Yazıma temel aldığım S.Frederick Starr'ın "Kayıp Aydınlanma” adlı kitabından devam ediyorum: “Örneğin Orta Asya kentlerinde sürekli olarak Hindistanlı tacirlere rastlanırdı. Hatta ana güzergahı kuzey-güney yerine doğu-batı olan Harezm’in kuzeyinde bile o kadar çok Hindistanlı tüccar vardı ki Harezmliler Orta Doğu’da daha hiç bilinmezken Hindistan’ın onluk sayı sistemine vâkıflardı. Daha sonra Bağdat’ta Arapları bu sistemi benimsemeye ikna edecek olan da bir Harezmli idi. (s.90)
Harezmi’nin gökbilimiyle ilgili eserinin adı Zicü’s Sind Hind (Sind ve Hint’ten Gökbilimi Tabloları) idi. Bütün halinde günümüze ulaşan Arapçadaki en eski gökbilimi çalışması bu eserdir. (s.237)
Müslümanların gökbilimine bu denli eğilmelerinin altında İslam’daki güneşin doğuşuna ve batışına göre ayarlanan namaz vakitlerinin tam tayin edilmesi ya da kıblenin en isabetli şekilde bulunabilmesi için Mekke’nin konumunun belirlenmesi ihtiyacı olduğu sıklıkla tekrar edilir… (s.237)
Hayatı hakkında tek bilinen doğum ve ölüm tarihleri, Bağdat’ta Memun’un bir araya getirdiği bilim adamları ve alimlerin arasına katıldığı… Bunların dışında hayatı tam bir muammadır. (s.239)
…(Halife) Emin’in 813’de ölmesinden itibaren ise resmî olarak halifeliğin, dolayısıyla da neredeyse tüm İslâm âleminin başkenti Bağdat değil Merv idi.
Bu veriler ışığında genç Harezmi’nin 802 ilâ 810 seneleri arasındaki bir zamanda Merv’e geldiği, burada Memun ve diğer önde gelen entelektüeller ile irtibat kurduğu ve Merv’den halifenin maiyetiyle birlikte 819’da ayrıldığı rahatlıkla söylenebilir.
…‘Kanal açan’ mühendislerden özellikle bahsetmesi manidardır. Harezmî’nin doğduğu tarihi Harezm asırlar boyunca… ‘kadim sulama sistemlerinin en gelişmişi’ olan bir sisteme sahip olmuştu. Daha önce de bahsedildiği üzere Merv’de bu karmaşık su sisteminin idamesi için binlerce insan istihdam ediliyordu. Bu durum hem kanallardaki suyun şiddetini, debisini ve yükseliş-düşüşünü hesaplayacak hem de barajlar, saptırma kanalları vs. inşa edecek yüksek bir mühendislik kabiliyeti gerektiriyordu. Harezm ve Merv’deyken sahada edindiği tecrübe Harezmî’ye başyapıtını yazdıracaktı. (s.241)
…bu kentteki eski rasathane Memun’un desteği ile gelişmişti… O yıllarda dünya üzerinde gökbiliminde ve matematikle ilgili alanlarda Merv ile boy ölçüşebilecek başka bir kent yoktu. Hatta Harezmî’nin Hint bilimine ve matematiğine olan yoğun ilgisinin ilk olarak Merv’de oluşmuş olması muhtemeldir. Harezm’e Budizm’in ulaşmadığı anlaşılmaktadır ama Hint kültür ve sanatının diğer yanlarının nüfuzu gayet kuvvetliydi. Öyle ki Harezm takviminin önemli detaylarının oluşumunda tesiri olmuş olabilir… (s.242)
Harezmî 850’de hayata veda etmişti. Ölümünden çok önce Bağdat’ta duayen bir bilim adamı olarak nam salmıştı. Arapça okuyabilen ve gökbilimci ve matematikçi olmaya namzet kimseler için hemen her yerde Harezmî bir hezarfen olarak örnek gösterilmekteydi. Hem çok sayıda Arap takipçisine hem de Orta Asyalı gökbilimciye ilham kaynağı oluşturmuştu. (s.243)
Orta Asya’nın seyyah alimlerinin başında Harezmî ve Farabi geliyor olabilir ama bu yerinde duramama hali ne bu iki isimle başlamış ne de onlarla sona ermişti. Orta Çağ’ın iki büyük zihni Biruni ve İbn-i Sina hayatlarını seyahat ederek geçirmişlerdi… Birçok diğer âlim seyahat konusunda günlerini ağır ağır hareket eden kervanlara tutunarak, gecelerini de ya gürültülü kervansaraylarda ya da yıldızların altında geçirerek bu iki isimle aşık atacak seviyelerdi. (s.260)
Birçok âlimin kendi memleketlerinden, hatta bölgeden ayrılmış olması bir beyin göçü meselesini gündeme taşımaktadır. Bağdat’ın yükselişi Orta Asya’daki entelektüel yaşamın sonunu mu getirmişti? Orta Asyalı bilgelerin seyahatleri başta Bağdat olmak üzere diğer ilim merkezlerinin çekim gücüne işaret etmektedir. Bağdat çok cazipse de kapasitesi bir yerde dolacaktı. İbn-i Sina Bağdat’taki yaşam konusunda hiç de iyi şeyler söylememektedir. Zaten kısa bir süre kaldıktan sonra da kentten ayrılmıştır. Farabi de aklında kesin bir plan olmadan Bağdat'ı terk etmiştir… Türklerin sürekli olarak hakarete uğradığını gören Kaşgarlı Mahmut da başkentten sıkılmış ve Türki milletler hakkındaki şaheserini yazmak üzere bugün Çin sınırlarında kalan memleketine dönmüştü. (s.261)”
Harezmî Türktür
S.Frederick Starr eserinde Orta Asyalı olup 8 ilâ 12.yüzyıllarda bilim dünyasına katkı sağlayan insanları anlatmış; bununla yetinmeyerek Batılı bilim insanlarını etkilediklerinden bahsetmiştir. Kitabın eleştirilecek yönleri olmakla birlikte okunmalıdır.
