkemelerce 6 kere haklı olduğum belgelenmesine rağmen görevime dönemiyorsam mahkemeler niye var? Elime silah mı almalıydım? Bu hukuksuz sistemin devamını sağlayanlara, destek verenlere, görmemezlikten gelenlere ne demeliyim? Çok çok iyi bir insansınız ve Allah indinde vebaliniz yoktur dersem inanacak mısınız? Bu durumları sizlerin akıl ve izanına bırakıyorum.
Kimsenin kimseye faydasının olmayacağı o büyük mahkeme gününde, bu kıyımı yapanların, kıyımı yapanlara destek olanların, bu kıyımı fark etmelerine rağmen tepki vermeyenlerin iki elim yakalarında olacak ve Rabbimin izniyle hakkımı alana kadar yakalarını bırakmayacağım. Sürükleyeceğim sürükleyeceğim ta ki hakkımı alıncaya kadar...
Türk Milliyetçileri, kendilerini ülkücü olarak tanıtan siyasal partiler, Ülkücüler ve Türk Eğitim-Senliler geçmişi unutmayın çünkü geçmiş sayesinde varsınız.