Ağustos ayında memurların mali, sosyal ve diğer haklarının iyileştirilmesine yönelik sendikalarla iktidar arasında “Toplu Sözleşme Görüşmeleri” yapıldı. Sözleşme metni açıklanırken, yakından tanıdığım yeni Çalışma Bakanımız Prof.Dr.Vedat Bilgin, ilginç bir laf etti: “Merdiven Altı Sendikalar…”
Bu sözü; sayın bakan bilinçli mi söyledi, yoksa birileri mi söylettirdi, bilemiyorum ama çok yanlış oldu, kendisine yakışmadı.
Bu ifade beni yaklaşık 30 yıl öncesine götürdü. 31 eğitim çalışanı bir araya gelerek 18 Haziran 1992’de Türk Eğitim-Sen Genel Merkezi’ni kurmuştuk. Ankara Valiliği’nin onayıyla kurmuş olsak da yasal olmayan bir süreci, statüsü belirsiz bir şekilde 12/07/2001 tarihine kadar sürdürdük.
Bu süreçte maddî-manevî çok zor günler geçirildi. Merkez ve şube yöneticilerimiz, temsilcilerimiz büyük fedakârlık gösterdiler; her türlü masrafı ceplerinden karşıladılar.
Ancak, övgüyle bahsetmeliyim ki; sendikayı kurarken “Bizler sendikacılığı beceremeyiz, bu iş solcuların işi” diyenler, sonra bizi takdir ettiler. Çünkü bu dönemde, en büyük mitingleri, yürüyüşleri ve ilginç eylemleri bizler yaptık; zorlu ve sert mücadeleyi biz verdik. Eylemlerimizle herkese “parmak ısırttık”: Sonuçta yasa çıktı.
Bu vesileyle o dönemde mücadele veren tüm arkadaşlarımı tebrik ediyorum; vefat edenleri rahmetle ve minnetle anıyorum.
Konuya tekrar dönersem: Anlattığım 9 yıllık dönemde kurulan sendikalara bu benzetme belki yapılabilir; ama bugün resmî izin alınmadan sendika kurulması, faaliyet gösterilmesi, üye kaydedilmesi, kaydedilen üyenin idareye bildirilmesi mümkün olamayacağına göre “Merdiven Altı Sendikalar” olmaz, olamaz.
Niçin kanunda değişiklik yaptılar?
2001 yılında çıkarılan 4688 sayılı “Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu” (R.G: 12/7/2001-24460)’nun bazı maddelerini bugünle kıyaslamak isterim:
1- Yasanın “Üyelik ödentisi” başlıklı 25 inci maddenin 1.fıkrası; “Aynı hizmet kolunda çalışan kamu görevlilerinin yüzde beşinden fazlasını üye kaydetmiş bulunan sendikaların üyelik ödentileri,…” diye başlardı. Yani, sendika hangi hizmet kolunda kurulduysa -üye aidatının kesilebilmesi için- o hizmet kolundaki çalışan sayısının en az %5’ini üye yapmış olması şarttı vardı. Sendikanın üye sayısı barajın altındaysa üyesinden aidat kesilemiyordu.
Amaç; bağımsız, güçlü sendikalar oluşturmak, kamu çalışanlarının bölünmelerini önlemek ve hükümetle daha güçlü mücadele etmekti. Kamu çalışanlarının, güçlü sendikalara yönlenmelerini ve üye olmalarını sağlamaktı.
AKP iktidara gelince, madde (24/6/2004-5198/4) “Kamu görevlileri sendikasına, kamu görevlisinin ödeyeceği üyelik ödentileri,…” şekline çevrildi. Yani, %5’lik baraj kaldırıldı. Çünkü o zaman Memur-Sen’in üyesi azdı ve çok zayıftı. Değişiklikle güçlenmesinin yolu açıldı. Acaba, Memur-Sen de bu şekilde geçmişin hıncını mı çıkardı?..
2- Yine, 6 ncı maddenin 2.fıkrasında; “Sendika kurucusu olabilmek için en az iki yıldan beri kamu görevlisi olarak çalışmak” şartı vardı. 4/4/2012 tarih ve 6289 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle “en az iki yıldan beri” ibaresi metinden çıkarılarak “kamu görevlisi olarak çalışmak yeterlidir” ibaresi eklendi ve aday memura bile kurucu olma hakkı verildi. Çünkü taşrada kurucu üye bulmakta zorlanıyorlardı. Çok önemli görülmeyebilir; ama daha “memurluk nedir” öğrenememiş, adaylığının kaldırılıp kaldırılmayacağı bile meçhul birinin sendikacılık yapması uygun mu?..
