Okuduğum son akademik tarih çalışması...
Kitapta bir çok önemli olayları belgeleri ile anlatmasına rağmen benim en çok ilgimi çeken şu kısımlardır:
Türkiye girdiği 1.Cihan Harbi sonunda müttefikleri olan devletlerin İtilaf Devletleri safında savaşa giren ABD Başkanına müracaatla ateşkes istemesi üzerine Türkiye de İspanya Devleti vasıtasıyla ABD ve dolayesıyle Başkanı Vilson'a yayınladığı prensipler doğrultusunda ateşkes istedi...
Sultan Vahidettin de Vahdettin, Ekim ayı başında kişisel temsilcisi Rüştü Bey ve Bogos Nubar Paşa aracılığıyla İngiliz hükümetine iletilmek üzere Bern’deki İngiliz Büyükelçisi Horace Rumbold’a bir barış antlaşması taslağı göndermiştir.
Vahdettin’in taslağı şu hükümleri içermektedir:
“1- Hicaz, Suriye, Filistin ve Irak’ta, savaştan önce Mısır’da uygulanana benzer şekilde Sultan’ın süzerenliği altında İngiliz himayesinin kurulması,
2- İttihat ve Terakki’nin tasfiyesi için İngiltere’nin yardımcı olması,
3- Sultan’ın taht üzerindeki mutlak egemenliğinin yeniden kurulması,
4- Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında ittifak yapılması,
5- Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bölgelerde İngiltere’nin denetiminde anayasal reformlar yapılması,
6- Asker kaçaklarından kurulacak olan İngiliz komutası altındaki 300- 500 bin kişilik bir gücün İstanbul’a yürüyerek İttihat ve Terakki yönetimini devirmesi,
7- Bir Osmanlı Paşasının Mısır’a gönderilip, Osmanlı savaş tutsaklarından İstanbul’a yürüyecek güç için asker sağlanması,
8- Arabistan Kralı ile bu konuda işbirliği yapılması,
9- Türk Bulgar sınırının 1912’deki şekliyle yeniden düzenlenmesi,
10- Midilli, Sakız gibi Anadolu’ya çok yakın adaların Osmanlı Devleti’ne iadesi,
11- Uşi Antlaşması’nın ilgası.”
Vahdettin’in, hükümetten bağımsız bu girişimi İngilizler tarafından
dikkate alınmamıştır.
Ahmet İzzet Paşa Hükümeti ise bir çok mütareke teşebbüsünde bulunmuştur. Bunların en önemlisi ve sonuç verini esir İngiliz generali vasıtasıyla olanıdır. Türkiye Kût'ül-Amâre Kuşatmasında esir alınan Tümgeneral Townshend serbest bırakılarak onun vasıtasıyla İngiltere ile mütareke yapılmak istenmiş ve bu istek kabul edilmiş.
Bunun üzerine Padişah eniştesi Damat Ferit Başkanlığında bir heyet yollamak istemiş ama Başvekil Ahmet İzzet Paşa ve Kabinesi buna karşı çıkmış. Damat Ferit'in tam akılda olmadığını, devletin çıkarlarını savunamayacağını bu sebeple Saray ısrar ederse istifa edeceklerini saraya bildirmeleri üzerine Kabine Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay başkanlığında heyet oluşturmuş ve padişaha da onaylattırmıştı...
Ahmet İzzet Paşa Hükümetince Mondros’a gidecek Türk mütareke heyetine verilmek üzere sekiz maddelik bir talimat hazırlanmıştır. Kabinece de uygun bulunan talimatın metni şöyledir:
“1. Boğazların Açılması: Mütareke esnasında Boğazların ticaret ve savaş gemilerine açılması esasını kabul edilmektedir. Yalnız, Yunan harp gemilerinin girmelerine müsaade edilmeyecektir. Boğazların istihkâmları Osmanlı askerleri tarafından muhafaza edilecektir. Düşman tarafından şiddetli ısrar olunsa kontrol sıfatıyla belirli miktarda İngiliz subaylarının bulunmasına da muvafakat edebiliriz. Bunların barış antlaşmasını müteakip Boğazları terk etmeleri şartı protokole dahil edilecektir. Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarından girecek olan harp gemileri iki boğaz arasında iki günden fazla kalmayarak, Karadeniz ve Adalar Denizi’ne geçeceklerdir.