Harezmî ile ilgili birtakım kaynaklarda “Fars veya Arap âlimi, İslâm veya Müslüman âlim/bilim insanı, Türk-İslâm âlimi” gibi tabirler yanında onun Türk olduğunu yazan ve söyleyen kaynaklar da bulunmaktadır. “Batılıların Türklüğe alerjileri”ni anlıyorum ama bizden diyebileceğimiz insanların ısrarla bu ifadeleri kullanmalarını anlayamıyorum!..
Türk Dil Kurumu bile Harezmî’yi 2005’de “Türk matematikçi” diye tanımlarken aynı yıl Türk’ü kaldırmış. Acaba Harezmî’mi Türklükten çıktı, yoksa bu tanımı yapanlarda mı bir sıkıntı var?..
TRT Avaz’da 2016’da yayınlanan Türk-İslâm âlimlerini tanıtmaya yönelik “Asya’nın Kandilleri” isimli belgesel, Harezmî’den Türk olarak bahsederken aynı TRT (Çocuk Tv.) Harezmî’yi İslâm bilgini diye sunuyor!..
Diğer birçok bilim insanımız gibi rahmetli Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu da bir söyleşide Harezmî’nin Türk olduğunu ısrarla belirtmektedir.
Harezm bölgesindeki Türk nüfus yoğunluğunu ve bilim dünyasındaki açıklamaları değerlendirdiğimde Harezmî’nin Türk olduğu kanısındayım. Onun İslâm/ Müslüman olması Türk olmadığı anlamına gelmediği gibi İslâm/ Müslüman olduğunu da ispat etmez: Peygamberimizin ifadesiyle “Kalbini yarıp baktın mı?..”
Tabii ki, esas sıkıntı biz Türklerden kaynaklanıyor: Birincisi başarılarımızla ve değerlerimizle övünmüyoruz. İkincisi Batı dünyasının etkisinde çok kalıyoruz. Sadece batının da değil inancımızı, yani İslâm’ı öne çıkarma çabasıyla Türk kimliğimizden uzaklaşıyoruz.
2022’de kaybettiğimiz Prof.Dr.Tuncer Gülensoy’un bir ifadesini aktarmak istiyorum: “Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra birinci derecede Arap, ikinci derecede de Acem (Fars/İran) ad ya da sanlarını almışlardır. Meselâ: Mahmud ibn al-Hüseyin ibn Muhammed al Kaşgarî (bu kişiye biz Kaşgarlı Mahmud diyoruz). Selçuklular zamanında da Acem (Fars) kişi adlarının kullanımı adeta bir moda haline gelmişti: Keyhüsrev, Keykubat, Cihangir vb.gibi. Hüsrev ve Kubat’ın önündeki ‘key’ sözcüğü ‘büyük’ anlamınadır.” (Barbar Türkler, Akçağ yayın, 2.baskı, Ankara-2011, s.182)
Ben de 1337-1522 yılları arasında Elbistan ve yöresinde hüküm sürmüş Dulkadir Beyliği’nin son beylerinden Alâüddevle Bozkurt beyi örnek vereceğim: Asıl adı Bozkurt unvanı ise Alâüddevle’dir. Bazı tarihçilerimiz nedense Bozkurt adından daha çok Alâüddevle’yi kullanmaktadırlar! Ne ise…
Önemli olan Harezmî’nin bilim dünyasına yaptığı öncülük ve katkıdır. Harezmî’nin ve diğer bilim insanlarımızın/ değerlerimizin Türklüğünü öne çıkarırsak çocuklarımız gurur duyar; onlardan ilham alarak ufukları açılır, başarıya koşarlar.