Mümkün olduğunca “Türk Dünyası” ile ilgili kitapları, dergileri, makaleleri, haberleri okuyorum. Konuya hâkim yazar ve bilim insanlarımızın görüş ve önerilerinden yararlanıyor, önemli bulduğum cümleleri not alıyorum. Bu çerçevede toparladığım bilgiler ışığında -kapasitem ölçüsünde- “Türk Birliği”ne yönelik bir yazı serisi düşünüyorum. Daha önce “Türk Dünyası”na yönelik yazılar yazmıştım. Bu defa, yazılarım belirli başlıklar altında olacaktır.
“2005 yılında Aydınlar Ocağı tarafından Kocaeli’de düzenlenen ‘Türk Dünyası Sosyologlar Kurultayı’nda Azerbaycan’dan katılan Prof. Dr. Selahattin Halilov, konuşmasına ‘Türk Milleti neden mutileşti? (yumuşak başlı, boyun eğen, uyan)’ diye bir soru ile başlamış ve cevabını şöyle vermişti; ‘Her şeyden önce Türk Dünyası için umumi bir ideal, yön ve istikamet göstermeliyiz. Ayrıca felsefi araştırmalar gerekir ki sosyolojik araştırmalar bir anlam taşısın. Vahit bir idea oluşturmak gerekir. Öncül olan Türk kimliğidir. Ancak bu coğrafyadaki insanların ekonomik, sosyal durumlarını göz önüne almayan hiçbir çaba başarılı olamaz. … Ayrıca tüm yerküre için bir sosyolojik analiz gerekir. Neyin sayesinde Garp dünyası önde gidiyor? … Millî devletin fonksiyonu, halkın entelektüel potansiyelini yükseltmektir.’
Türkiye, önemli gelişmeler kaydetmesine rağmen henüz kendi medeniyet projesini oluşturamadı. Çünkü ‘vahit ideası’, ortak hedefi yok!
Japonya ve Çin ortak hedef geliştirebildikleri için, yurt dışına gönderdikleri öğrenciler üzerinden kalkınabildiler. Türkiye ise o öğrencilere ortak hedef veremediği gibi, bağımsız karar alma yeteneğini de kaybetti. İyi yetişen beyinler, Türkiye'de engellendi. İcat yapanların önüne dağ gibi engeller yığıldı.
Kaldı ki, siz kendi medeniyet projenizi uygulayacaksanız, yurt dışına öğrenci göndererek (kendi imkânlarıyla gidenler) ancak başkalarının projesine hizmet edersiniz. Sonuçta kaybeden yine siz olursunuz!
Türkiye, kendi üniversitelerini dünyanın çekim merkezi yapabiliyor mu? Asıl mesele budur!” (Arslan Bulut, Türkiye neden her alanda felç oldu?, 24/01/2019, Yeniçağ)
Türkiye’nin hedefleri var mı?
Biz Türkler; bugün bile Batı Dünyası’nda barbar, canavar, zalim gibi gösteriliyoruz. Hiç hak etmediğimiz bu anlayışın asıl sebebi dünyanın tüm coğrafyalarında at koşturup, devletler kurup, ülkeler yönetmemizdir: Yani, korkudan kaynaklanmaktadır. Yoksa, onlardan daha özgür, medeni, adil, insansever, hoşgörülü vs. bir milletiz. Bazılarının kullandığı “bizden bir şey olmaz” ifadesi çok yanlış ve cehaletin ifadesidir.
Çeşitli vasıtalarla çocuklarımıza da bulaştırılan bu hastalıktan kurtulmamız, “Türklük gurur ve şuuru”nu kazanmamız gerekmektedir. Bu bilincin verilmesi için Türk halklarının birbirlerinin kültürel özelliklerini tanıması, dil ve kültür ortaklıklarını artırması ve yeni nesillere aktarması gerekmektedir.
-Ortak miras ve değerlerimizi çocuklarımıza öğretmenin en başında eğitim gelmektedir. Öncelikle eğitim alanında iş birliği yapılmalı; tüm değerlerimizi ele alıp geliştirmeli, korumalı ve çocuklarımıza öğretmeliyiz.
-Bilime ve teknolojiye çok önem vermeli ve ne gerekiyorsa yapmalıyız. Türk devlet ve topluluklarının yükselmesi, birlikte hareket etmesi ve sürekliliği için bu şarttır. Herkes bilgi ve kültürle donanmalı ve bu konuda öncü olacak buluşlar yapmalı, ürünler çıkarmalıyız; gelişmeleri ve buluşları karşılıklı paylaşmalıyız.
-Türk cumhuriyetleri ve akraba topluluklardan burslu olarak getirilecek gençlerin ülkemizde yetişmelerini sağlamalıyız. Özellikle öğretmenlik alanında yetiştirilecek bu gençler ülkelerine döndüklerinde çocukların yetişmelerinde ve Türkiye’yi tanımalarında etkili olacaklardır.
