Geçen haftaki “Para Pul” başlıklı yazımda; milli paramızın düşürüldüğü durumu anlatmış, devamında Osmanlı’nın “kapitülasyon” adıyla bazı ülkelere verdiği ayrıcalıklardan bahsetmiştim. Her ne kadar karşılıklı olsa da bu haklardan zamanla “ekonomisi güçlü olan yabancılar fayda görürken ekonomisi zayıf olan Osmanlı’nın zarar gördüğünü” yazmıştım.
Bugünle karşılaştırmak amacıyla konuyu, Yılmaz Öztuna’nın “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinden yararlanarak biraz daha açmak istiyorum.
“18 Şubat 1536’da İbrahim Paşa Fransa’ya “kapitülasyon” denen bazı imtiyazları veren muahede imzaladı. Divan-ı Hümayun, Fransa’ya bir takım ticaret imtiyazları bahşederek, bu devleti diğer bütün devletlerden üstün bir mevkie yükseltiyordu (c.3/s.469). Fransa, bu imtiyazlara karşı Türkiye’nin vasali bir devlet olmayı kabul ediyordu (c.3/s.469).
Divan, 11 Eylül 1581’de, Venedik ve Fransa’dan sonra üçüncü Avrupa devleti olarak İngiltere’ye, İngiliz bayrağı altında Türkiye limanlarında serbest ticaret hakkını tanıdı (c.4/s.363).
6 Temmuz 1612’de Hollanda’ya ‘kapitülasyon’ denen ticari haklar bahşedildi (c.5/s.124).
İngiltere ve Fransa’nın faydalandıkları “kapitülasyon” denen haklar (Kaynarca Muahedesi -21/07/1774), Rusya’ya da veriliyordu (c.6/s.367). Bu muahede, Türkiye’nin tarih boyunca imza koyduğu en feci anlaşmalardan biridir. Bu muahede ile Rusya, İngiltere ve Fransa’dan sonra dünyanın en güçlü devleti durumuna yükseliyor, Türkiye ise dünya devletleri arasında birincilikten, birden dördüncülüğü düşüyordu (c.6/s.367).
25 Haziran 1802’de Türkiye ile Fransa arasında Paris Muahedesi imzalandı. Bu muahede ile Bab-ı Ali, Fransa ile İngiltere’ye Karadeniz’de ticaret yapmak hakkını tanıdı (c.6/s.396).
Türkiye devletinin yabancı devletlere bu çeşit imtiyazlar tanıması, ilk defa vaki olmuyordu. Daha Selçuklular devrinde böyle imtiyazlar verilmişti. Prof.Dr. Osman Turan şöyle diyor (Türkiye Selçukluları, T.T.K. neşri, 116): Nitekim milletlerarası ticari faaliyetlerin çok arttığı XIII.asırda Sivas’ta Cenevizliler’e, Konya’da Venedikliler’e ait birer konsoloshanenin mevcudiyetini de biliyoruz. …Ortaçağ hukuki anlayışına uygun ve mütekabiliyet esasına göre tanzim edilmiş bu ticari muahedeler, Osmanlı devrinde de aktedilmiş ve dünyada ticaret ve milletlerarası hukukta vukubulan değişikliklere rağmen Osmanlı imparatorluğu, zayıf zamanlarında tek taraflı olarak bu ananeye icbar edilmiştir. Tarihimizde kötü hatıra bırakan kapitülasyonların menşei budur (c.3/s.468-469)”.
Osmanlı Bütçesi
“Türk tarihinin en yüksek noktası olarak 1592 yılını kabul edebiliriz (c.4/s.371). Osmanlı maliyesi / bütçesi çok iyi durumdaydı ve dünyanın en güçlü devletiydi. Maliye mesleği, kalemiyye denilen ve mülkiyeye yakın bir dal olan mesleğin bir branşı idi (c.9/s.82). (XVIII.asır) Başmuhasip veya daha Türkçe olarak başmuhasebeci, gerçek Sayıştay başkanı idi. Bir bakıma maliye müsteşarı da sayılabilirdi. (c.9/s.82) Maliye müfettişlerine “bakı” denirdi (c.9/s.84).”
Osmanlı Devleti’nde aşağıdaki İslâm’i vergiler haricinde; “…düzinelerce çeşit vergi ve resim görülmektedir. Vergi veren bütün tab’aya ‘reaya’ ve vermiyen (yani devlet görevlisi olan) bütün teb’aya da ‘berâyâ’ denir (c.9/s.90).
Osmanlı bütçesini oluşturan gelirler şunlardı:
1- Cizye: Gayrı Müslimler’den alınan vergidir. İnsan başına hesap edildiği için Osmanlılar ‘baş vergisi’, ‘kelle vergisi’ de demişlerdir (c.9/s.86). Reşid, varlıklı olmak ve din adamı olmamak şartıyle Hıristiyan erkeklerden her yıl alınırdı. Buna karşılık devlet, Hıristiyan teb’ayı askerlik mükellefiyetinden muaf tutar ve Hıristiyan teb’anın can, mal, namus, şeref güvenliğini sağlamakla yükümlüdür (c.7/s.330).