2. Askerin Terhisi: Askerin terhisine dair olan teklif esas itibariyle kabul edilecektir. Dâhilî asayişi muhafaza için barış zamanındaki miktarı geçmeyecek askerî kuvvet silâhaltında kalacaktır. Ordudaki yabancı subaylar ve erler ülkelerine belirli zamanda iade edileceklerdir.
3. Mütarekenin imzalandığı zamandaki harp cephelerine tecavüz edilmeyecektir. Doğal olarak mütareke bütün cephelere ve İngiltere ile müttefiklerine şâmil olacaktır.
4. Gerek dahilde, gerek karasularında emniyet ve asayişin muhafazasını hükümet yükümlenir ve taahhüt eder. Hükümet idaresinde hiçbir suretle müdahaleleri kabul edilmeyecektir. Memleketin hiçbir noktasına askerî kuvvet sokulmayacaktır.
5. Karadeniz havzasında Almanların taarruzlarının gelmesine ve deniz yollarını tehlikeye sokmaları ihtimaline karşı sahillerimizde ve kara sularımızda savunma önlemleri almak bize aittir. Lâkin İngilizler kendilerine kanaat gelecek tarzda denetleme hakkına malik olabilirler.
6. Mütarekeyi müteakip ticaret serbestisini ve gemilerini mutlak surette kabul ederiz. Memleketimize hububat ve sair gıda maddelerinin ithalini çabuklaştırmalarını teklif edeceğiz.
7. Müzakereyi müteakip Almanya’nın Türkiye’ye borç vermeye devanı edemeyeceği muhakkak olduğundan para yardımında bulunulması,
8. Millî gururu incitecek her çeşit istekler red olunacaktır. Alman veAvusturya-Macaristan askerî kuvveti ile elçilik memurları ve konsoloslarının Türkiye’yi terk etmeleri için en aşağı iki ay müddet tâyin edilecektir. Türkiye dahilinde bulunan Alman ve Avusturya-Macaristan uyruklularının memleketlerine gitmeye mecbur edilmeleri -adı geçen hükümetlerin bizim uyruklularımız hakkında aynı suretle muamele etmelerini gerektireceğinden, halbuki
miktarı belki 15.000–20.000 geçen Osmanlı uyrukluların, özellikle öğrencilerin şu sırada yurda dönmeleri kesinlikle kabul olunamayacağından bu yolda olacak bir teklif ret edilecektir.”
Rauf Bey ve heyeti bu kararları mütarekede kabul ettirmek için Mondros’a gitti.
Rauf Bey, toplu görüşmelere başlamadan önce, Amiral Calthorpe’la başbaşa yapılacak bir görüşmenin faydalı olabileceğini düşünerek, Amiralden özel bir görüşme istemiştir. Bu talebin Amiral Calthorpe tarafından kabul edilmesi üzerine; Rauf Bey, Amiral Calthorpe ve Amiral Seymur müzakere salonunun yanındaki istirahat salonuna geçmişlerdir.
Görüşmede Rauf Bey, Osmanlı hükümetinin harbe girmesinin asıl nedeni olarak Rusya’yı ve Rusya’nın Türkiye’yi karşı yüz yıllardan beri güttüğü politikaları göstermiştir. Rauf Bey’e göre, İtilâf devletlerinin Rusya ile birleşip, Türkiye’yi ihmal etmiş olmaları, Osmanlı Devleti’nde millî varlığının tehlikeye düştüğü inancını doğurmuştur. Türk milleti de varlığını korumak için dört yıldır muazzam fedakârlıklarla savaşmaktadır. Çarlık idaresini deviren son ihtilâl, Rus tehlikesini bir zaman için geciktirmiş olabilirse de, tamamen ortadan kaldıramaz. Bu ihtilâl göz önünde bulundurularak, Türkiye’nin coğrafi stratejik durumu düşünülürse, Osmanlı Devleti’nin sulh ve sükûn içinde gelişip ilerlemesi, başta İngilizler olmak üzere İtilaf devletlerinin lehinedir.