3- Yasada; yöneticilerin “memurlar arasında ayırım yapamayacağı” belirtildiği halde sendikalarına üye olmaları için memurları yönlendirmekten, baskı kurmaktan, zorlamaktan çekinmediler; hükmü ihlal ettiler. Hatta, yeni atanan kamu görevlisi kararnamesini imzalarken, önüne üye formunu da koydular. Bu tür haberleri medyada çok okumuşsunuzdur.
4- Kişilerde bulunması gereken şartlara bakılmaksızın makam-mevki dağıtarak, memurluk sınavlarına girenlere soruları ve/veya fazla puan vererek yandaş oluşturdular.
Sonuçta; kendi konfederasyonlarını en çok üyeye sahip hale getirdiler.
Bence, sorun şuradadır: Böyle büyütülmüş bir konfederasyondan memurun haklarını savunması beklenemez. Zaten geçmiş toplu sözleşmelerden çıkan sonuç bunun göstergesi… Bakmayın; göstermelik eylem yapıp, beylik laflar etmelerine!.. İktidarla diyalog kurmak ayrı şeydir, yaka kaptırmak ayrı…
Sendika, dernek, vakıf gibi STK’ların; yasalardaki ve tüzüklerindeki faaliyet ve eylemleri yapabilmeleri, beklenen mücadeleyi ve performansı gösterebilmeleri; siyasetin/iktidarın etkisine/kontrolüne girmemeleri ile mümkündür.
Ayrıca; demokratik ülkelerde çok partiler olabileceği gibi, çok sendikalar da olmalıdır. Çünkü vatandaşın/çalışanların kendisini sahipsiz görmemesi ve tercih yapabilmesi için önünde alternatif olmalıdır. Esasen -siz istemeseniz de- etkin ve yetkin kişiler, bu boşluğu görür ve hemen doldururlar; yasalarımız da buna müsaittir.
Türk Eğitim-Sen’de görevdeyken; mücadele ve hak arama açısından memurlar arasındaki parçalanmaya karşı olmuştum ve güçlü sendikadan yanaydım. Çünkü, güçlü sendika olmak; öncelikle üye sayısının çokluğuyla ve yetkiyi almasıyla mümkündür.
Bu sebeple; gittiğim illerde, ilçelerde, okullarda, hep bunu vurgulamaya çalışmıştım. Ama bugün, ülkemizde tüm sendikalar etkisizleştirilmiş durumda!..
Tartışılan birkaç konu
Görüşmelerden memurlara, “toplu sözleşme ikramiyesi” adıyla 400 TL verileceği açıklandı; ama sonra bütün memurların alamayacağı ortaya çıktı. Sözleşmenin 23.maddesine göre bu ikramiye, sadece hizmet kolundaki toplam memur sayısının en az %1’ini üye yapan sendikaların üyelerine verilecekmiş.
Anlayacağınız, 2001 yılına geri döndük. O zaman yasada %5 vardı, şimdi %1. Burada dört husus aklıma geldi: 1.En fazla üyeye sahip yetkili Memur-Sen’de üyeyi tutmak, 2.Küçük sendikaları yok etmek, 3.Erken seçim ikramiyesi vermek, 4.Emekliliğe yansıtmamak. Her şeye rağmen bu uygulamada samimiyet görmüyorum. Diğer büyük konfederasyonlardan da itiraz çıkmadı; demek ki onlar da memnun!..
Aidat kestirme ile ikramiye verme ayrı konular olsa da, o zaman kanunda vardı; şimdi sözleşme metninde/tebliğde… Bu sebeple, ikramiye maddesinin -büyük ihtimalle- yargıdan döneceği kanaatindeyim. Tabii adalet bağımsız çalışırsa!..
İkramiyeden hareketle geçmişte dedikodusu yapılan bir durumu anlatmalıyım: 2005 yılında Türkiye Kamu-Sen yetkili konfederasyondu. Hükümetle toplu görüşmede sendika üyesi çalışanlara, 5 lira “Toplu Görüşme Primi” ödenmesi kararlaştırılmıştı. Bu para sendikaya değil, bordroda maaşına eklenerek, üyenin kendisine veriliyordu. Üyeler memnundu; özellikle hizmetlilerden 3 lira üye aidatı kesiliyordu ve artan 2 lira kendisine kalıyordu (dolar 1,35; asgari ücret net 350,-lira olduğu zaman).
Esas gerekçe şuydu: Memur sendikacılığı daha çok yeniydi ve kamu görevlileri üye olmaktan çekiniyorlardı. Üyeliğe teşvik amacıyla bu hak alınmıştı. Epey süre sol sendikalar bunu kamuoyuna yanlış aksettirmeye çalıştılar ama kendi üyeleri de almaya devam etti, kimse ret etmedi.
Kanun’da, sendika; “Kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal ve meslekî hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar” diye tanımlanmaktadır.
O halde! Sendikalar, bu tanıma uygun hareket etmelidir!..