Yapım itibarı ile insanların çok yüceltilmesine karşıyım. Her şey ayni ile belirtilsin isterim. İnsanların da yaratılmışların en şereflisi olmasına rağmen hata yapabileceklerine inanılması bir inanç emridir. Bu sebeple insanları anarken hep güzel ve hayırlı işlerle anarım. Ama Muhsin Yazıcıoğlu hayatının tamamına yakınını hep doğru ve güzel işler yapmakla geçirdiğine inanıyorum…
1980 Öncesi Türk Milletinin değerlerine değer veren Türk Gençlerinin yani bizim gençlik başkanımız idi. Her gün bir çok dava arkadaşımız şehit ediliyordu. Hergün, Ortadoğu ve Tercüman Gazetelerinin haricinde bütün boyalı, boyasız basın bizim aleyhimize yazılar yazıyordu. Bizler vuruluyorduk. Ama yine bizler saldırganlıkla suçlanıyorduk. O zamanın Millet ve Devlet düşmanı “Aydınlık ve Vatan Gazeteleri” bir sebeple bizi kötüleyen haber içerisinde adreslerimizi vererek hedefe konmamızı sağlıyordu. Bu gazetelerde ismi yazılan herkes katlediliyordu. Emniyet teşkilatı ve devlet yetkilileri bu durumu görmemezlikten geliyordu. Rahmetli Türkeş Bey yazılı ve sözlü olarak yetkilileri uyarıyor ama bunu kimse görmüyor ve duymuyordu.
Yazıcıoğlu, 23 yaşında bir gençlik lideri olarak ülkenin geleceği ile ilgili endişeler duyuyordu. Söyledikleri de düşündükleri de fırtınalı yılların bir gerçeği idi. Yazıcıoğlu, artan öğrenci olayları üzerine “Eller silah değil, kalem tutmalı!” kampanyası başlatmıştı. Yabancı ideoloji temsilcisi Marksistler ise “Bizde silah yok. Faşistler kendilerinde silah olduğunu itiraf etti” diyerek hem dalga geçiyor hem de bu çağrılara olumsuz cevap veriyordu…
Marksistler, bizleri şuçlu göstermek için yazılar yazıyor, konferanslar veriyor, toplantılar düzenliyordu. Ülkü Ocakları’nın Türk gençliğini uyaran şiddet karşıtı bu faaliyeti sol terör örgütleri tarafından bastırılıp engellenmeye çalışıldı. Yazıcıoğlu, Ülkü Ocakları Teşkilatları’na bir tamim gönderdi. Bu tamimde ülkücü gençleri kışkırtmalara uyarıyordu. Dış güçlerin Türk gençliği üzerinde karanlık oyunlar tertiplediğini bu tuzaklara karşı uyanık olmalarını istiyordu.
Yazıcıoğlu, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e de ülkenin içinde bulunduğu durumu izah eden, anarşiyle ilgili görüşlerini açıklayan ve onu daha aktif ve duyarlı olmaya davet eden, diplomatik dille yazılmış bir mektup gönderdi. Bu mektup, kamuoyunda da büyük yankı uyandırmıştı.
Bunlara rağmen, bütün basın Türk Milliyetçilerini ve onların siyasi lideri olan Türkeş Beyi ve gençlik lideri Muhsin Başkanı saldırılara emir vermekle suçluyordu.
Ankara Emniyetinde görevli ama, bunun yanında bütün Türkiye’yi çalışma alanına çeviren geniş yetkilerle donatılmış POL-DER’in azılı komünist, işkence uzmanı polis şefleri; Zeki KAMAN, Dürüst OKTAY, Naim TATAR önderliğinde 8 kişiden oluşan özel yetkilerle donatılmış, ülkücü avına çıkan ekip oluşturulmuştu .Bol-Derli bu polisler Ecevit’in verdiği yetki ve sağladığı güçle her taraftaki vatansever ve ülkücü gençlere aman vermiyordu. Gizli infazlar bile yaptıkları duyumları geliyordu.
Hedef alınan lider konumundaki ülkücüler uyduruk bahanelerle tutuklanıyor. İşkence uzmanı Pol-Derli polisler yaptıkları işkencelerle önceden hazırlanmış itirafları zorla imzalatmaya başlamışlardı. İşkencelere direnenlerin ailelerine sorgu bahanesiyle inancımıza ve hukuku uygun olmayan işkenceler yaparak suçu kabullenmeleri sağlanmaya çalışıyordu.
İşte yukarıda yazdığımız olayların olduğu zamanlarda Muhsin Yazıcıoğlu Ülkücü gençlerin ya genel başkanlığını ya da Ülkücü gençlerin her şeyinden sorumlu görünmez lideri idi. Muhsin Başkan Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanı idi. Yardımcısı ise gözü pek solun korkulu rüyası olan Abdullah Çatlı idi. Pol-Derli polisler ülkücülerin direnişlerini kırmak istiyordu. İşte bu sebeple Çatlı ve arkadaşları, 1978’de uyduruk bir suç nedeniyle gözaltına alınmıştı. Muhsin Başkan bu duruma dur demenin zamanı geldiğine karar verdi. Yazıcıoğlu, emniyeti telefonla arayarak,
"Arkadaşlarımızın serbest bırakılmalarını bekliyorum. Biz kanunlara saygılıyız sizde saygılı olun. Sakın ola işkence ve kötü muamele yapmaya kalkmayın.Bu size son ihtarım. Abdullah ve ekibini bırakmazsanız Ankara’nın 150 yerinde bomba patlatacağız ve bunun sorumlusu da sizsiniz" diyerek gürlemişti.
