Bozulmuş, kokuşmuş, çürümüşlük ve değerlerini kaybetmiş toplumlara baktığımızda en başta , Kur’an-ı Kerime göre ilk topluluklardan Hz. Lut kavmi, ikinci olarak Hz. Nuh kavmi ve üçüncü toplum olarak ta Firavun toplumu olduğunu Kur’an bize haber veriyor. Kur’an ayetlerine baktığımızda helak olan bu toplumların özellikleri benzer ve ortaktır.
Bu tür özellikteki toplumlara Sosyolojide, " Sürüleşmiş toplumlar" tabiri kullanılmaktadır.
''Balık sürüsü" davranışı olarak ta nitelendirilebilir. Yani birilerinin bir şey yaptığı zaman, hepsinin onu takip edenlerin de, onu yapmaya koşuşturdugu bir davranış kalıbıdır...
Bu davranış kalıbını en iyi kesfedenler pazarlamacılar ve politikacılardır. Önce toplumu bir sürü davranışına iten şifreleri çözmekle işe başlanır.
Doğu tipi ve Ortadoğu tipi toplumların en zayıf ve hassas niktaları din algılarıdır .Hele de siyasetçiler bu toplumsal algılar üzerinde tepinerek nemalanırlar.
Ezilmiş, dışlanmış varoş kültürlerin yoğunlastığı halk kesimleri bu oltaya en kolay takılan kitlelerdir..
Öyle ki, zaman içinde yayılan bu davranış biçimi, toplumda sürüleşerek yeni bir kimlik oluşturur. Bu yeni kimlik, "ortak kimliktir"
Bu tür ortak kimliğin en temel zirveleşmiş olgusu, kişiyi 'bireysel sorumluluktan' kurtarmasıdır. Yönlendirilen cahil halk kitleleri, her türlü taklite, ortak davranışa ve kabullere hazırdır. Kendisi düşünmez, onun veya onun yerine bir bilen, bir düşünür olması yeterlidir. Bu tarikat ve cemaat lideri de olur, parti lideri de olur ...
Temel algı bozukluğu katmerleşerek, kişileri veya onların temsil ettikleri tarikat, cemaat, zümre veya partileri hatalardan münezzeh hale sokar. Partinin veya tarikatların başında bulunanlar zaman içinde, haşa. "yarı tanrı" statüsü kazanır .
Balığın oltaya takılması gibi gibidir bu durum. Oltaya takılmış balığa yeni bir yen verilmesi gerekmez ... İşte bu davranış biçimi, sürüleşmiş kesim veya toplumun ortak özelliği olmuştur...
Tümü de Allah’ın, rahmetine layık işler yapmayan, azıp, sapıtan, doğru yolu bırakan, şirk ve günah bataklığı içinde olmuş toplumlardır.
Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk Hoca’nın, Yeni Boyut İstanbul 2015 baskısı, Kur’an Verilerine Göre Kötülük Toplumu kitabında belirttiği üzere:
‘’...Kötülük toplumu, bedensel veya psikolojik hastalıkları, problemleri olan toplum değildir. Yani, kötülük toplumu hataları olan veya kazaya uğramış bir toplum değil, niyeti bozuk, kalbi marazlı, vicdanı düşük ve çürümüş toplumdur. (Fromm, Sağlıklı Toplum, 27) özgür – yaratıcı benliği yok edilip sürüleşmek demektir. Hasta toplum sürüleşmiş toplum değildir.. ‘Sürüleşmiş toplum’ köleliği özgürlüğe tercih eden toplumlar olduğunu belirtir.
‘’ Kötülük toplumu, lanet vesilesi kötülükleri işlediği için lanetlenmiş toplumlardır. Batı toplumlarının bir çoğu, hastalıkları, psikolojik sorunları, intiharları, ruhsal dengesizlik problemleri bolca olan toplumlardır ama, bu onları kötülük toplumu yapmıyor. Hatalı, problemli toplum yapıyor. Böyle olunca da Allah onlara ağır ceza faturaları kesmiyor. Ra’d Suresi 11. Ayetin kılıcına maruz bırakmıyor...
Gerçek şu ki, Allah bir toplumun maruz kaldığı şeyleri, onlar birey olarak içlerindekini/ birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe , değiştirmez.
Allah bir topluma perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah’ın berisinden koruyucu bir dost da olamaz. ( Ra’d 11. Ayet, Kasas Suresi 84. Ayet, Gafir Suresi 40, Şüra, 40. Ayetlere bakınız. (Age, s. 9. 26.27)’’
Bize göre toplumun sürüleşmesinin ve çürümüşlüğün en başlıca sebeplerinden olarak, temel inanç değerlerinin bozulması, ahlaki zafiyet, kişisel menfaatlerini kamunun çıkarlarından üstün görmek, haksızlığı kendine hak görmek, liyakat ve istişarelere önem vermemek, adaleti gözetmemek olduğu kadar, dini kendi çıkarlarına alet etmek maksadıyla haramın kapılarını ardına kadar açmaktır. Daha bunların yanında çok şeyleri de saymak mümkündür.
