07.01.1981 tarihinde ilk öğretmenliğime başladığım Artvin -Yusufeli -Demirkent Ortaokulundaki arkadaşım Matematik Öğretmeni Kamuran Meşelik ile 40 sene sonra İstanbul'da buluştuk...
Ve Eminönü, Cağaloğlu, Çemberlitaş, Sultanahmet, Gülhane, Sirkeci'yi yaya gezdik.
Sonra Sirkeci'de oturup çay içtik. O tarihlerde aynı okulda görevli olan öğretmen arkadaşlarla ve okul çalışanımızla sürpriz telefon görüşmeleri yaptık...
Talebelerimizi, öğretmen arkadaşları ve o anki okul müdürümüzü aradık...
Geçmişi ve yaşadığımız mahrumiyetleri tekrar dile getirdik.
Okulumuzun binasında ilkokul sabahçı, ortaokul ise öğlenci olarak eğitim faaliyetlerini yürütüyordu. İlkokulun bağımsız müdür odası vardı. Ortaokul ise öğretmenler odasında hem müdür hem öğretmenler, hem memur ve okul çalışanı oturuyordu. Çoğu zaman sabahçı oldukları için mesaisini bitiren ilkokul öğretmeni arkadaşlar öğretmenler odasına gelir. Aralarda ve ya boş derslerde bol bol sohbetler ederdik…
Ortak binamızdaki kadrolar şöyle idi:
İlkokul kadrosu
Ahmet Satır okul müdürü(Demirkentli)
Asım Yiğit(Şavşat)
Elfaz Bahçe(Şavşat ve Asım Beyle akraba)
Birsen Çınar(Demirkentli)
Sait Bey (Şavşat)
Ziver Doğancıl(Yusufeli)
Ortaokul Kadrosu
Mehmet Yağcı okul müdürü ve Sosyal Bilgiler Öğretmeni(Yusufeli-Öğdem)
Orhan Celal Bayar Fen Bilgisi Öğretmeni(Yusufeli)
Kamuran Matematik Öğretmeni (Samsun-Çarşamba)
Kadriye Hanım Türkçe Öğretmeni(Eskişehir)
Mehmet Arslan Fransızca Öğretmeni(Trabzon-Beşikdüzü)
Bünyamin Kara Resim ve İş Teknik Öğretmeni(Sinop-Boyabat)
Mumine Gayretli Memur(Demirkent)
Ömer Özder okul görevlisi(Demirkent)
Kamuran Bey bazen efkarlandığımızda bizim isteğimiz üzere gür ve hakim sesiyle güzel türküler söylerdi. "Sabuha ve Bölemedim Felek ile Kozumu" türkülerini çok güzel söylerdi. Ama tam bir Türk Sanat Müziği Hastası idi.
Okulumuzun bulunduğu yerleşim yeri nahiye olmasına rağmen elektrik yoktu. Fırın yoktu. Ekmeklerimizi her gün minibüs ile sipariş eder Yusufeli'nden getirtirdik. Çok sıkışınca ya karakoldan ya da hem ev sahibimizin oğlu hem de okul çalışanımız Ömerlerin yan ve boş dairedeki tandır ekmelerinden alırdık...
İlk göreve başladığımda okula akşama doğrun varmıştım ve öğretmen arkadaşlar kendi aralarında organize olarak beni ilk olarak ilkokul öğretmeni Ziver Doğancıl'ın evinde sonraki gün ise yine ilkokul öğretmeni asım Asım Yiğit'in evinde misafir olmuştum. Daha sonra muhtar, karakol komutanı ve öğretmen arkadaşların organizesiyle ilkokul öğretmeni Elfaz Bahçe ile kalmamda karar kılındı. Ve Elfaz Beyle kalmaya başladığımızdan bir gün sonra Bünyamin Kara göreve başlamıştı. Onunda bizimle kalmasına karar verdiler.
