RTÜK CEZASI VE KÜLTÜRÜMÜZ (2)
Türk Milleti, tarih sahnesine yeni çıkmış bir millet değildir: En az 5.000 (bazı tarihçilere göre 12.000-15.000) yıllık “kadim” bir geçmişe sahibiz. Dolayısıyla çok zengin bir kültürümüz vardır. Kültürümüzün edebi şaheserleri “Yenisey ve Göktürk Yazıtları / Orhun Kitabeleri” 700’lü yıllarda dikildiğinde; Dünyada henüz Alman, Fransız gibi bir çok millet ve devlet yoktu. Bakmayın bazılarının, batılıların sözüne inanıp / kanıp bizi göçebe ve barbar diye adlandırmalarına…
Kültürün çok çeşitli tanımları olmakla birlikte kısaca; “milletlerin kendilerine özgü olan ve gelecek nesillere aktardıkları maddi - manevi her şey” diyebiliriz. Türk kültürü; Türk dili, edebiyatı, töresi, hukuku, sosyolojisi, sanatı, estetiği, felsefesi ve mantalitesi gibi “Türk Milleti”ni ve “Türk kimliği”ni oluşturan olgulardır.
Atatürk: “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli Türk kültürüdür” demiştir: Zamanında çok güzel işler yapmış ve bu amaçla kuruluşlar oluşturmuştur. Ancak, kendisinden sonra bu politikalar sürdürülememiş veya sürdürülmemiştir. Her iktidarda sürekli adı değiştirilen bir “Kültür ve Turizm Bakanlığı”mız vardır: Kuruluş amaç ve görevlerine bakarsanız çok da görevleri bulunmakta… Ama, maalesef! Devletin bir kültür politikası yoktur. Veya var da ben bilmiyorum / görmüyorum!.. Aksine “kültürsüzleştirme, özünden koparma” politikası var gibi... “Milli Eğitim Bakanlığının kültürümüze katkısı nedir?”, derseniz... “Hiç” derim!..
Bıçakçızade İsmail Hakkı’ya ait “Su kabının, insan muhitinin şeklini alır” diye bir söz vardır: Aslında bu söz her şeyi anlatıyor. Eskiden yaşadığımız muhitler çok dardı; şimdiyse tüm dünyayı kapsıyor. Her toplum birbirinden etkileniyor. Hatta etkilenmeyi de aştı, tam bir “kültür savaşı” yaşanıyor. Çocuklarımıza küçük yaşlardan itibaren kültürümüzü vermezsek; tabii ki iletişimin ve sosyal medyanın etkili olduğu ve yoğun yaşandığı çağımızda, bu “kültür savaşı”nın ortasında kalacak, bunlara inanacaktır. Yani “yenilgimiz” kaçınılmaz olacaktır.
Adlarının ve/veya sahiplerinin bile Türk olmadığı bazı televizyonlarımızın yayınlarını takip ediyorsunuzdur. Çünkü hepimiz akşam haberleri ile tv. karşısına geçiyor ve gece yarılarına kadar seyrediyoruz. Bu süreçte bir tane “Türk Kültürü”ne yönelik program görüyor musunuz? “Yok” denecek kadar az. Tv.lerimiz “hepimizin gözüne soka soka” hiçbir eğitici yönü olmayan, kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan “rezalet derecesinde” programlar yapıyorlar. Diziler, gündüz programları, magazin programları, yarışma programları vs. hepsi eleştiriye açık… Özellikle diziler ve magazin programları; “kolay para kazanmayı ve lüksü özendiren, çeteleşmeyi (mafyalaşmayı) ve şiddeti teşvik eden, bıçaklı ve silahlı kavgalarla ve cinayetlerle dolu.”
Geçen haftaki yazımda 6112 sayılı Kanun’dan bazı alıntılar yapmıştım. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’nun, 6 Eylül 2019 tarihinde düzenlediği "RTÜK 2.Medya Buluşmaları" toplantısını değerlendireceğimizi belirtmiştim. Takip ettiğim kadarıyla toplantı medyada fazla yer almadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile RTÜK sitelerinden bazı bilgilere ulaşmaya çalıştım. Açılış konuşmasının ardından toplantı basına kapalı devam ettiğinden, medya temsilcilerinin konuşmalarını göremedim.
Kültür ve Turizm Bakanı açış konuşmasında; daha çok yapılan çalışmalardan, istatistikî bilgilerden, teknik konulardan, internet yayıncılığından, haksız rekabetten, reklam süresinden ve gelirlerinden, paradan bahsetmiş; konuşma aralarında kültürümüzle ilgili ifadelere de yer vermiştir. RTÜK Başkanı da; “…bundan önceki dönemde olduğu gibi bundan sonraki dönemde de sadece ceza veren ve cezalarıyla gündemde olan bir kurul olmaktan çıksın istiyoruz. Sizlerin yapmış olduğu özellikle dizilerin, yapımların toplumlar üzerindeki etkisi ve toplumları yönlendirmedeki gücü yadsınamaz. Ben dizilerin gücüne inanan biriyim. Bu kadar güçlü bir alanda sizlerin atacağı her adım başta aileleri, çocukları, kadınları dezavantajlı grupları ve toplumu ve tabi düzenleyici ve denetleyici kurum olarak bizleri yakından ilgilendirmektedir…” demiştir.