Toplumların çürümüşlüğü, bir günde, bir ayda, birkaç sene içinde olmaz. Göre, göre, alıştıra alıştıra, vurdum duymazlıkla işlene, işlene toplumda kalıcı olur ve yerleşmeye başlar.
Öyle bir zaman gelir ki, toplumun mayasına atılan nifak, haset, menfaat, rüşvet, iltimas, kendinden olanı kayırma, hırsızlık tohumları zaman içinde gelecek nesillerde yeşillenir, taban bulur ve filizlenir. Zayıf karakterliler yönetenlerin her türlü yolsuzluklarına bile tapacak derecede düşkünleşirler.
İyiliğe duyulan her türlü saygı ortadan kalkar. Bir zaman sonra artık hiç kimse yanlışlıklara kızmaz ve yadırgamaz. Toplumun içindeki kokuşmuş çürükler, sepetin içindeki çürük meyveler gibi halkalar halinde geniş kitlelere yayılır.
Bunları tasvip etmeyenlere , itiraz edenlere aldırış bile edilmez , Bir zaman sonra çok kimse kötülüklerin varlığından utanç duymaz hale gelir. Tehlike çanları çalmaya başlamıştır artık...
Maalesef kendi toplumumuzda içten içe yanan ağır yangın, söndürülemeden yayılmaktadır. Türk toplumu, şuursuzluk içinde büyük yıkıcı günlerin eşiğine getirilmek istenmektedir.
Liyakat sahibi ehil kişilerin tüm uyarılarına aldırış edilmemektedir. Her türlü uyarılara rağmen hangi makamda ve hangi kişiler olursa olsun yaptıkları yanlarına kalmaktadır.
Toplumumuz uzun yıllardan beri, aklın ve ilmin değil, cehaletin, aldanma ve aldatmanın peşinde koşmaktadır. Bu uzun yılların bir serüvenidir.
Kur’an emirleri yerini, saçma sapan bir çok hurafelere bırakmıştır. İlimden , işleyen ve eleştiren akıldan rahatsızlık duyulmaktadır. Riyakarlık ve her türlü yalan yanlış işler itibar sebebi olmuştur. Haram servet övünç kaynağı haline gelmiştir...
İslam’ın, yaşanan bugünkü Müslümanlıkla bir ilişkisinin olmadığını söylemesi ve ikaz etmesi gereken kurumlar susmuştur. İslam’ın siyasallaşmasına engel değil aracı olmuşlardır. İkaz eden ilim adamlarına aldırış edilmemektedir...
Camilerde, televizyonlarda masal anlatan, din kisvesi altında dincilik yapanlar, siyasileşmiş vaizler, içleri her türlü hurafelerle doldurulmuş menkıbeler ve anlatımlar halka din olarak sunulmaktadır. Gelinen bir çok noktada, haksızlıklar hak gibi gösterilerek cahil kitleler aldatılmaktadır.
Partizanlık ve adam kayırmacılık bütün değerlerin üstüne çıkmıştır. Bu sadece bugün oluşan sorunlar yumağı değil geçmişten günümüze kadar kokuşmuşluğun yol açtığı ağır bir fatura olarak karşımıza çıkmaktadır.
‘’ Çalıyorlar ama çalışıyorlar, benim hırsızım senin hırsızından iyidir...’’ diyecek kadar siyasetin bataklığında kirlenmiş toplumlar çürümüş ve sürüleşmeye yüz tutmuş toplumlardır.
Yöneticileri her türlü hatalardan münezzeh görme derecesinde alçalan, haşa, Allah'ın ve Peygamberin sıfatlarını bile yönetenlere layık görenlerin, sorgulanmadığı, hesap sorulmadığı toplumlar hangi ülkede olursa olsun çürümüşlüğün girdabındadır...
Ortalıkta bu kadar din, iman ve mukaddesat nutuklarının atıldığı bir ülkede her türlü ahlaksızlık kol geziyorsa o tür toplumlar çürümüş ve sürüleşmiş toplum sınıfına giren namzet toplumlardır.
Yüce dinin emirleri adeta her türlü yolsuzluk, yoksulluk, adaletsizlik ve her türlü gayri meşru işlerin pisliklerini örtmek için din bir aldatmaca aracı olarak kullanılıyorsa ahlaki zaafiyet zirve yapmış demektir.