Türkiye’nin, yakın doğuda faydalı bir sulh ve sükûn unsuru olacağı, son dört yıllık harbin verdiği tecrübelerden sonra esasen İngiltere hükümetince de anlaşılmış olmalıdır. Bu düşünce ile, yeni kabine, sulha varmak için İngilizlerle teması, iki tarafın da gerçek menfaatleri bakımından elzem görmüştür. Osmanlı hükümeti sulh ve sükûn içinde çalışarak, gelişip ilerlemek istemekte, bunun için de İngiliz siyasetine uygun bir politika gütmeği faydalı bulmaktadır.
Rauf Bey, Osmanlı Devleti’nin istiklâline dokunacak şartlar karşısında kalınır ve İngilizler de bu konuda ısrar ederlerse, harbi durdurmağa ve düşmanlarıyla dostça münasebetler kurmaya taraftar olmalarına rağmen, o gibi şartları kabul etmeyeceklerini, Mondros’a barışa dönmeğe taraftar oldukları için geldiklerini, fakat tatbik edemeyecekleri şartlar altına imza koymalarının da katiyen söz konusu olamayacağını söylemiştir.
İngilizlerin masaya koyacakları mütareke şartlarının nelerden ibaret olduğunu henüz bilmediğini açıklayan Rauf Bey, yapılacak teklilerin kabulünün mümkün olmamasından dolayı savaşı durdurmak mümkün olmazsa, İtilâf devletlerinin, büyük zayiat vererek, belki İstanbul’a girebileceklerini, ancak bu takdirde büyük bir ihtimalle İstanbul’da azınlıkların şuursuzca ayaklanmalarının bir iç harbe yol açacağını ve İstanbul’un, bir harp alanına dönerek kan ve ateş içinde kalacağını ifade etmiş, bu durumun da beklenen barışı temin edemeyeceğini söylemiştir.
Aksine o zaman, istiklâllerine ne derece bağlı olduklarını katlandıkları fedakârlıklarla gösteren Türkler, her şeyi göze alarak, sonuna kadar harbe devama mecbur kalacaklardır. Böyle bir durumun sonunun nereye varacağını kestirilemezse, durum İtilâf devletleri lehine olmayacak, akacak kandan ve husule gelecek zarardan Türkler sorumlu olmayacaklardır.
Rauf Bey, her iki amiralin de sözlerini sükûn ve dikkatle dinlediklerini, sonra Amiral Calthorpe’un cevaben, ne demek istendiğini iyice anladığını, yapılacak müzakerelerin savaşa nihayet verecek bir mütârekenâme olması ve Osmanlı hükümeti ile İngiltere devleti arasında her iki tarafın menfaatlerini korur bir dostluğun yeniden başlaması için elinden geleni yapacağını söylediğini beyan etmiştir. Bu konuşmanın ardından toplantı salonuna geçilmiştir.
Çok büyük mücadele verilmesine rağmen galip devletler adına İngiltere savaş alanlarında da itilaf devletlerinin üstünlüğünün verdiği güçle bir taraftan da İstanbul'a yürüme emri verilen Fransız komutasındaki itilaf ordusunun durumu, 30 Ekim gece 21.00 kadar imzalayın ültimatomu gereğince bazı değişiklikler ve komutanın iyi niyet mektubu vermesi neticesinde mütareke imzalanmıştır.
