Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi’nde; “Ortaçağ taassubu içinde bocalayan ve skolastik düşüncenin dışına çıkmaktan aciz kalan Avrupa, Türkler’e karşı Avrupa’da sed teşkil eden Bizans’ı, yüksek siyasi menfaatleri için değil, hâlâ dinî ve hissî koyu taassup ruhunu tatmin için savunmak isteğindeydi. Avrupa’nın bu zihniyetinden II.Mehmed dahiyane bir şekilde faydalanmasını bilecektir.
Bizans’ta, Türkler’e taraftar kuvvetli bir fırka teşekkül etmişti. Başbakan (büyük-duka) Lukas Notaras ile sonradan Fatih’in patrik yaptığı büyük alim Gennadios, bu fırkanın liderleri idiler (c.2/s.436).”
Prof.Dr.Halil İnalcık: “Manisa’da geçirdiği beş yıl onu olgunlaştırmıştı. …bir Batı kaynağının kaydettiği üzere her işte son derece atılgan, Makedonyalı İskender gibi şan ve şeref kazanmak isteyen, zeki, sert mizaçlı, zevk ve safaya sırtını çevirmiş bir hükümdardı.
İstanbul’un fethi, Osmanlı Devleti’nin kesin kuruluşunu ve padişahın durumundaki değişiklikle sonraki büyük fütûhatı hazırlayan esas olaydır. Fetih sayesinde II.Mehmed kendini bir dünya imparatorluğunun sahibi görmüş, mutlak ve sınırsız bir iktidar kazanmıştır.
İstanbul fâtihi, sınırsız güç sahibi mutlak bir hükümdar olmanın yanı sıra dünya hâkimiyeti fikrini de benimsemişti. Onun bu düşüncesinin kaynağı Türk-Moğol hakanlık, İslâmî hilâfet ve Roma imparatorluk fikriydi. Onun bu inancı benimsemesinde etrafındaki Bizanslı ve Batılı yakınları (Georgios Trapezuntios, Kritovoulos, Amiroutzes, Benedetto Dei, Gaetalı Jacopo, Criaco d’Ancona vb.) rol oynamıştır.
İstanbul fethinden kısa bir zaman sonra orada bulunan Jacopo Languschi, ‘dünyada bir tek imparatorluk, bir tek iman ve bir tek hükümdarlık olmasını iddia eden Fâtih’in bu birliği kurmak için dünyada İstanbul’dan daha lâyık bir yer olmadığı, bu şehir sayesinde hıristiyanları hükmü altına alabileceği düşüncesinde olduğunu’ belirtir. 1446’da Georgios Trapezuntios Fâtih’e hitaben, “Kimse şüphe etmez ki sen Romalılar imparatorusun. İmparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse imparatordur ve Roma İmparatorluğu’nun merkezi de İstanbul’dur” diyordu.
Papa II.Pius, Fâtih’i hıristiyanlığa davet eden mektubunda (1461-1464 arasında yazılmış ve galiba Fâtih’e gönderilmemiş olan bu mektup Fâtih’in sağlığında 1475’te Treviso’da basılmıştır) Hıristiyanlığı kabul ederse meşru imparator sıfatıyla dünyanın en kudretli hükümdarı haline geleceğini söylüyor ve kendisine “Grekler’in ve Şark’ın imparatoru” unvanını vereceğini, kuvvetle elde tuttuğu ve haksızlıkla iddia ettiği şeyin hukuken de kendi malı olacağını, bütün hıristiyanların kendisine saygı göstererek ihtilâflarını hal için hakem tanıyacaklarını, birçoklarının kendiliklerinden baş eğeceğini, kendisinin Roma kilisesinin haklarına karşı gelenler aleyhinde onun kuvvetine başvuracağını temin etmekteydi.
Fâtih Ortodoks patriğini, Ermeni patriğini ve Yahudi baş hahamını payitahtında yerleştiriyor, fethe hazırlandığı dünyayı öğrenmek üzere Amiroutzes’e 1456 yazında dünyanın haritasını yaptırıyordu.
Fâtih’te cihan hâkimiyeti fikrine İbn Kemal, “Tedbiri cihangirlik zikrinde idi” diye işaret eder (Tevârîh-i Âl-i Osmân, s.164). Aslında selefleri gibi Fâtih için de bu iddialar siyasî birer araçtan ibaretti. Fâtih İslâm âleminde de gazânın en büyük mümessili, İslâm memleketlerinin gerçek koruyucusu sıfatını benimsemekte, hareketlerini buna göre meşrulaştırmaya çalışmaktaydı.
İran’da yerleşen Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Anadolu üzerinde nüfuz ve üstünlük iddialarına karşı da Osmanlı padişahının soyunu Oğuz Han’a çıkaran geleneklere daha çok önem verdiğine dair işaretler vardır. Gazâ ve fütuhat siyasetinin mümessili gibi göründüğü yıllarda Fâtih doğan ilk oğluna büyük dedesi Yıldırım Bayezid’in, üçüncü oğluna İran geleneğinin ünlü hükümdarı Cem’in ve torununa da Oğuz Han’ın adını vermiştir.
