Konuyla ilgili okuduğum kitap, makale ve yazılardan bu efsane, destan ve menkıbelerin benzerlerinin Türk dünyasının birçok yerinde ve Anadolu’da da olduğunu fark ettim. Hatta çocukken 1960’lı yıllara kadar benzer mitolojik olayların, büyüklerimiz tarafından anlatıldığını ve korkarak dinlediğimizi hatırladım.
KALAFAT’ın Ali Osman ABDURREZZAK’la birlikte hazırladığı “Mitostrateji-3 Türk Halk İnançlarında Kara İyeler (İstanbul, 2020, ASAM)” isimli kitabında yer alan “Efsaneden Mitolojiye Ağrı ve Çevresinde Türk Halk İnançları” başlıklı bildirisinden bahsedeceğim: "Sunumumuzda efsane ve mitin milletlerin kültür hayatlarındaki önemlerine dair onların kısa tanımından hareketle açıklık getirdikten sonra, özelde Anadolu Türk kültürü bağlamında, konu mitos-strateji açısından ara açıklamalarla ele alınmaktadır. Bildirimizde kullanılan geyik, yılan, kartal, mağara, kar adamı, deve, camız, dev, ubuh kuşu vb. konulu verilerin özelliklerine yer verilmektedir. Bunlardan geyik motifi gibi bir kısım motifler üzerinde ayrıntılı durulmaktadır… (s.67)
Çalışmada ‘Otu çekerler köküne bakarlar.’ özlü sözünün mesajından yola çıkılmıştır. Asırlık ağaçlar kökleri üzerinde yıllanırlar. Köklerinizin derinliği nispetinde varsınızdır. Köklerinizi bilmeniz, onları incelemenizle mümkündür. Efsaneler ise diğer sözlü kültür verileri gibi inanç içerikli uygulamalar bakımından veri hazinesidirler.
Halk inançları vasatlarından sadece halk edebiyatı, sözlü edebiyat veri deposu konumunda değildir. Bu noktada, sözlü kültürün diğer tezahür alanları ve bu arada halk biliminin diğer uğraş vasatları ile birlikte ele alındıklarında, efsanelerde saklı olan şifreler daha kolay ve bereketli çözümlere ulaştırılabilirler… (s.68)
‘Efsane, anlatma esasına bağlı edebi metinlerin tamamından izler taşır. O mitolojik dönemin mirasını kullanır. Mitin tarih öncesindeki hâkimiyet alanı tarih sonrası efsaneye geçer ya da mit tarih sonrasında kılık değiştirerek efsane olur. Destanın tarihselliği, masalın olağanüstülüğü, mitin kutsiyeti, onun bünyesinde hayat bulur. Bu bakımdan, bu türlerin tanımlarında efsane ile ayrımını belirtmek de zor olmuştur.’ (s.69)
Dağ-Tepe İçerikli Ağrı Efsaneleri: Ağrı Dağı ve Âdem ile Havva Efsanesine göre onlar cennetten kovulmadan evvel Ağrı Dağı’nda yaşamaktaydılar.
Ak Büyülü Ağrı Dağı Efsanesi: Bu efsaneye göre Ak Dev tarafından büyülenmiş olan Ağrı Dağı’nın tepesine çıkılmaz…
…Halk inanmalarında sahipli yerler için icazet alınmadan oraya ulaşılamayacağı inancı vardır. Bunun için onay alınması gerektiğine inanılır. Bu maksatla çok kere kurban kesilir. Dev ise cin cinsinin en büyüklerinden olarak bilinir ve çok kere de anlatılarda div olarak geçer.
Ağrı Dağı’ndaki bu sahiplilik, burada bir yatırın olduğu ile açıklanmaktadır. Bu tür sahipli mezarlar için bölgede Uğuz Mezarı denir. Bu dağın sahipliliğini anlatan diğer bir anlatıya göre de dağın tepesinde Hz. Nuh’un mezarı olduğu için buraya çıkılamamaktadır.
Ağrı efsanelerine, efsane geleneğinin bir gereği olarak yaşanılan son dinin giysisi geçirilmiştir. İslamiyet’te dağların yeri belirlenmiş ve onlara anlamları yüklenmiştir. Ağrı efsanelerine göre Nuh Nebi’nin gemisi Ağrı Dağı’na oturmadan evvel, zinciri bir dağa takılır. Hz.Nuh bunun üzerine ‘Allahu Ekber’ der ve bu dağın adı buradan gelir. Bir süre sonra geminin zinciri tekrar bir dağa takılınca bu kere nebi ‘Süphanallah’ der ve o dağın adı da Süphan olur. Zincir Ağrı Dağı’na takılıp da kurtulmayınca bu kere Hz. Nuh ‘Ağır Dağ’ der ve Ağrı Dağı ismini buradan alır.
