Bu yazıyı çok önceden hazırlamıştım ama yoğun gündem sebebiyle sıra gelmedi.
Memuriyet hayatımda olsun, sendikadaki görevim sırasında olsun, hiç kimseyi ayırmadan, herkese adil, tarafsız ve eşit davranmaya; aldığım veya verilen her görevi -elimden geldiğince- en iyi şekilde yapmaya çalıştım. “Eksiklerin veya yapamadıkların yok mu?” derseniz; birçoğu benden kaynaklanmasa da “çok” diye cevaplayabilirim.
Kendimi hep sorgularım ve özeleştirimi yaparım. “Keşke şunları da yapsaydım/ yapabilseydim” dediğim zamanlar oldu: Yeri geldikçe bunları yazıyorum.
Kurucusu olduğum Türk Eğitim-Sen’de, 8,5 yılı profesyonel olmak üzere yaklaşık 18 yıl yöneticilik yaptım. Baştan itibaren her işin içinde bulundum. Beni tanıyanların, çalışmalarımı inkâr etmeyeceklerini biliyor, düşünüyorum. Tabii ki sendikamızın kuruluşu sonrasında merkezde, şubede, temsilciliklerde görev yapan arkadaşlarımızın emeklerini yok sayamam!..
Önerilerim
Kurum kültürünün ve hafızasının oluşmasında; hizmet içi eğitimlerin yanı sıra mevzuat, evrak, arşiv ve doküman çok önemlidir. İşlerin kurallarına göre yapılması, “kara düzen” yürümemesi; disiplinli çalışma ve iyi işleyen bir eşleme (senkronizasyon) ile mümkündür. Bu sebeple, sendikamızı sağlam temeller üzerine oturtmak ve kurumsal yapıya kavuşturmak amacıyla mevzuat çalışmalarına önem verdim.
Aşırı olmamak kaydıyla şakalaşmayı, fıkra anlatmayı seven; bulunduğum ortamlara göre şarkı/türkü söyleyen; sosyal bir insan sayılırım. Ama eğitimlerin ve toplantıların ciddi yapılmasını isterim. Katıldığım her eğitimi, sonuna kadar takip eder, sabırla dinlerim; “arazi olmam!..” İyi bir gözlemciyimdir; tespit ettiğim yanlışları, eksikleri -kırmadan, incitmeden- söylemeye ve düzeltmeye çalışırım.
Her toplantının programlı/gündemli yapılması, her konunun tartışılması taraftarıyım. Tartışmalarda birbirimize tahammül etmeliyiz. Farklı fikir/görüş öne sürenler, hemen suçlanmamalı, dışlanmamalı ve anlayışla karşılanmalıdır. Tartışmalar sebebiyle yönetimde “çatlak olduğu anlayışı” terk edilmelidir.
“Yönetimde uyum olmalı” sözü, bence yanlış anlaşılmaktadır. Yönetim kurullarının uyumlu olması/çalışması, kulağa hoş gelebilir; ancak bunu, başkanın her dediğine uyan yönetim kurulu şeklinde algılamak yanlıştır. Esas olan, alınan kararlara uyulmasıdır.
Her kuruluşun tüzüğünde, genel kurullarda yönetim kurulu üyelerinin seçim şekli vardır: Görevlere aday olanlar -oy pusulasında/listede- ayrı ayrı yazılıp oylandığı gibi seçimden sonra görev bölümü yapılmak üzere çarşaf listeyle ve/veya başkan olmayı düşünen kişilerin hazırladığı listeyle seçime gidilebilmektedir. Seçimler, daha çok başkanların listeleriyle yapılmaktadır. Burada uyumdan kasıt veya amaç şu olmalıdır: Yönetim kurulu toplantısında herkes fikrini/görüşlerini paylaşmalı, mutabık kalınan ortak görüş savunulmalıdır. Yani, “ne yönetim kurulu üyelerinin başkana uyması, ne de başkanın kendi görüşlerini empoze etmeye/kabul ettirmeye çalışması” sonucu çıkarılmamalıdır.
Yapamadıklarım
1- Genel merkezin kurulmasıyla birlikte çabucak teşkilatlanmak için ilçelerde şube kurmaya başlamıştık. Yanılmıyorsam şube sayısı 350’iyi aşmıştı. 2001’de 4688 sayılı Kanun çıkınca; yeniden yapılanmaya gitmek gerekiyordu. Büyük illerde şube sayısını artırmak, küçük illerde bir şube kurmak; ilçelerde ise 3’er kişilik yönetimden oluşan temsilcilikler oluşturmak düşüncesindeydim. Çünkü bazı illerin ilçeleri arasında, eskiye dayanan problemler ve rekabet vardı. Bu sorunlar şube yönetimlerine ve genel kurullara kadar sirayet ediyordu.
