Prof.Dr.Reşat Genç’in “Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI.Yüzyılda Türk Dünyası” isimli kitabından yazıma devam ediyorum.
“Yıl başlangıcı meselesine gelince: Göçebelerin takvimleri hususunda Kaşgarlı’nın kaydettiği Yenigün’ün; yeni yılın başlangıcı olarak kabul edildiği çok açık bir şekilde görülmektedir. Ancak o, Nevruz’un hangi gün başladığı konusunda bilgi vermemiştir. Biz, Hunlar’da Yeniyıl (bahar) başlangıcının 9 veya genellikle 21 Mart olarak kabul edilişini, hem el-Biruni’nin konu ile ilgili kaydını dikkate alarak, bu başlangıcın 21/22 Mart olduğunu kabul ediyoruz. Ancak onun aylar hakkında kaydettikleri ise, bu gerçeğe uymamaktadır. Çünkü, Yenigün’ü 21 Mart olarak almak, onun Uluğ Ay hakkında vermiş olduğu ‘yaz ortasıdır’ ifadesiyle bağdaşamaz. Nevruz’un 21 Mart’ta başladığını kabul edersek, Oglakay 21 Haziran’da, Uluğ Oglakay 21 Eylül’de, Uluğ Ay da 21 Aralık’ta sona ermiş olur. Yani bu durumda Uluğ Ay 21 Eylül ile 21 Aralık arası demek oluyor ki, bu devreyi de yaz ortası olarak kabul etmeye imkân yoktur. Bu durumda bu bilgileri, Kaşgarlı’nın kaydettiği yerel bir halk takvimi olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.
Türkler vakit anlamında hangi kelimeyi kullanıyorlardı? Bunu açık olarak tespit edemiyoruz. Ancak Oğuzların vakit anlamında ‘çer’ tabirini kullandıklarını görüyoruz. ‘Bu çerlikte kel=Bu vakitte gel’ demek oluyordu. Kaşgarlı, vakit anlamında bir de ‘türk’ kelimesinden bahseder. Onun bu kelime hakkında verdiği bilgi aynen şöyledir: ‘Türk: Vakit anlamına gelen bir kelimedir. Bütün meyvelerin olgunlaştığı zamanın ortasıdır. Türk üzüm ödi=Üzümün olgunluk vakti. Türk kuyaş ödi=Gün ortası. Türk yiğit=Gençlik çağının ortası. Ancak onun bu açıklamasında hemen dikkati çeken husus türk kelimesinin genel olarak vakti ifadeden ziyade herhangi bir vaktin tam ortasını ifade ettiğidir. Çünkü kelime yalnız başına kullanılmayıp, ayrıca zaman anlamına gelen öd (bazen öz) kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır. Burada ‘türk’ kelimesinin olgun anlamında bir sıfat gibi kullanılmakta olduğu görülmektedir. Yine burada açıkça görüldüğü üzere zaman anlamında bir de ‘öd’ kelimesi vardır. Öd kelimesinden alınarak, bir de zamâne ve felek anlamında ‘ödlek’ tabirini görüyoruz. Ödlek kelimesinin Kaşgarlı’nın kaydettiği Alp Er Tunga ağıtlarında da kullanılışına bakarak, öd kelimesini zaman anlamında özellikle Hakanlı Türkleri’nin kullandıklarını tahmin edebiliriz.
Zamanın en küçük birimi olan saat anlamında ise kaynağımızda bir de ‘köç’ tabirini görmekteyiz. Ancak köç’ün kaç dakikalık bir ânı ifade ettiğini de tespit edebilecek bir durumda değiliz.
Gün hususunda ise öyle anlaşılıyor ki 24 saatlik bir zaman ölçüsü olan ve gece ile gündüzden meydana gelen tam günden ziyade, onlar için pratikte bizatihi gece ve gündüz önemli idi. Türkçede ‘kün’ güneşi ifade eden bir kelime olup, aynı kelimeden alınarak güneşin doğuşundan batışına kadar geçen zamana, yani gündüze de ‘kün’ diyorlardı. Bunun aksi, yani gece ise ‘tün’ idi.
Günün bölümlenmesine gelince: ‘tüş ödi’ genellikle kuşluk vakti anlamında olup, Oğuzlar bu zamana, bugünkü adı ile ‘kuşluk’ diyorlardı. Öğle vaktine Türklerin büyük ekseriyeti ‘öyle’, Kıpçaklar ise ‘özle’ diyorlardı. İkindi ve akşam ise XI.yüzyılda da bugünkü adları ile biliniyordu.