Ağrı Dağı’nın Yedi Devi Efsanesi: Dağın altında içerisi kıymetli taşlarla dolu bir mağara ve orada yaşayan Yedi Dev’in olduğu anlatılır… (s.70-71)
Halk inanmalarında dev, kar adamı ve bazen de canavar tanımlamaları ejderha anlamında da kullanılabilmişlerdir. Bir Ağrı efsanesinde her hayvan türünden bir çift hayvanı gemisine alarak kurtaran Hz. Nuh, canavarlardan da bir çift almıştır. Her hayvan türü Nuh (a.s)’a minnet borcunu yeteneğine göre öderken, canavarlar da onun korunmasını üstlenirler. İnanca göre Nuh’un gemisinin saklanma işini Romron Ana üstlendiği için bir türlü bulunamamaktadır. Diğer inanç ise abanoz ağacından yapıldığı için o kıyamete kadar çürümeyecektir. Ağaçların türlerine göre etraflarında farklı inançların oluştuğu bilinmektedir. (s.72)
…Yağan Baba’ya ait olduğu söylenen ve şifa dağıtıcılığında araç olarak kullanılan âlem-i şerif üzerinde aynalı olarak ejderha motifinin olduğu görülmektedir. Âlem-i şerif, hükümdarlık ve beylik işareti olarak sancak ve tuğların asıldığı sırığın ucuna takılırdı.
Ejderha bir Uzakdoğu ve Ortadoğu motifidir. Ön Asya ve Avrupa’ya Türklerle birlikte geldi. Türkçede en eski adı olan luu’nun Çincedeki lung’tan türemiş olması muhtemeldir. Yılana, nek yılan, büke ya da evren adları verilmiştir. Halk arasında Çin kökenli bu motifin yerini zaman zaman yılana bıraktığı görülmektedir. Türkçede farklı adlarla karşılansa da en sık evren, büke, yel büke diye anılmaktadır.
Kaşgarlı Mahmut’a göre evren ya da eski deyişiyle luu, su ve bolluk simgesidir. Hem su kaynaklarını hem de yağmur bulutlarını temsil eder. Luu denilen evrenin gök ve yer çeşidi olduğuna, gök luu’larının uçma yeteneğine sahip olduklarına inanılırdı. Evrenlerin diğer hayvan bedenleri ile birleştirilmiş şekillerine rastlanılmaktadır. Uzakdoğu’dan Avrupa içlerine kadar yayılmış olan evren şekillerinin bir diğer görülme biçimi çift başlı olanlarıdır. Türklerde hanedan arması ve kozmik simge olarak kullanıldığı görülmektedir. Sonraki zamanlarda kozmik anlamlarının gerilediği ve yiğitlik, alplık anlamlarının yüklendiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, büke adı alp anlamı kazanmıştır. Bu dönemde karşılaşılan bir diğer değişim de evren-büke başı, böri-kurt/ börü-kurt başı şeklini kazanmıştır. Bu halinde Göktürk, Uygur, Selçuk dönemi eserlerinde rastlanmaktadır.’ açıklaması ile konuyu bütün yönleri ile ele almaktadır. Kars halk ağzında 1950’li yıllarda hortuma da ejder denildiği olurdu. Harman mevsimi büyük bir hortum çıkınca ejder diye tanımlanırdı. Ay tutulduğu zaman onu esir alan ejderden kurtarmak için teneke çalınır, taş taşa vurulur, görevli bekçi köpeklerin uyandırılmaları istenirdi. Yelmauz veya Canguloz diye de bilinen bu varlık, dev bir yılan olarak düşünülmüştür.
Türk halk inançları kültüründe mağara da dağ gibi, kaya veya toprak gibi etrafında kült oluşmuş bir objedir. Kısrak ve tay ilişkisi halk inanmalarında koyun ve kuzu şeklinde de yer almıştır. Yağmur dualarında hayvanların yavrularından ayrılmaları sonucu çıkardıkları sesler, yürekler parçalayıcı veya çok engelleyici olarak kabul edilir. (s.73-74)
Ağrı Dağı ve kuşlar söz konusu olunca daha birçok efsane vardır. Bunlardan birisi de yılanlarla kartalların Büyük Ağrı’da sürdürdükleri yurt edinme savaşıdır. Kartallar izin vermedikleri için yılanlar büyük Ağrı’ya çıkamamaktadırlar…” (s.76)
Eskiden duvarlara asılan geyik motifli halı ve kilimlerin yanı sıra canavar motifli olanları da vardı. Ayrıca geçmişte kurulan bazı Türk devletlerinin bayrağında da hayvan motifleri vardır.
Haftaya devam…