Denilebilir ki Fâtih’in şahsında Türk, İran, İslâm ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren “Osmanlı padişahı” doğmuştur (TDV.İslâm Ans. c.28/s.395-407).”
Yılmaz Öztuna (Büyük Türkiye Tarihi): “Fatih Sultan Mehmed’in kendisini Ortodoksluğun tek hamisi ve Roma İmparatoru (Kayser-i Rum / Asiae et Graeciae Imparator = Asya ve Roma İmparatoru) ilan etmesi, o andaki nazik vaziyeti kurtardığı gibi, Avrupa tarihinin istikbaline de birinci derecede tesir ediyordu. Bununla beraber, bu gibi asırlara şamil siyasi görüş derinliğine ve yalnız Ortaçağ’ın bin senesine son veren bir adama has düşüncelere rağmen, gene de bu devirde Fatih’in şu davranışı, vicdan ve fikir hürriyeti tarihinin en mühim safhalarından biridir. (c.2/s.451)
1453’te padişah, …Ortodoks’luğun hamisidir. …İstanbul patriki, padişahın himayesindedir ve esasen varlığını Fatih’in toleransına borçludur. …Bu unvanı Fatih, XI.Konstantinos’tan kılıç hakkı olarak almıştır. (c.8/s.16-17)
Cihan siyasetinde iki şahsiyetin, birkaç yıl için, dünya dengesini ellerinde tuttukları görüldü: Avrupa’da “Gran Turco, Grand Turc, Great Turk” (Büyük Türk) diye anılan Fatih Sultan Mehmed Han ve “Piccolo Turco, Petit Turc” (Küçük Türk) diye anılan Sultan Uzun Hasan Bey… (c.3/s.46)
Floransa’nın başında “Magnifico = Muhteşem” unvanı verilen Lorenzo de Medicis (1478-1492) bulunuyordu… (c.3/s.119) Muhteşem Lorenzo, Fatih’in resmini taşıyan madalyonlar kestirmek suretiyle, Roma imparatoru mevkiinde bulunan Türkiye hükümdarına şükran hislerini ifadeye ve onu İtalya’da selamlamaya çalıştı. Bu madalyonların bir tarafında 3 imparatorluk tacı vardı: Bunlar, Fatih’in sahip olduğu Türkiye, Doğu Roma ve Trabzon imparatorluklarının taçları idi. Madalyonun üst kısmına, boş bir imparatorluk tahtı resmedilmişti ki, bu taht, Batı Roma imparatorluk tahtını gösteriyordu. (c.3/s.120)
İstanbul düşünce, İtalya devletleri, aralarında meşhur “Lodi Sulhu”nu imza etmişlerdi. Çünki Fatih’in iki Roma tacını birleştirmek üzerindeki kesin fikri malumdu. “Kaysar-i Rûm = Roma İmparatoru” unvanını, unvanları arasına katan Fatih, işte İstanbul’un Fethi’nden başlıyan bir azmin neticesinde İtalya’ya çıkmıştı. (c.3/s.125)”
Bu şekilde, Fatih’le beraber Osmanoğulları’nda cihan hakimiyeti fikri yerleşmiştir. Bu fikrin çifte kaynağı olduğunu yukarıdaki satırlardan anlamak mümkündür. Birinci kaynak, Oğuz Han’dan beri devam edegelen Türkler’in cihan devleti fikri, ikincisi de Roma’nın aynı iddiayı güden düşüncesidir. (c.2/s.466)
Osmanlı devleti, Roma imparatorluğunun olduğu kadar, Selçuklu ve İlhanlı hakanlıklarının da varisi ve devamı mahiyetinde idi (Togan, 377). (c.2/s.468)
Birçok tarihçiler, Osmanlı Devleti’ni, Roma imparatorluğunun bir devamı saymışlardır. (c.3/s.462)
İstanbul’un Fethi, 1123 senesi İstanbul’da olmak üzere 1467 senelik Roma İmparatorluğu’nun sonu, fakat bir bakıma, bu imparatorluğun Osmanoğulları hanedanında devamı demekti. (c.3/s.464)
Halil İnalcık (TDV.İslâm Ans.): “Fâtih tarihte imparatorluk kurucularının vasıflarını taşır, dünya hâkimiyetini amaç edinmiş kudretli bir asker ve geniş görüşlü bir kültür adamıdır. Fâtih’in bütün hareketlerine, amansız önlemlerinde olduğu kadar ilmi ve sanatı himaye ve teşviklerinde şu esas fikir hâkimdir: Devletini her bakımdan dünyanın en üstün ve kudretli imparatorluğu haline getirmek.”
Fatih’i tanımaya devam edeceğiz…