Atatürk dönemi politikalarını en iyi ve güzel anlatan ve buram buram Türklük kokan, 29 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da okuduğu 10.yıl nutkudur; tekrar tekrar okumak lâzımdır:
“Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu, en büyük bayramdır. Kutlu olsun.
Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım! Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti, onbeş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin, büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti;
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Atatürk; büyük bir dava adamıydı. Henüz savaş bitmemişken, düşman yurttan kovulmamışken, yani “milli mücadele” devam ederken eğitim ve iktisat kongrelerini toplamıştır. Öncelikle Balkanlardan, Kafkaslardan, Orta Asya’dan gelen halkları Türklük potası içine alarak “Büyük Türk Milleti”ni yeniden dünya sahnesine çıkarmış, milli birlik ve bütünlüğü sağlamıştır.
Hakiki bir Türk olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, iyi bir tarih bilincine sahiptir; Türk Kültürü’ne çok bağlıdır. Kendisine yapılan Osmanlı yönetimi benzeri tüm teklifleri ret etmiştir. Millet iradesine dayalı “Türkiye Cumhuriyeti”ni kurmuş; insanları, “birilerine kul olmak” yerine özgür birey ve vatandaş yapmıştır.
Osmanlı’dan kalan harabeye dönmüş şehirlere, köylere ve borçlara rağmen zor şartlarda eğitimde ve ekonomide büyük atılımlar yapmıştır. Uyguladığı akıllı ve gerçekçi politikalar ile en yüksek kalkınmayı sağlamış; fabrikalar, sanayi tesisleri, stratejik kuruluşlar oluşturmuştur. Ancak, kendisinden sonra gelen iktidarlar, bu akılcı politikaları sürdürememişler veya bilerek sürdürmemişlerdir.
Tarihten hisse kapmak
Tarihte de hep böyle olmuştur: Kurulan Türk devletlerinin yöneticileri, geçmişini unutmadan mücadele ettiği müddetçe başarılı olmuş, yükselmiş; aksine millî (öz) kültüründen ve bilimden uzaklaştıkça çökmeye doğru yol almışlardır.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy diyor ki;
“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Defalarca yazdım: Anadolu coğrafyası; 1064’de Kars’ın alınması, 1071’de Malazgirt zaferi ve ardından kısa sürede tamamen fethedilmesi ile artık Türk toprakları olmuştur. Tâ 1100’lü yıllardan itibaren Bizans da batılı tarihçiler de “Türkler’in yurdu” anlamına gelen “Türkiye” ismini kullanmaya başlamışlardır.
Hemen beylik cümlelerle “iman gücü ile fethettik” demeyin; baştan beri Türkler de “Cihangirlik ruhu” vardır ve İslâmiyet bu ruha katkı sağlamıştır. Sonra, Büyük Selçuklu Devleti’nin bazı halifelerle uğraşmak zorunda kaldığını, saraylarda entrikalar yaşandığını, çatışıldığını hatırlatırım.
Son haftalardaki yaşananları, sadece “gündem değiştirmek amaçlı” deyip geçiştiremeyiz. Sıkıntı, yöneticilerimizin tarihimizi bilmemesinden ve öngörülerinin olmayışından kaynaklanıyor. Ülkemiz, her bakımdan istikrarsız bir ortamın içindedir ve iyi yönetilmemektedir. Sanki Osmanlı’nın ilk dönemleri değil de son dönemlerini yaşıyor gibiyiz. Devamlı körüklenen bir “fetret dönemi”ndeyiz.
Ya şimdi
İktidara geldiklerinden beri birlik ve bütünlüğe halel getirdiler. “Türkiye 35 etnik gruptan oluşuyor” gibi yersiz sözlerle insanlarımızın kafasını bulandırdılar. Kendi elleriyle “Beka meselesi”ni büyüttüler. Çözüm sürecinde yaşananları unutmadık. Neyse ki bu süreçten dönüldü ama 800’e yakın canımızı kaybettik. Şu malûm partiyi kapatacaksanız (!), bir an önce kapatın; ikide bir önümüze getirip durmayın!..
Fazla ayrıntıya girmeden bazı hususları yazmakta fayda görüyorum: Temel gıda maddelerindeki fiyat artışları, enflasyon, işsizlik, devletin dış ve iç borçları, vatandaşın kredi borçları, icralar, iflaslar, intiharlar, cinayetler, evlenme ve çocuk yapma oranının azalması, boşanmaların artması gibi hususları neyle izah edeceğiz? Tabii ki ekonomik sıkıntılarla… Buyurun, Merkez Bankası faizleri yine artırdı. Hani faize karşıydınız, “faiz sebep enflasyon sonuçtu”. Demek ki, lafınan ekonomist olunmuyormuş. Birileri belki büyüyor ama millet her geçen gün küçülüyor. Başkanı görevden alarak bu işler düzelmez; zihniyetin değişmesi lâzım.
Araya Kovid-19 salgını da girip tedbirlerin gecikmesi, 5 tane maskenin dağıtımının bile becerilememesi, yeterli aşı için siparişte geç kalınması (Daha önce aşı üretilen kurumu kapatılması!) gibi sebepleri de ekonomik sıkıntılarla bağlayabiliriz.
Yanlış dış politika yüzünden yakın ve uzak coğrafyalardaki tarih birliğimiz olan Irak, Suriye, Libya, Mısır gibi ülkelerle düşman olduk. “Mavi vatan”da dolaşan gemilerimizi -jest olsun diye!- geri çekmemiz, pinpon topu gibi oradan oraya savrulmamız, ne yaptığımızı dahi bilmememiz; şimdi de herkesle arayı düzeltmek için uğraşmamız. Bu nasıl politika?..
Demek ki, yanlış başlayan hiçbir şey doğru yürümüyor.