Ardından Çatlı ve arkadaşları serbest bırakıldı. Çünkü Muhsin Başkan o ana kadar her dediğini yapan bir kişiliği vardı. O zamanın azgın iktidarın en güçlü emniyet müdürüne başka kim bu şekilde konuşabilirdi?
Muhsin Başkan konuşurdu ve konuştu…
Ortaokul ve Liselere öğretmen yetiştiren Eğitim Enstitüleri ve Yüksek öğretmen okulları iktidar tarafından kapatılmıştı. Bir çok Türk Milliyetçisi genç uyduruk bahanelerle Eğitim Enstitülerinden sürülmüş ve ya atılmıştı. Eğitim Enstitülerinde sol hakimiyeti kurmak için çeşitli formüller uygulamaya konuluyordu. Ülkücülerin bu okullara devam etmeleri hukuksuz uygulamalarla önlenmeye çalışıyorlardı. Bu okullar ülkücülere kapatılmıştı.
1978 yılında Bülent Ecevit Uçakla Trabzon’a oradan da Rize’ye gitmiş orada bir açık hava mitinginde Ülkücülere aşırı derecede çeşitli hakaretler etmişti. Eğitim Enstitülerindeki güçlerini kıracağını ve bunun çalışmalarını yapmaya başladıklarını militan sözlerle anlatmıştı. Bir gün sonra Artvin’i ziyaret edecek ve orada halka açık bir konuşma yapacaktı. Bu Başbakan Ecevit’in planı idi…
Fakat eğitim enstitülerinde eğitim gören ülkücülerin tahammül edecek durumları kalmamıştı. Durmadan ÜGD Genel Başkanı Yazıcıoğlu’ndan bir çare bulmasını istiyorlardı. Şikayetler, zulümler, sürgünler ayyuka çıkmıştı. O gün de Başbakanın Ülkücüleri hedefe koyarak hakaret etmesini bir başbakana yakıştıramamıştı. Muhsin Başkanı hemen kısa ve öz olarak basın açıklaması düzenledi. Basın açıklamasın:
“Başbakan biz ÜGD olarak yasal bir teşkilatız. Sizde Türkiye’nin başbakanısınız. Tek suçları vatanını sevmek olan bizleri neden hedef alıyorsunuz? Bu nasıl başbakanlık yapmaktır. Sizi uyarıyorum. O kapattığın okulları açmazsanız Türkiye’yi senin kafana geçireceğim haberin olsun” diye söylemişti.
O saldırgan ve ele avuca sığmayan başbakan Ecevit televizyonlardan bu haberi duyunca yarınki Artvin programını iptal ediyor. Rize’de kendini güvende hissetmiyor. Ve hemen eşi Rahşan ile hemen Trabzon Havaalanına oradan da Ankara geri dönüyor.
Amerika’ya meydan okuyan ve solun bütün fraksiyonlarını partisinde barındıran bu güçlü adama kim meydan okuyabilirdi?
ÜGD’nin Efsane Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu meydan okudu…
Yazıcıoğlu 12 Eylül Darbesinde Sivas’ta bulunuyordu. Hemen Ankara’ya geldi. İçeri alınmayanlarla yeniden teşkilatlanmak istiyordu. Çok işkence ve eziyet çektirecekleri düşüncesiyle kendisine yapılan yurt dışına çıkması tekliflerine:
“Arkadaşlarımız idam edilirken,zindanlarda işkenceden geçirilirken benim yurt dışına çıkmam doğru olmaz. Arkadaşlarımı yalnız bırakamam. Benim dışarı çıkmam önemli değil önemli olan hareketin toparlanmasıdır” diye cevap vermiştir.
28 Ocak 198i tarihinde Necatibey Caddesi üzerindeki bir evden Ankara dışına çıkmak isterken ihbar üzerine Pol-Derli polisler Zeki Kaman ve Dürüst Oktay yönetimindeki solcu polis timi tarafından yakalandı.
Mamak’ta ülkücülere işkence için kurulmuş “C-5 İşkence Merkezinde” işkenceli sorgulanmasında “Kendi vicdanımın doğru kabul ettiklerinin dışında hiçbir şeyi kabul etmeyeceğim. Bir ülkücü gerekirse işkence masasında ölür ama asla işkencecilere teslim olmaz” diyerek meydan okumuştu. İşkenceciler seçme solcu asker ve polislerden oluşmuştu. Çok ağır işkenceler gördü. Bu işkencecilerin arasında Zeki Kaman ve Dürüst Oktay da vardı.