Kaldığımız daireler iç içe geçmiş iki odadan ibaret idi. Bir katta üç daire vardı bu şekilde. Birisinde Kamuran tek başına kalıyordu. Çünkü göreve bizden daha erken gelip göreve başlamıştı.Ve annesi de onunla kalıyordu o zamanlar. Ben ve benden sonra göreve başlayan Bünyamin Kara ise Kâmuran’ın dairesine bitişik İlkokulda öğretmen Elfaz Bahçe’nin odasına yerleşmiştik. Elfaz Bey Artvin Öğretmen okulunda iken güreşmiş. İl kadrosuna alınmış. Bölge yarışmalarına çok kere katılmış. Daha sonra bize bol bol yaptığı güreşleri anlatırdı. Jandarma Karakol Komutanı Ast Subay Üst Çavuş Abidin Kiracı bana yataklı bir portatif karyola, yorgan, çarşaf ve nevresim takımı vermişti. Bünyamin geç geldiği için o benim kadar şanslı değildi. O yer yatağında yatıyordu. Kıştı ve Elfaz Bey ilk kiracı olduğu için soğuktan az etkilenmek için iç odanın duvar kenarında; sonraki kıdem bende olduğu için bende orda da, Bünyamin ise pencere yanında yer yatağında yatıyordu. Yemekleri genelde Elfaz Hoca yapardı biz de bulaşıkları yıkar ve sofra kurar ve kaldırırdık. Karne tatilinde Bünyamin evli olduğu için ev tutarak eşini getirmişti. Biz iki kişi kalınca ve bahar geldiğinde portatif karyolamı pencere kenarına çekerek manzara görme imkanım oluyordu.
Kamuran’ın annesi gidince kim erken uyanırsa diğerlerinin duvarına vuruyor ve uyandırıyordu. Kahvaltıdan sonra kahvelere ve manzarası çok güzel olan yollarda tur atmaya gidiyorduk.
Evlerde su yoktu. En çok kızdığımız ve zorumuza giden su taşımaktı. Su ise merkezdeki çeşmeden bidonlarla taşırdık ya da öğrenciler taşırdı...
Hatta Kamuran çeşmeye yakın olmak için başka eve çıkmıştı. Bende tek başıma kalmak için Kamuran’ın eski yerini bizim Ömerlerden kiralamıştım.
Tuvalet dışarda ve ahşaptandı ve suyu naylon ibriklerde idi.
Meşhur sert akışlı ve gürültüsünden 100 metreye kadar mesafede yan yana sohbet eden iki kişi su gürültüsünün engelini aşmak için bağırarak konuşmak zorunda kaldığı Çoruh Nehrine bayağı uzaktık.
Yaklaşık 4km aşağıda Çoruh Nehri kenarında sağlık ocağı vardı. Bölge insanına hizmet veriyordu. Sağlık ocağında bir doktor, bir hemşire, bir ebe, birde ocağın arabasında görevli şoför vardı. Sağlık ocağının şoförü velimizdi. Adı Selahattin idi. Bazen aşağıya iner Selâhattin’inin bizi Yusufeli'ne özel arabası ile ücret karşılığı bırakmasını isterdik. Bir Reno arabası vardı. Oralı olup ta arabası olan herkes aynı zamanda paralı yolcu taşımacılığı da yapıyorlardı. Ve taşıma fiyatları da belli idi. En ilginç taşımacı da "vicdansız" lakaplı değişik bakışlı ve biraz da paracı olan ocaktaki ebe hanımın beyi olan idi. Onun parasını mahsustan geç verirdik. Canı çıkardı istemek için ama bizden de isteyemiyordu. Biz de birkaç gün geçince parasını verirdik.
