İki haftadır Dr.Yusuf Ekinci’nin “Ahîlik” adlı kitabından yararlanarak, günümüzde İslâmiyet’i yaşadığını ve savunduğunu iddia edenlerin(!) uygulamalarıyla karşılaştırmanız için Ahîlikteki ahlâkı yazmaya çalıştım. Biraz daha bahsedeceğim ama önce Ahîliğin kurucusu ve debbağ (deri işleyen kişi) esnafının pîri sayılan Ahî Evran’dan kısaca bahsetmek istiyorum.
Ahî Evran, bugünkü İran’da, Türkiye sınırına yakın Hoy şehrinde 1171 yılında doğmuştur. Çocukluğu Azerbaycan, Horasan ve Maveraünnehir’de geçmiş ve çeşitli hocalardan dersler almıştır. 1203 yılında Bağdat’a, 1204 yılında da Anadolu’ya geçmiş; birçok şehir ve kasabayı gezdikten sonra Kırşehir’e yerleşmiştir. Ahîlik teşkilâtının kurulmasında ve yayılmasında önemli rol oynamıştır. Moğol istilasının olduğu çalkantılı dönemde Türklerin birliği için çalışmıştır. 12 Nisan 1261’de ölmüş olup Kırşehir’de kendi adıyla anılan türbesinde yatmaktadır.
Ahî Evran, Hacı Bektaş-ı Veli ve Mevlâna Celaleddin-i Rumî çağdaştırlar. Bazı kayıtlarda Mevlâna’nın ihbarı ile Ahî Evran’ın (Mevlâna’nın oğlu dahil) öldürüldüğü belirtilmektedir. Bu konulara girmeyeceğim: Merak edenler yazılı kaynaklara bakabilirler.
Dr.Yusuf Ekinci’nin kitabına tekrar döneceğim: “Asya’dan gelme sanatkâr ve tüccar Türklerin, yerli tüccar ve sanatkârlar karşısında tutunabilmeleri, onlarla yarışabilmeleri, ancak aralarında bir teşkilat kurarak dayanışma sağlamaları, bu yolla iyi, sağlam ve standart mal yapıp satmaları ile mümkün olabilirdi. Ahî birlikleri, bu şartların tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmış (s.9), devlet otoritesinin dışında kurulup gelişmiştir. (s.11)
İlk zamanlarda Türk Sultanları, gerek siyasi hâkimiyetin sembolü olmak ve gerekse şehirlerde oturan Müslüman Türkleri İslâmî esaslara göre idare etmek amacıyla ele geçirilen her şehre, İranlı bir kadı tayin edip yolluyorlardı. Hızla kurulan medreselerde, İran ve Arabistan’dan getirilen İslâm uleması ders veriyorlardı. Devlet tarafından desteklenen bu ulema eski göçebe Türk geleneklerine karşı hoşgörüsüzdüler. Halbuki, Türkler ‘İslâmlığı dar ve şeriat kaideleri içinde değil, geniş ve yumuşak bir ruh ve mana ile anlayarak’ kendilerine izah eden, mutasavvıf Türk dervişlerinin telkinleriyle kabul etmişlerdi. (s.15)
Bunlar devlete karşı tavır almıyorlar, aksine içtimai huzurun sağlanması için ona yardımcı oluyorlardı… İslâm’a aykırı olmayan geleneklerine sıkı sıkıya bağlıydılar. İşte bu grup, geliştirdiği Ahîlik felsefesi istikametinde taraftarlarını teşkilatlandırmak amacıyla, Ahî Birliklerini kurmuş ve geliştirmiştir. (s.16)
Ahî Evran esnafın denetlenmesine büyük önem verirdi. Her fırsatta esnafları gezer, yapılan işlerin temizliğini, sağlamlığını kontrol ederdi. Ayakkabıcıları gezerken beğenmediği ayakkabıyı dükkânın damına atardı ve herkes ‘bugün falan ustanın pabucu dama atıldı’ derdi. Bu sözler o ustanın kalitesiz mal ürettiği manasına gelirdi. (s.24)
Nasıl ki Hacıbektaş, köylerde Türkmenlerin başına geçerek çiftçilik yapmışsa; Ahî Evran da şehirlerde 32 esnafı bir başa bağlayarak tarikat çerçevesi içinde insan oğullarına hayatlarını kazanmayı öğretmiş, Horasan erlerinden adıyla sanıyla Türkoğlu Türk bir Veli’dir. (s.25)
(Anadolu Selçuklu Devleti sonrası) Diğer beylikler siyasi hâkimiyetlerini kurabilmek için birbirleriyle savaşıp kardeş kanı dökerken, Osmanlılar Bizans’ı hedef olarak seçmişler ve onlarla savaşıyorlardı. Kardeş kavgasından çok çekmiş Müslüman Türklerin hislerine tercüman olan bu davranış, Ahîlerin Osmanlıları desteklemelerine sebep olmuştur. (s.57-58)
…ilk askeri birlik olan yaya askerlerin kıyafetleri bile Ahîlerin giyeceklerine benzetilmişti. I. Murad devrinde kurulan Yeniçeri teşkilatının kıyafetinde de Ahî başlığı kabul edilmişti. (s.58)