Toplumun bir kesimi, iradesini başkalarına teslim etmiş, aklını kiralamış, eleştiri ve yargılama kültürünü yitirmiştir. Dinin ve törelerin oluşturduğu ahlak modeli ortadan kalkmıştır. Fotoğrafların oluşturduğu sahte din ve ahlak algısı bir model olarak toplumda yer almıştır.
Bir ülkede, evde, camide, okullarda her daim din anlatıldığı halde o toplum kendini düzeltemiyorsa eğer, hata dini ve ahlaki değerleri kullanan, dindarlık değil dincilik yapan, dini kalkan olarak kullanan kişilerdir.
Türkiye'de 2023 itibariyle 89.817 cami ve 100 binden fazla din adamı olduğu açıklanan rakamlardır. Yine Milli Eğitim Bakanlığının açıklamasıyla ülke çapında 71. 818 okul ve 19 milyon100 bin öğrenci olduğu sabittir.
Camisi, okulundan fazla olan bir ülkede, toplumsal ahlak, siyasi ahlak, ticari ahlak hala yerlerde sürünüyorsa, adaletsizliğin önüne geçilemiyorsa, hırsızlıkların, haksızlıkların önü alınamıyorsa, kimse kendini bu çemberin dışında göremez. Sorgulamadan, kendini bunun dışında görmekte geçerli ve gerekçeli bir sebep olmamalıdır...
Oysaki, ahlakın olmadığı bir dünyada, ahlaklı bir toplumdan bahsedilmez. Tabela ve sahtelik Müslümanlığı, gerçek İslam’ın yerine koyulmuşsa ve uydurulan din- indirilen dinin yerine ikame edilerek, gerçek dini değerlerin içi boşaltılmışsa o toplum çürümüş ve kokuşmuştur artık.
Sürüleşmiş ve kokuşmuş toplumlarda her türlü kötülüğün olması muhtemeldir. Kitlelerin bir kısmı hurafe afyonları ve tarikat, cemaat morfinleriyle uyuşturulmuş ve uyutulmuş olduğundan her türlü hezeyan ve saçmalıklar mevcuttur. İşini ve gemisini yürüten kaptanlar vur patlasın, çal oynasın, bizden sonrası tufan anlayışındadır.
Ezilen, açlığın, zulmün ve sefaletin pençesinde ki halk önce bir dilim ekmeğe muhtaç edilip, arkasından sadaka kültürü içinde verilen birkaç lokmayı yardım ve himmet adı altında kendilerine muhtaç bıraktırılan masum kitleler sadaka kültürüne alıştırılmıştır.
Artık uyuşturulmaları da büyük çapta kolaylaştırılır. Kitleler ahlaki değerlerden, yönetenlerin ahlaki değerlerine sığınan zavallı guruplar haline dönüştürülür. Tüm İslam ülkelerinin ortak bir sorunudur bu...
Eğer İslam dünyasında eleştiren, soruşturan, yargılayan, haklarını aramasını bilen, fakirliği kader olarak algılamayan, bir uyanış ve direniş şuur hareketi gelişmediği taktirde toplumların düzelmesini daha uzun süreler beklemek gerekecek demektir...Direniş, kaba kuvvete sığınma değildir. Vakti zamanı gelince demokratik haklarını kullanarak hesap sorabilme demektir...
Maalesef ülkemizde aklı işletenlere karşı düşmanlık adeta dinleştirilmektedir. İnsan hakları ihlallerini, kul haklarına yapılan tecavüzleri anlatması gereken dini kurumlar sessizdir. Ulema saydığımız sınıfın sesi ya çok cılızdır ya da hiç çıkmamaktadır.
Bulunduğu makamın hakkını çiğneyen bazı yetkin kişiler, tamamen dünyeleşip ve siyasileştiklerinden;
‘’ yönetenlerin yaptıkları yanlışları açıklamak iktidara zarar verecekse, açıklanması caiz değildir...’’ diyecek kadar yozlaşmış fetva makamlarının anlattığı din, içi boşaltılmış dindir.
Allah’ın emirlerini açıklamamak, O’na isyandır. Bozulmuşluğun baş sebebini buralardan başlayarak aramak gerekir. Siyasallaştırılmış İslam, Allah’ın İslam’ı değildir.
Türk toplumunun mayası hala sağlamdır. Son yaşanan ve büyük kayıplar verdiğimiz üzücü depremlerde ki, milletimizin dişinden tırnağından artırarak yaptığı yardımlaşmalar, dünya ülkelerini bile kıskandıracak boyuta ulaşmıştır.
Tüm bozulmalara rağmen belki zaman alacaktır ama milletimizden halâ ümit varız...
Bir sonraki yazımız konusu " Ulu’l Emr’e İtaat Nedir" olacak.