Dini hiçbir müdahale ve tazyik yapılamazdı. Çünkü bir defa bu husus İslâm dinince katiyen men edildiği gibi, Hıristiyanların Müslüman olması, hele kitle halinde din değiştirmeleri, Türk devlet siyasetine aykırı idi. Cizye, devletin milyonlarca Hıristiyan tab’ası olduğu için çok mühim bir meblağ tutardı (c.2/s.249).(“Osmanlı Ne Kadar Müslüman Yaptı?” başlıklı yazım. 30/08/2020)
2- Ganimet: Akınlarda çok büyük ganimet elde edilirdi. Zaten akının maksatlarından biri, düşmanı iktisaden çökertmektir (c.9/s.427). Düşmandan alınan ganimetin beşte dördünün o gazaya katılan mücahitlerce bölüşülmesi ve beşte birinin Peygamber’e ayrılması, ayet-i kerime hükmüdür. Bu beşte bir, Osmanlı devletinde padişaha ayrılmıştır. (Pençik Kanunu olarak bilinir.) …Ganimetin menkul olması da İslâmî bir esastır. (Gayrı menkullerin ganimet sayılmayacağını Hazret-i Ömer koymuştur. Zira gayrı menkulün fethedilen arazinin sahiplerinde kalması, vergi kaynağı yaratıyordu.) Fevkalâde mantıklı ve İslâmî olan bu esasa Osmanlılar da riayet ettiler (c.9/s.86).
Çadır, bayrak, sancak, arma, cephane, silah ve emsali bütün askeri malzeme hazinenindir, böyle şeyler ganimet olarak paylaşılamaz (c.11/s.283). …padişahın bizzat başkumandanlık yaptığı bir seferde ele geçen ganimetlerin beşte biri, padişahın şahsına aittir. …Ganimet rütbeye göre paylaşılır. Sefere kumanda eden vezir, en büyük payı alır (c.11/s.284).
3- Haraç: En büyük gelir kaynağı idi (c.9/s.89). İslâm hukukunda toprak, devlete aittir. Osmanlı devletinde de böyledir. Devlet toprağı işlenmek üzere dağıtır. …Bütün toprak padişahındır. Burada padişah kelimesinin, devlet yerinde kullanıldığı açıktır. …devlet, şu veya bu şekilde şahsa bahşettiği toprağın gelirine ortaktır (c.9/s.88).
4- Mukataa: Ikta (Türkçe dirlik), tımar - zeamet - has sisteminin menşeidir. Bir toprak, hatta bir ülke bir kumandana veya valiye verilir. Bütün vergileri …o zat toplar ve belirli bir kısmını her yıl gönderir (c.9/s.89)
Osmanlı düzeninde bir toprak parçasının gelirinin bir şahsa hizmet karşılığında maaş yerine verilmesi ‘dirlik’tir. Toprak, halen hizmete değil de devlet görevlisinin geçmişteki hizmetine karşılık ve geçici olarak verilirse ‘dirlik’ değil, ‘arpalık’ adını almaktadır (c.10/s.156).
Tımarlı sipahi, bir atlı ordudur: Süvaridir. …devlet kendilerine toprak verir. Toprağın üzerinde köylü vardır. O köylüden vergiyi tımarlı sipahi toplar. Hem kendisi geçinir hem de atları ve silahları ile çağrıldığı anda yığınak mevkiinde hazır bulunarak savaşır (c.9/s.333).
Tımar sisteminin bir hususiyeti de çok büyük arazi parçaları bu sisteme bağlandığı için, tımar da mülk olmadığı için, toprağın büyük kısmının daimî şekilde devletin elinde kalmasını sağlamış olmasıdır (c.9/s.427).
Devlet, Türk aslından olmayanlardan tımarlı sipahi yazmamakta, Türk aslından olmayanlara toprak ve dirlik vermemektedir (az istisnası vardır). Bunun sebebi ırkçılık falan değildir, gene doğrudan doğruya milli savunma ile ilgilidir: Arablar, Türkler gibi savaşmamakta, disipline girememekte, harb meydanında işe yaramamaktadırlar (c.9/s.99).
1770’de Türkiye, en büyük devlet ve en büyük askeri güç olmaktan çıktı. Bu tarihten sonra dünyanın en büyük devleti İngiltere’dir ama İngiliz ordusu daha bir asır kadar dünyanın büyük orduları arasında değildir. 1770’den sonra dünyanın birinci kara ordusu Fransa’da, ikincisi Rusya’da idi. Türk ordusu üçüncülüğe düştü (c.9/s.467).
Haftaya devam…