Bazen sağlık ocağının doktoru Erol Gökalp arabayla gelir bizim okulun bahçesinde voleybol bir Mehmet Hocam İtalya Takımın saha çıkması gibi saha çıkalım ve rakip takımı psikolojik olarak etkileyelim demişti. Rakip takımda ilkokul öğretmenleri arkadaşlar, iri yarı, uzun boylu Ormancı Osman Bey ve köy gençleri vardı. Genelde yenilirdik. Ormancı Osman’ı aşıp ta küt vurmak mümkün olmuyordu. Sonra Doktor bizi alıp arabayla çevre turları attırırdı. Bir gün tıp bayramını kutlamak için bizi Demirkent’ten aldı oralıların Humhal dediği Narlık Sağlık Ocağına götürdü. Sonra da Artvin’e yakın Zeytinlik Nahiyesindeki sağlık Ocağına da uğradıktan sonra o zaman Turistik bir lokanta olan Bakır Restoran’da bize ziyafet çekmişti…
Doktor Erol Gökalp bizim ortaokulun Fen Bilgisi Öğretmeni Orhan Celal Bayar’ın okul arkadaşı idi. Ve Orhan da Doktor da Yusufeli’dendi. Doktorun babası hakimdi. Bakır Restorandan Demirkent’e dönene kadar doktor espriler anlatmıştı. O gün sınırlı kabuğumuzu kırdığımız için hem çok mutlu olmuş hem de doktora minnet duymuştuk…
Meyve problemimiz yoktu. Demirkent'in verimli meyveleri ile bol olan Lalakaş isimli bir yer vardı. Çakılla kaplı bir arazi olmasına rağmen zamanında sulandığında Adana’dan 15 gün sonra oradan her türlü meyveyi almak mümkündü. Topraktan bereket fışkırıyordu sanki. Demirkent’te öyle büyük arazi yoktu ama her yer verimli idi. Ne kadar yerin var sorusuna şu kadar hendek cevabı veriliyordu. Hendek ise bir metre yüksekliğinde taş duvar örülüyor. Eni de 1-1,20 civarında, boyu ise en uzunu 50 metre olurdu. Ama genelde hendeğin boyu 20metre civarında olurdu. Tabi o hendek duvarın yüksekliğince toprak doldurulurdu. Sonra üstüne hayvan gübresi atılırdı. İşte bu hendekler genelde özel zeytin ağaçları birazda meyve ağaçları ile dolu olurdu. Bu hendeklerin ark açarak mutlaka sulanma sistemleri yapılıyordu. Sulamada sıralama yapılır komşular bir birine yardım ederlerdi.
Lalakaş Çoruh’a çok yakın olduğu için soğuktan fazla etkilenmiyordu. Çoruh kenarında olduğu için merkeze de biraz uzaktı. Lalakaş’tan gelenler bizim oturduğumuz binanın önünden geçmek zorundaydılar. Başka geçiş yolu yoktu. Bizim oturduğum yerler ise yerleşim yerinin girişinde ilk evdi. Demirkent’lilerin dönüş saatlerini bildiğimiz için binanın yola bakan yerde oturur onları beklerdik. Kendi aramızda sohbet edermiş gibi yapardık. Onlarını geçtikleri yolun başında oturduğumuz için ya severek, ya da ayıp olmasın diye seslenirlerdi:
-"Hocamm kap getir bir şeyler vereyim" derlerdi.
Mesela o gün bize hiç bir şey verilmedi ise Lalakaş’tan merkebi ile gelenlere seslenirdik:
-"Nereden geliyorsunuz? (Tabi nereden geldiklerini bal gibi biliyorduk)
Onlarda
-“Lalakaş'tan geliyoruz hocam” derlerdi.
"Meyve ya da zeytinlerde var mıydı" diye sorardık.
Onlarda
-"Hocam kap getirin size de verelim. Az kalsın unutuyorduk size vermeyi" derlerdi.
Bizde gümrükçüler gibi ihtiyacımız kadar alırdık...
Ben bizim kaldığımız binaya "Gümrük yeri" adını takmıştım. Bünyamin Kara da “Mavi Panjurlu Ev”( Bizim bazen tandır ekmeği aldığımız boş dairenin yola bakan sadece bir penceresi mavi idi) adını takmıştı. Bünyamin o zamanlar ressam olmasına rağmen hem hikaye hem de roman yazmakla ilgileniyordu.