Özellikle XIV.yüzyıla kadar Osmanlı ordusunun ikmal sisteminde Ahî birliklerinin önemli rolü vardır. Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahî birliklerine önceden haber gönderilirdi. Ahî birlikleri de kendi bölgelerinden geçerken orduya lâzım olacak malzemeleri hazırlar, fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant gibi sanatkârları hizmet vermek üzere görevlendirirlerdi. (s.60)
Ahî Birliklerinin Çözülmesi
…ticaret yollarındaki ve iktisadi anlayıştaki değişiklikler ile devletin iktisadi hayatındaki gerilemeler bu birliklerin çözülmelerinde önemli rol oynamıştır. (s.112)
…Uygulanan sıkı narh sistemi ve kalite kontrolü sebebiyle esnaf artık mal üretemez hale gelmeye başlıyordu. (s.113)
Ahî birliklerine hükümet tarafından vurulan ikinci darbe, Osmanlı ekonomisinin zayıflamasının bir sonucu olarak Yeniçeri ve Sipahi gibi askeri zümreler sanat hayatına el atmışlar, bunlara 1587 yılında çıkartılan bir fermanla esnaflık hakkı tanınmıştır. Esnaf arasına katılan bu gruplar Ahî birliklerinin çözülmesine doğrudan ve dolaylı tesirleri olmuştur… Bunlar elbirliği ile Ahî birliklerinin imtiyaz ve selâhiyetlerini çiğneyerek, en kârlı iş alanlarına yönelmişler ve …hâkim olmaya başlamışlardır. (s.117, 120)
…Birçok kârlı iş alanlarını kaybeden, hammadde darlığı çeken, işe yarar çırak ve kalfalarını yeniçeri esnafına kaptıran bu zümreler, yavaş yavaş geçimlerini bile temin edemez duruma gelince, geleneksel üretim organizasyonunun dışına çıkmaya başlamışlardır. (s.120)
…Ahî birlikleri köyden şehire yapılan göçlere karşı çıkmıştır. Hükümetin de bunlardan ‘çift bozan akçesi’ olarak bir çeşit ceza almasına rağmen bu göçlere engel olunamamıştır. (s.119)
Loncalaşan Ahî birlikleri, daha sonra ‘gedikler’ haline dönüşmüştür. Resmi terim olarak ‘gedik’ kelimesine ülkemizde 1727 yılından itibaren rastlanmaktadır. ‘Gedik’ kelimesi Türkçedir. Tekel ve imtiyaz anlamına gelir ki, sahiplerince yapılacak işi başkalarının işleyememesi ve satacağı şeyi başkalarının satmaması şartıyla, hükümet tarafından verilen senedin içindeki hükümlerin kullanılması ve yürütülmesidir.
Bu tarzda esnaf ve sanatkârlık 17 Haziran 1861 tarihine kadar devam etmiş, bu tarihte çıkartılan bir tüzükle sanat ve ticarette tekel usulü kaldırılmıştır. Loncalar 1912 yılında çıkartılan bir kanunla tamamen ilga edilmiştir. Her şeye rağmen meşrutiyete kadar İstanbul'da özellikle ‘peştemalcılar’ esnafı arasında yaşatılmaya çalışılan Ahî geleneği, bu tarihten sonra bütünüyle kaybolmaktadır.” (s.121)
Elbette sosyal, kültürel ve ekonomik şartlarda meydana gelen değişmeler, toplumun ihtiyacı olan teşkilatın yapılarını da değiştirir. XIII.yüzyıldan çok farklı özelliklere sahip XX.yüzyıl Türkiye’sinde Ahî birliklerini kendi orijinal yapıları içinde canlandırmaya çalışmanın hiçbir ilmi yanı yoktur. (s.139)
Bugünkü medeniyet ölçüleri Ahîliğin medeniyet ölçülerinden çok farklıdır. (s.133)
Mesela, para kazanmayı gaye haline getirmek Ahîlik düşüncesine terstir. Çünkü, vasıta olan para, gaye haline gelirse; gaye olan ahlâkî değerler de vasıta haline gelir ki, bu son derece ahlâksız bir dünya görüşünün temeli olur… (s.63-64)
Sonuç olarak, haram-helal demeden para ve mal biriktiren, rüşvet alan, yolsuzluk yapan, ticarî ahlâkını sıfırlayan kişilerin ahlâkını, Ahîlik ahlâkıyla ilişkilendirmek mümkün değildir.
Bugün, Hacı Bektaş-ı Veli’nin “eline, diline, beline sahip ol” sözünü anlayan, özümseyen veya içselleştiren kaç insanımız var acaba?..
“İl gider, töre kalır.” (s.41) sözüyle konuyu tamamlayalım.
(Y.Y: Eskiden “İl”; yurt, ülke, vatan, devlet, memleket anlamlarında kullanılırdı.)