Muhsin Başkan’a Mamak’ta cehennemi yaşattılar. Çoğu işkence ile geçen 5.5 yılı hücrede olmak üzere, 7.5 yıl Mamak Cezaevi’nde kaldı. Sonunda da bu davadan herhangi bir ceza almadan beraat etti.
Dışarı çıktığında Ülkücü tutuklular ve ailelerine yardım için SOGEV’i kurdu. Tutukluları ve ailelerini hiç yalnız bırakmadı.
Bu süre zarfında üç kere bizzat Ankara’ya giderek görüştüğüm Muhsin Başkan bana bazı şeyleri de anlattı. SOGEV’ye çeşitli yardımları organize ettiğim için bana değer veriyor. Her gittiğimde hiç bekletmeden yanına aldırıyordu. Hatta bir gün Artvin’den bir iş için gitmiştim vakfa da uğradım başkanla görüşmek istedim. Orada bulunanlar başkan çok meşgul görüşmeniz mümkün değil kusura bakmayın demişlerdi. İlle de görüşmek istediğimi ifade edince durumu ona illettiler. O da kalabalık bir görüşüyordu. Bizim sesimizi duyunca Mahir Damatlar’ı bana göndererek beklememi bu görüşme bitince yanıma geleceğini söylemiş. O zamana kadar Damatlar çalışmalarımız hakkında seni bilgilendirsin demişti. Bir yarım saat sonra yanıma gelerek çeşitli konuları uzun uzun konuşmuştuk…
2002 Seçimleri akabinde Beykoz’a gelmişti. Beykoz Çamlıkta yemekten sonra orada olanalar ona iktidara karşı tavrımız ne olacak ve nasıl hareket edeceğiz sorusunu sormuştu. O da
“Arkadaşlar partimiz başka bir partidir. Başkasının iktidarından bize ne? Bizim bir hak ve hakikat davamız var. Onun takipçisi olacağız. Biz hep yanlışın karşısındayız. Bu sebeple yola daha dikkatli devam edeceğiz” demişti.
Ben de o ana kadar çok dikkatimi çeken bir durumu ifade etmek hem de espri yapmak için:
“Başkanım arkadaşların çoğunun bıyığı yok. Bıyıklarını kesmişler. Ülkücüler bıyıklı olur. Sen mi bıyıkları kestirdin bunlara” diye sormuştum. O da gülümseyerek:
“Hocam doğru söylüyor neden bıyıklarınızı kestiniz arkadaşlar” diye onlara söylemişti.
2003 yılında Yandaş –Sen’in düzmece bir oyunu ile okul müdürlüğü görevinden alınmıştım. Beykoz’daki arkadaşlar, benim bilgimin dışında Muhsin Başkan’a durumu iletmişti. Hemen İstanbul Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey’i arıyor. Onun adam kandırma sanatına kapılmadan bir güzel azarlıyor. Göreve iadem hakkında baskı yapıyor.
Mayıs 2008 de Dilaver Cebeci’nin İlahiyat Fakültesi Camiinde kıldığımız cenaze namazından sonra o zamanki Alperen Ocakları İstanbul İl Balkanı Melih Perçin’le Muhsin Başkana hoş geldin demek için yanına gittik. Melih Perçin gülümseyerek Muhsin Başkan’a hitaben:
“Başkanım hocamın düşüncesi bizde, ama gövdesi başka taraflara doğru gidiyor” diye söylemişti. O da:
“Ben Mehmet Hocamı tanıyorum o hep bizledir sen merak etme” demişti.
Bu konuşmadan sonra başka bir toplantısı için acilen gitmesi gerektiğini söyledi. Biz de onu arabasına kadar yolcu etmiştik. Bu görüşme benim onun ile son görüşmem olmuştu.
Ölümünü haber aldığımda başkanlığını yürüttüğüm sendika binamızda idim ve herkesin içinde kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağlamıştım.
Cenazesinde; 1980 Öncesi ona büyük ölçüde düşmanlık eden bir çok tanınmış insanı Kocatepe Camii avlusunda görmüştüm. Hatta Rahşan Ecevit’te cenazeye gelmişti. Mahşeri bir kalabalık vardı. Hayatta iken kurmak istediği “Büyük Birliği” bir günlüğüne Ankara’da kurmuştu.
Ama unutulmaması gerekenler vardır.
Kazadan kaza çıkartmayın diyen Ulaştırma Bakanını asla unutmamak lazım. O dağlarda kaldığında yurt dışı seyahatine giden Cumhurbaşkanını, Ankara’da oturan başbakanı, aramalara önem vermeyen Genel Kurmay Başkanını, İç işleri bakanını, davalara ilgi göstermeyen adalet bakanını, davaların hakkaniyetli olması için gösteri yapan kişilere biber gazı ve jop kullanarak dağıtanları,onlara ses çıkartmayanları, Muhsin Başkanın ev halkına iyi davranmayan BBP yöneticilerini asla unutmamak lazım…
En çok ta Muhsin Başkan benim başkanımdır demesine rağmen yukarıda unutmamasını istediğim kişilere destek verenleri hiç ama hiç unutmamak ve affetmemek lazım.
Muhsin Başkan bir samimiyet davasının davacısıydı…
Allah ondan razı olsun. El Fatihaaa