Demirkent’in çok küçük ama tatlı bir çarşısı vardı. Orada bir kooperatif, Çelik’in, Toroman’nın, Hasan’ın birde okulumuz memuru Mumine Gayretli’nin babasının çoğunlukla kapalı olan bakkal dükkanları vardı. Yalnız Hasan giyim, tuhafiye vb şeyler de satıyordu. Kahveler üç tane idi. En meşhur kahveci Kasap idi. Elektrikler olmadığı için yaz kış yiyeceklerin korunduğu mahzenleri vardı. O mahzene konan her yiyecek bozulmadan ve sapasağlam duruyordu. Demirkent’in kenarında bir kale burcu gibi duran Koçuret Tepesi dik ve yüksek kayalardan ibaret idi. Çok daha yukarılarda bir de 2800metre rakımlı "Karlı Yel Dağı" vardı. Oraya da çıkmıştık gezmek için. Meteoroloji istasyonu vardı. Memuru da bizim velimizdi. Birde Demirkent’lilerin manevi değer verdiği ve ermiş kabul ettiği Muhibbi Dede’nin mezarı okulun arkasında idi.
Demirkent birbirine rakip iki mahalle vardı. Aşağı mahalle, yukarı mahalle. Bizim zamanımızda eski muhtar öldüğü için 1. aza muhtar olmuştu ve yukarı mahalledendi. Ama aşağı mahalle de çarşıya hakimdi ve ekonomik durumu daha iyi idi.
Demirkent güreşçi yatağı idi. Çok büyük ve güçlü güreşçiler çıkmıştı oradan. Mehmet Susam Beden Terbiyesi Md. Vekilliği yapmıştı. Ünlü Faik Pehlivan vardı. Faik Pehlivan milli takıma katılmaya gitmek için Demirkent Artvin yolunu yürümüş. Borçka Cankurtaran yolunu da yürürken Cankurtaranda çok büyük kar olduğu için geri dönmek zorunda kalmış. Anlatılan hikaye:
Faik Pehlivan Yaşar Doğu’nun dikkatini çekmek için Yaşar Doğu Artvin'e geldiğinde bindiği arabanın arkasını yukarı kaldırarak hareket etmesini engelleyince Yaşar Doğu’nun dikkatini çekmeyi başarmış. Artvin şehrinin ortasında Yaşar Doğu ile güreşe tutuşmuşlar. Yaşar Doğu onu 10 dakika yerinden oynatamamış. Yaşar Doğu Faik Pehlivana dönerek sana 10 yıl önce rastlasaydım; dünya ikinci Yaşar Doğu’yu tanıyacaktı demiş. Ben bizzat Faik Pehlivanı gördüm. Çok konuşmaz ve heybetli bir duruşu vardı. Demirkent’te daha bir çok pehlivanlar vardı. Düğünlerde karakucak güreşleri yapılırdı. Kasım aylarında ise Yusufeli’ndeki karakucak güreş müsabakalarına nerdeyse her bölgeden herkes katılırdı. Ben de güreş seyretmeyi çok sevdiğim için Yusufeli’ndeki güreşleri seyre gitmiştim. İskenderun Bölgesinden Milli Güreşçi Ayhan Taşkın ve Erzurum Bölgesinden Mehmet Uzun daha bir çok ünlü isimlerin güreşini seyretmiştik.
Demirkent’te elektrik olmadığı için haliyle televizyon yoktu. Sadece pilli radyo vardı.
Kahvelerde odun ateşinde pişen çaylar içerdik. Bazı günlerde de kahvelerin arkasındaki düzlükte genelde Ali Büyük, dönere benzer "Ferdal" adını verdikleri mükemmel nefasetli bir kebaplar yapardı. Bir eti şişe takarlar ondan keserek satarlardı. Herkes en az üç porsiyon yerdi. Tabi biz öğretmen olduğumuz için Ali Büyük soruyor:
-“Hocam ne kadar keseyim?