Hafta kavramı ve gün adları konusunda Kaşgarlı bir şey kaydetmez. 30 günden ibaret olan ay ve ay adları hakkında ise yukarıda bilgi vermiştik. Kaşgarlı ay hakkında şöyle demektedir: ‘Senenin on iki parçasından her birine ay denilmesinin sebebi, bu müddetin ayın geçmesi ile bittiği içindir.’ Buradan da açıkça anlaşılacağı üzere, ayın hareketi onlar katında zaman ölçüsü olarak esas alınıp, ayın on dördüne günümüzde olduğu gibi ‘tolun ay’ denilmekte idi.
Kaşgarlı yılın mevsimleri hakkında da toplu bilgi vermez. …Yılın dört mevsiminden kış XI.yüzyılda da aynı ad ile biliniyordu. Sonbahara genellikle halk dilimizde yaşayan adı ile ‘küz (güz)’ denilmektedir. Çok şiddetli kışa genellikle bugün karakış veya zemheri denildiği mâlûmdur. Kaşgarlı’ya göre XI.yüzyılda Türkler bunu ‘kadır kış’ tabiri ile ifade ediyorlardı.
İlkbahar ve yaz mevsimlerine gelince: Dîvân’da her iki mevsimi de ifade eder. Yay ve Yaz kelimelerini buluyoruz. Kaşgarlı, yaz kelimesini bir yerde yaz mevsimini ifade eder şekilde kullandıktan başka, yine aynı kelimeyi ilkbahar anlamında da kullanmış ve ‘yıl yazıktı’ ifadesini ilkbahar oldu şeklinde tarif etmiştir. Keza yay kelimesini de ilkbahar manasında görüyoruz. Oysa, aynı kelimenin Azerbaycan Türklerince yaz anlamında kullanıldığı bilinmektedir. Gerçekten de hâlâ dilimizde kullanılmakta olan yayla kelimesi, yazın geçirildiği yer anlamında olduğuna göre ve bilhassa XI.yüzyılda göçebelerin hemen ilk yazda yaylaya çıktıkları göz önünde bulundurulursa, yay kelimesini yaz anlamında kullanmış olmaları gerekmektedir.
…Türklerin kullandıkları mevsim adlarını şöyle sıralayabiliriz: Yay=Yaz; Yaz=İlkbahar; Küz=Sonbahar (yani Güz); Kış=Kış. Nitekim, Kutadgu Bilig’de mevsim adlarının böyle belirtilmiş olması da bu tespitimizi doğrulamaktadır. Yayla kelimesi bunun çok açık delilidir. Anlaşıldığına göre zamanla yaz, yay’ı kovarak onun yerine geçmiş ve kendi yerini de Farsça bahar’a (ilkbahar) bırakmıştır.
Onların geçen yıla bugün dilimizde yaşadığı gibi ‘bıldır’ gelecek yıla ‘arkun’, gelecek yıldan sonraki yıla yani ikinci yıla ise ‘arkun izi’ dediklerini Kaşgarlı bildirmektedir.
…geceyi bir yerde geçirmeye, yani gecelemeye ‘tünemek’ (Dipnot: Bugün daha çok kümes hayvanlarının gece kümeste tünemesini, geceyi geçirmesini ifade ediyor.), kışı geçirmeye ‘kışlamak’, güzü geçirmeye ‘küzemek’, yazı geçirmeye ‘yaylamak’ diyorlardı. Zamanın (öd’ün) yayıkması ve ‘küzermesi’ ise, yazın ve güzün girdiğini ifade ediyordu.
…Genellikle pratik ve faydacı bir hayat telakkisine sahip olan Türklerin, hayatlarını bu işlere göre de tanzim ettiklerini ve zamanı ona göre değerlendirdiklerini ifade etmek yanlış olmasa gerektir. Bu cümleden olarak mesela ‘at tuşağı boldu (atın ayağına köstek vurma zamanı geldi)’, ‘at boşuğu boldu (atın çayıra salınma zamanı geldi)’, ‘koy kögi boldu (koyunun koç ile katılma zamanı oldu)’, ‘ol koy tüleginde keldi (o koyun kırkımında geldi’ gibi cümlelere Divan’da rastlamaktayız… Görülüyor ki bunlar göçebe Türk’ün hayatında belli başlı zaman ölçüleridir. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Mesela bağcılık ile meşgul olanlar için ‘sıkman’, üzüm sıkma zamanı demek oluyordu.
Bu gibi, çift sürmek, ekin ekmek, hasat yapmak ve harman dövmek zamanlarının da bu işlerle uğraşanların hayatında önemli zamanlar olduğuna hiç şüphe yoktur. Bugün hâlâ pek çok köylülerimizce, zamanın geçişi bu gibi olaylarla bilinip değerlendirilmektedir. Onlar, işlerini ve hayatlarını buna göre tanzim etmekte ve takvim ile çok ilgili görünmemektedirler.” (s.257-261)