Diğer yandan, Bakanın konuşmasında; “…Türk dizilerinin 150'den fazla ülkeye ihraç edildiğinden, …dizi filmlerin Türkiye'ye dair pozitif uluslararası algı oluşmasında önemli bir etkisi bulunduğundan…” bahsederek, “…tüm paydaşlarla fikir alışverişine önem verdiklerini, bu ülkede her şeyin en büyük paydaşının millet olduğunu, milletimizin istek, öneri ve şikayetlerini kimsenin görmezden gelmeye hakkının olmadığını, halkımızın bu konudaki bakış açısı hem değerlerimiz, aile yapımız ve kültürümüz noktasında çok belirgin, hem de sektörün ilerlemesi noktasında gerçekten destekleyici olduğunu düşündüklerini” belirtmesi, dikkatimi çekti. Tv. programları herkes tarafından seyredilse de, yine de eleştirilmekte ve toplum değerlerimize uygun olmadığı hususunda şikayetçi olunmaktadır. Milletimizin eleştirdiği bu programlar, “nasıl yurt dışında ülkemizle ilgili olumlu görüş oluşturabilir” ki, anlamak mümkün değildir: Bir çelişki var. Gelişmekte olan ülkelerde, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde dizilerimiz seviliyormuş!.. Acaba bizler mi onlara, onlar mı bizlere benzeşiyoruz?..
Dizilerde verilmek istenilen mesajların olumlu yönde olması beklenirken; Türk aile yapısına uygun olmayan, toplumun millî, manevî ve ahlâkî değerlerine zarar veren ilişkiler, aldatmalar, taciz, tecavüz gibi olayların çok olması veya feodal geleneklerin öne çıkarılması; kapkaç, hırsızlık, yolsuzluk, yalan-dolan gibi davranışların ve bıçaklı - silahlı sahnelerin gösterilmesi; özellikle çocuk ve gençler üzerinde psikolojik yönde olumsuz etki bırakmakta, bazen de özendirmektedir.
Bu sebeple, acizane birkaç öneri sunarak yazımı tamamlamak istiyorum:
* Tüm televizyonlar -ayırt edilmeden ve taraf tutulmadan- denetlenmeli ve 6112 sayılı Kanun’un yaptırım öngördüğü suç unsurları çerçevesinde gereken yapılmalıdır.
* Dizi konuları hayatın içinden de olsa; ekranlar her türlü şiddetten ve şiddeti körükleyen unsurlardan arındırılmalıdır.
* Filmlerin ve dizilerin sonunda, -her ne şekilde olursa olsun- Kanunlarımıza göre suç olan ve bu suçu işleyen oyuncuların ceza görecekleri anlayışı verilmelidir.
* Amaç, sadece daha çok reyting yapmak ve bol para kazanmak olmamalıdır. Yayınlandıktan sonra ceza verilmesinin de bir anlamı yoktur. Zaten kazanılan para verilecek cezanın kat kat üstündedir. İşte bu yüzden, toplumun genel kültürü, ahlâk kuralları, gelenekleri, görenekleri; yöneticinin de, yapımcının da, senaristin de, hatta oyuncuların da pek umurunda değildir. Dizi senaryoları; diziler yayına girmeden veya çekimi başlamadan önce incelenmelidir.
* Filmlerin ve dizilerin senaryoları yazılırken eğitimciden psikologlara kadar her alanın uzmanı kişilerden yararlanılması sağlanmalıdır.
* Destanlarımızdan, tarihî kahramanlarımızdan yararlanılarak ve teknoloji kullanılarak, çocukların yaş gruplarına ve gelişimine uygun çizgi filmleri -yabancı çizgi filmler yerine- hazırlanmalıdır.
* Tarihî dizilerin -her yönüyle- aslına ve gerçeğe uygun olmasına özen gösterilmelidir. Türk kültürüne hizmet amacıyla kurulmuş TRT bile kültürümüz konusunda yeterince özen göstermemektedir. Tarihî diziler, senaristin veya yönetmenin inanç değerlerine, fikrine, düşüncesine, açıkçası keyfine göre değişmekte, dolayısıyla tarih dizisi olmaktan çıkmaktadır.
* Kanuna göre “Türk Kültürüne / Millî kültüre” yönelik programların yapılması ve gösterilmesi gerekmektedir. Ayrıca, bu tür programların gece geç saatlere değil, herkesin seyredebileceği erken saatlere konulması sağlanmalıdır.
Sözlerden daha çok icraata ve sonuca bakan birisiyim: Değerlendirmemi de buna göre yapıyorum. “Milletleşmemizi tamamladık” derken; kimlikte olduğu gibi, sanki kültürümüz konusunda da ayrışma dönemi yaşıyoruz!.. Uyanalım!..