-Yüz gram olsun diyorum. Benim hesabım İstanbul dönerlerine göre tabi…
O da
-Hocam ne yüz gramı? Yarım kilo yeter mi yarım kilo diyor.
-Hadi 1,5 olsun diyorum. O da 2 porsiyon veriyor. Yiyoruz ama aman Allah’ım böyle bir tat olmaz. Ben bir porsiyon daha yiyorum tabi. Ve tadı halen damağımda duruyor…
Bir de benim o zamanlar sevemediğim bir "Hinkar" adı verilen hamur içine et konularak ateşte pişirilen bir yiyecek vardı. Bir gün ortada bir hinkar var kazanan alacak dediler. Herkes kazanmaya gayret ediyor. Ben de hiç yemediğim ve herkes bütün gücüyle kazanmak için bende gayret ediyorum ve kazanıyorum sonunda. Bir ısırıyorum içinden bir et çıkıyor belki de keçi eti miydi bilmem ama bana çok kokunca masaya bırakır bırakmaz birileri koşarak alıp gitmişti…
Okulumuzun giriş kapısı
Ortaokul öğrencilerimizle birlikte Fen Bilgisi Öğretmeni Orhan Celal Bayar, Resim İş Öğretmeni Bünyamin Kara ve ben
Okul bahçemizdeki bankta oturuyorum
Demirkent Meydanı ve ahşap camii
Arakadaşlarla ilk kaldığımız dairenin arkası. Dairenin girişi ilk görünen ahşap ekleme ile bina arkasından yine ahşap bir sahanlıktan daireye giriliyor.
Tek başıma kaldığım dairemin Demirkente girerken görünüşü. Sağ cephedeki penceler iç içe geçmiş iki oda. İlk girişte soldaki pencerenin olduğu kısım mutfak sağ kısım ise yatak odası...Binanın kum yığının olduğu arka kısımdaki pencere başka bir daireye ait. Ve kimse kalmıyordu...
Bu bina şimdiye göre çok ilkel görünebilir belki ama o dönemde Demirkette en yeni ve en modern bina hükmünde idi. Alt katta da okul çalışanımızın babası ve Ömer oturuyordu.
En üst katlar açık bırakılır veyve sebze kurutmak için kullanılıyordu...
Zeytinleri çok meşhur ve çok ta talep edilen cinstendi...
Kamuran Meşelik kardeşimle okuldan ayrıldıktan 41 yıl ama Kamururanla son görüşmemizden 40 yıl sonra Sirkecide çaylar eşiliğinde sohbet etmekten çok mutlu oldum. Bu sebeple ilk görev yaptığım mesai arkadaşlarımı, başta Elfaz Bey, Ziver Bey, Asım Bey olmak üzere ilkokul öğretmenleri arkadaşlarımızı, öğrencilerimizi, Okul Çalışanımız Ömer kardeşimizi rahmetli babasını, Erol Gökap Bey'i Ali Büyük, Kasap, ve bütün esnafları, ormancı Osman Bey'i, PTT acentesi yetkilisi Selahattin Beyi, bütün Demirlent halkını ve oradaki geçmişimizi saygı ve sevgiyle yadediyorum.
O günlere selam olsun...
Merhaba.Ben öğretmen Ziver Beyin öğretmen olan kızıyım.Doğduğum köyü, anılarınızı ne kadar güzel dile getirmişsiniz.
Merhaba hoca hanım evladım. O köy çok güzel bir köydü gerçekten. İlk misafirliğim de size olmuştu. Ziver Bey'in minik bir kızı vardı hep de örgülü başlık takıyordu. Belki de o sendin evladım. Ömrünüz başarılı ve güzel geçsin. Ziver Bey'e annenize selamlarımı iletin lütfen. Sağ olun var olun
İlk öğretmenlik hatıraları.. tşkler güzelmiş..
Teşekkür ediyorum hoca hanım