Amiral Calthorpe da Rauf Bey’in elini tutarak:
“Rauf Bey, müzakerelerimizde heyetlerimiz açık ve şerefli insanlara yakışır surette hareket etti. İngiltere ve Müttefikleri adına imzaladığım mütarekenamenin bütün maddelerine dikkat ve itina ile riayet olunacağını tekrar teyit ederim.” demiş ve maiyetine dönerek:
“- Efendiler, İngiltere daima imzasına riayet ve sadıkane hareket eder, değil mi?” diye sormuş, onlar da hep bir ağızdan
“- Evet efendim.” cevabını vermişlerdir.
Akabinde ise sözlerinin garantisi olan mektup yazma meselesine gelince Calthorpe, Padişah ve Sadrazamdan başka kimseye gösterilmemesi şartı ile Rauf Bey’in şahsına hitapla yazdığı mektubu imza ederek vermiştir. Mektubun içeriği şöyledir:
“Ekselans Rauf Bey’e
Türkiye Bahriye Nazırı
Ekselans
Müttefiklerle Türkiye arasında imzalanmış mütareke şartlarının birinci maddesi uyarınca, Çanakkale ve Karadeniz Boğazları kalelerinin işgalinde yalnız Britanya ve Fransa kıtalarının kullanılacağını size temin etmekliğim için Britanya Hükümeti bana yetki verdi. Kaleler işgal edildiği zaman az sayıda Türk askerinin kalmasına müsaade edilmesini hükümetime kuvvetle tavsiye ettim.
Bugünkü ahvâl altında mümkün olursa hiçbir Yunan harp gemisinin İstanbul veya İzmir’e gitmemesi hususundaki azimkar arzunuzu ifade ettim ve sebeplerini de bana izah ettiğiniz gibi bildirdim.
Türk Hükûmeti’nin asayişin idamesinde ve Müttefik tebasının ve mallarının muhafazasında acz göstermesi gibi bazı zorunluluklar ortaya çıkmadıkça, İstanbul’un işgal edilmemesi hususundaki kuvvetli talebinizi hükümetime bildirdim.
Yukarıdaki malûmatın yalnız Padişah ile Sadrazam’a bildirileceği hakkındaki teminatınızı öğrenmekle bahtiyarım.
Son müzakerelerimizin idaresinde ve mesut bir neticeye ulaşmasında ekselansınızın hizmetkârı olmak şerefiyle.
Arthur Calthorpe”
Heyet Padişaha bilgi vermek için Dolmabahçe Sarayına gitmiş, ancak kendilerine, Padişahın yorgun olduğu ve harem dairesinde bulunduğu, ziyaretin bugün mümkün olamayacağı, heyetin Salı günü kabul edileceği söylenmiştir. Heyetten, Padişaha arz etmek üzere mütarekeye dair özet bilgi istenmiştir.
İngiltere verdiği sözlerin hiç birine uymayarak önce Musul Bölgesini işgal etmiş ardından hiç bir Yunan Savaş Gemisinin İstanbul’a girmeyeceğinin sözünü vermesine rağmen ; 22 İngiliz, 17 İtalyan, 12 Fransız ve dört Yunan gemisinden oluşan 55 parçalık donanma Dolmabahçe Önüne demirlemişti.
Mondros görüşmelerinde İngiliz heyetinin başkanı olan Amiral Calthorpe, mütarekeden sonra İstanbul’da İngiliz Yüksek Komiseri olarak bulunmuş ve verdiği sözlerin aksine İstanbul ve Türkiye’nin işgali sürecini yürütmüştür. Mütareke görüşmelerinde Osmanlı delege heyetinin başında bulunan Rauf Bey ise 16 Mart 1919 günü Osmanlı Mebuslar Meclisi’ni basan İngilizler tarafından 18 Mart 1919 tarihinde bir İngiliz gemisiyle Malta’ya sürgüne göndermiştir.
İngilizlerin sözü ve antlaşması böyle bir şey işte...
Vatan evlatları büyük ekseriyeti kendi tarihlerini okurken aynı mekanda ve aynı halde kendilerini hissederlerse vatan hiçbir zaman tehlikeye düşmez…
Rabbim vatanımızın bir karış toprağına dahi düşman ayağını bastırtmasın inşallah…