-Üniversiteler arasında öğretim üyesi ve öğrenci değişimi programları uygulamalıyız.
-Ortak Türk kültürünü ve medeniyetini araştırma merkezleri kurmalıyız. Tüm dünyaya geçmişimizi ve atalarımızı tanıtmalıyız. Kendimizi tanıtmak ve kadim medeniyetimizi dünya kamuoyuna göstermek için araştırma projeleri ve yarışmalar açmalıyız.
-Kurultay ve toy kültürümüzü geliştirmeli ve yaşatmalıyız. Çağın gerektirdiği şekilde her alanda sık sık bilimsel toplantılar (sempozyum, panel, kongre vs.) yapmalıyız. Yunus Emre’nin; “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım….” dediği gibi birbirimiz tanımaya, anlamaya çalışmalıyız.
-Çocuklarımızın önüne örnek alacakları milli kahramanlarımızı, destanlarımızı, destan kahramanlarımızı koymalı ve öğretmeliyiz. Örnek göstereceğimiz eğitimde, bilimde, sanatta, edebiyatta eski ve yeni bir çok ünlülerimiz var, bu konuda eksiğimiz yoktur. Farabi, İbn-i Sina, Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Nizami, Fuzuli, Cengiz Aytmatov gibi…
-Basın-yayın kuruluşlarımız ve televizyonlarımız, kolayına kaçmakta ve dışarıdan aldıkları filmlerle -çizgi filmler dahil- çocuklarımıza batı kültürüne ait kahramanları öğretmektedirler; çocuklarımızın tek bildikleri bunlardır. “Dede Korkut Destanı” bile yeterince öğretilmemektedir. TRT ve özel televizyonlara, bu tür yayınlara ve çizgi filmlere ağırlık vermelerini şart koşmalıyız.
-Tarihi filmler faydalı olmakla birlikte sadece para kazanmaya yönelik olduğu için magazin ağırlıklı olmakta, yönetmenin / senaristin ideolojik bakışı öne çıkmaktadır. Tarihimizi objektif olarak vermeliyiz.
-Tarihi süreç içerisinde farklı semboller seçsek bile son ortak sembolümüz “Bozkurt”tur. “Bozkurt”u, sadece bir grubun uhdesinde olması yerine yaygınlaştırmaya çalışmalıyız. Kendisini Türk gören herkese benimsetmeliyiz. Bozkurt işaretini, herkesin kullanması için çaba göstermeli ve Türk Milletinin ortak değeri (sembolü, timsali, simgesi, ongunu) haline getirmeliyiz. (Burada bir hususu dile getirmek istiyorum: Bozkurt işaretini olur olmaz her yerde yapmamalıyız; millî semboller millî davalar savunulurken kullanılmalıdır.)
Ayrıca, kurdu bilen Romanya ve İtalya gibi ülke ve halklarla olan bağlantısını araştırmalıyız.
-Çocuklarımıza Türkçe adlar vermeliyiz. Uyduruk isimler veya Arap adları yerine Türk isim verilmesi için çalışmalar yapmalıyız. “Kur’an’da geçiyor” diye Arap adlarına kutsallık atfetme yanlışından vazgeçmeliyiz. “Türkler Müslümandır, çocuğuma onlardan bir ad koyayım” diyen bir Arap gösterebilir misiniz? Unutmayalım! Allah katında isimler değil “takva” önemlidir.
-Ülkemiz çocukları dahil dünyadaki tüm Türk çocuklarına “Türklük bilinci” vermeli; “Türk Birliği, Turancılık, Kızılelma” gibi ortak ideallerimizi öğretmeliyiz.
-Gerçekleştireceğimiz ortak müzeler, film ve diziler, resim ve heykeller, opera ve senfoniler, şiir, roman ve destanlarla kendimizi tüm dünyaya tanıtmalıyız.
Tabii ki, burada en önemli görev; Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, TİKA, Yunus Emre Vakfı gibi devlet kurumlarına düşmektedir. Bu kurumlar, kültürel değerlerimizi ve kahramanlarımızı tanıtıcı -yaş gruplarına göre- küçük kitapçıklar (görsel, resimli) bastırıp okullarda parasız dağıtmalıdır. (Maalesef Milli Eğitim Bakanlığı basın-yayın işlerini bıraktı; Kültür ve Turizm Bakanlığı da yalnızca turistlerle ilgileniyor.)
Diğer yandan; bu konularda sivil toplum kuruluşlarına da çok iş düşmektedir. Ortak sosyal ve meslekî kuruluşlar oluşturarak birlik ve bütünlüğümüzü sağlamalıyız. Tabii ki bu hususta devletimizin destek ve yardımları gerekmektedir.
Kültür birliği gerçekleşmeden milletleşme gerçekleşmez. Bunu unutmadan, Türk birliği için herkes “elini taşın altına koymak” ve üstüne düşeni yapmak zorundadır.