2- Kuruluşlarda hizmet içi eğitim çok önemlidir. Ancak, teorik eğitimin yanı sıra karşılaşılan sorunları çözme becerisi kazanmak, sendikada görev almakla mümkündür. Sendikamızın geleceği için sendikacı yetiştirmeyi ve sendikacılığı cazip hale getirmeyi önemsiyordum. Bu amaçla iç mevzuatta değişiklik önererek işyeri temsilcisi/yardımcıları, belde/bucak temsilcileri, ilçe temsilcileri/yardımcıları, (varsa il temsilcileri) şeklinde silsile oluşturarak, delege seçiminin bunlar arasında yapılmasının; bu süreçten geçilerek şube genel kuruluna gelinmesinin uygun olacağını düşünmüştüm ama zamanım olmadı.
3- Kanunda (4688/13); “Sendika şubesi ve sendika yönetim kurulları en az üç, en çok yedi üyeden; konfederasyon yönetim kurulları ise en az beş, en çok on üyeden oluşur” hükmü bulunmaktaydı. Genel merkez yönetimi 7 kişiden oluşmuştu. Yasadan önce şubeler hep bir iki kişinin üzerinde yürüyordu. Bu tecrübemize ve ileride profesyonelliğe ayrılacak yönetim kurulu üyelerini düşünerek, ayrıca toplanma ve hızlı karar alma gibi sebeplerle şube yönetiminin 5 üyeden oluşması taraftarıydım.
Tüzük değişikliği sırasında birkaç şube “yedi kişiden oluşmasını” isteyince; iki ayrı önerge hazırladım. Divan, önergeleri ayrı ayrı oylamaya sundu ve “şube yönetim kurulu yedi kişiden oluşur” önergesinin fazla oy aldığını açıkladı. Çok sonra öğrendim; aslında oylamayı “beş kişiden oluşur” önergesi kazanmış!..
4- 1992 yılında sendikalarımız kurulurken; tüzükler, akademisyenler tarafından hazırlanmıştı. İşçi sendikalarının tüzükleri örnek alınarak yazıldığından, tüzüğe “hizmet tazminatı” başlıklı bir madde konulmuş. Fazla bilgi sahibi olmadığımızdan yasadan sonraki tüzüğe de aynen girmişti.
Temmuz/2002’de profesyonel olup maaşlarımızı sendikadan almaya başladık. Emeklilik primlerimiz, yasa gereği Emekli Sandığı’na yatıyordu. Yani, sendikada geçen süre, emeklilik süresinden sayılıyordu. 2005 yılında yapılan genel kuruldan sonra bu maddeye dayanarak profesyonel sendika yöneticilerine ödeme yaptık.
Ancak, bu tazminat kafama takılmıştı. Çünkü, sendikadan; devlet memurluğundaki kadro/derecemizin karşılığı olan maaşımızdan biraz fazla ücret alıyorduk. Ayrıca bazı şube yöneticileri, profesyonel olup sendikadan ücret ve genel kurul sonrası hizmet tazminatı alırken; bazı şube yöneticileri, belirlenen kriterlere uymadığı için profesyonel olamıyor; bazı şube yöneticileri de profesyonel olmak istemiyorlardı. Ama profesyonel olan da olmayan da sendikal çalışmalarına aynen ve eşit şartlarda devam ediyorlardı.
Bir haksızlık ve adaletsizlik vardı; içime sinmiyor ve beni rahatsız ediyordu. Ayrıca etik bulmuyordum. Fazla ödenen bir para olduğunu, ödenmemesi ve kaldırılması gerektiğini düşünmeye başladım. Bazı toplantılarda ve sohbetlerde dile getirmeye başladım. Çözebilir miydim, bilmiyorum ama daha sonra sendikadaki görevim bitti!..
(Hizmet tazminatı, profesyonel yöneticilerimize, merkez genel kurulundan sonra ödeniyordu. Bu parayı ben de aldım ama şahsi hiçbir işimde kullanmak nasip olmadı; kurucusu ve üyesi olduğum diğer kuruluşlara harcadım.)
Yazıyı hazırlarken, eğitim hizmet kolundaki memur sendikaları ile bazı işçi sendikalarının tüzüğüne baktım. İşçi sendikalarında “hizmet ödeneği” uygulaması var. Eğitim Bir-Sen’de de var.
Türk Eğitim-Sen’de devam ediyor. Tüzükte, maddenin son şekli şöyle: “(Değişiklik: 5.Olağan Merkez Genel Kurulu Kararı, 01/02/2014) Merkez ve Şube Yönetim Kurulu üyelerinden 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununun 18. Maddesi kapsamında aylıksız izinli olanların, sendika üyeliğinden istifa edenler hariç olmak üzere, görev dönemleri sonunda veya her bir yıl sonunda, ölüm, maluliyet, emeklilik veya görevden ayrılmaları halinde görevde kaldıkları her bir hizmet yılı için son aylıklarının brüt tutarı kadar hizmet tazminatı ödenir. Hizmet tazminatlarının kanunen ödenmesi gereken vergileri sendikaca karşılanır. Görevde iken vefat edenlerin hizmet tazminatları varislerine ödenir.” Eğitim-Sen ve Eğitim-İş’de -yanlış bakmadıysam- “hizmet tazminatı” yok.
Daha almamız gereken çok yol var...